100 Saat Oynayan Birinden, Kingdom Come: Deliverance II Oyun İncelemesi

kingdom come deliverance ii: yaklaşık yüz saattir oynadığım şahane bir oyundur... çayınızı kahvenizi alın, başlıyoruz.
6 yıl önce eksikleri giderilirse ikinci oyunda şahane bir oyun oynarız demiştim. warhorse gerçekten de ilk oyunun eksiklerini kapatarak, eli yüzü düzgün bir oyun yapmayı başardı.. kcd 2, hem ilk oyunun daha gelişmiş bir versiyonu hem de kendi kalite çıtasını aşmayı başarmış bir üst sürümü. 6 yıl önceki penam'ın hayallerindeki oyuna en yakın oyunun çıkması biraz zaman aldı ama oldu işte.
tıpkı kcd 2’de henry ve hans’ın kaybolan itibarlarını yeniden kazanmaya çalışırken karşılaştıkları zorluklar gibi, bu oyun da warhorse studios için yeni bir başlangıç oldu. henry’nin sıfırdan yeniden yükselme çabası,mafia serisinden bağları koparılan daniel vavra ve ekibi için oyun dünyasında da benzer bir yeniden doğuşu simgeliyor adeta. kcd 2’nin başarısı yalnızca teknik gelişmelerle değil, aynı zamanda hikâyenin derinliği ve karakter gelişimindeki ustalıkla da ilgili.. bu detaylara değineceğim ama önce en merak edilen konuyu bir aradan çıkaralım oyunda seks var mı? yok ya o değil diğer merak edilen şey kombat sarıyor mu? kısa cevap evet. uzun cevap ahan da… bu arada eved oyunda seks var (alkış sesi).
kombat sistemi
efenim kcd 2'nin kombat mekaniğindeki gelişim gözden kaçacak gibi değil.. yine oyunun başlarında yeteneğiniz kısıtlıyken zorlanacaksınız belki evet. ama biraz sabredin. kcd 2’nin kombatı, emin olun, ilk oyuna göre çok daha tatmin edici çok da oturaklı. yeni eklenen kombolar, yeni yetnekler, karşı hamleler ve sezgisel parry mekaniğiyle, kcd 2'nin kombatını sevmemek bence imkansız. hele ustalaşmaya başlayınca, o kadar keyif almaya başladım ki, "heh, şimdi olmuş" dedim.. ilk oyunda bir yerden sonra o kadar sarmıyordu ki, kombat tek bir hareketi spamlayarak oyunu bitirmiştim. ama kcd 2’de böyle olmadı; her savaştan büyyük zevk aldım. ilk oyunda rastgele hareketlerle savaşırken, kcd 2’de her şey çok daha taktikseldi. rakibimi izleyerek, doğru hamleyi zamanında yapmayı öğrendim..ayrıca, birden fazla düşmanla savaşmak artık bir işkence değil; aksine, tam bir hayatta kalma mücadelesi gibiydi. bunu nedeni de şu kombat artık çok daha akıcı ve sezgisel. animasyonlar çok daha kesintisiz ve doğal. vuruş hissi, yine çok iyi; ilk oyundaki sağlam temele, kcd 2’deki iyi animasyonlar ve akışkanlık eklenmiş, 5 yönlü saldırı 4’ düşürülmüş, kantır attak ve perry olayına tam kıvamında tatlı bir zorluk ayarı çekmişler. e bitti gitti işte taşın doğru yerlerini yontmuşlar ve ortaya güzel bir heykel çıkmış. örneğin, rakibinizin duruşuna göre ters bir silah tutuş pozisyonuna geçerek ustalık darbesi yapmak gerçekten aşırı iyi çalışıyor. riski yüksek, ama sonucu tatmin edici... önlenemez bir vuruş yapıyorsunuz ve büyük can alıyorsunuz. yapamazsanız da ağzınıza kılıcı sokuyorlar. mesela counter attack hamlesi sayesinde, savunma sonrası karşı saldırı yapmak çok daha düzgün çalışıyor ilk oyuna göre. bu rakibin çok ters bir counter attack yapabilme olasılığı ile birleştiğinde, her kapışma gerçekten de bir öncekinden farklı oluyor. sağlam zırhlı bir düşmanla vur kaç yaparak kapışmanın var ya tadına doyamadım sevgili dostlar. yeni eklenen ateşli silah da hoş bir dokunuş olmuş. ama zaten kılıç kalkan, balta, gürz kullanarak düşmanlarla cenk eylemek ilk oyuna göre çok daha zevkli olduğu için; ateşli silah, ok yay arbalet falan pastanın üstündeki bir çilek gibiydi. bir de ne yalan söylüym bu silah doldurma süresi bana fenalık geçirtti o yüzden çok da tercih etmedim. bu nedir yav! bu arada kılıç, balta ve gürzle yapılan dövüşler, bir önceki oyuna göre çok daha gerçekçi. her silahın kendine özgü bir dövüş tarzı olduğunu hissediyorsunuz. özetle saldırı yönünü 4’e indirerek animasyonları, sadeleştirerek ve özel animasyon çeşitliliğini arttırarak ufak rötuşlarla işi halletmişler. kombat yine çok zevkli, anlayacağınız 10 üzerinden 9’u kaptı benden. he kombat tek başına bir anlam ifade etmiyor tabi. oyun dedin mi hikayesi de olacak konulu olacak. o mevzu da şöyle ki
hikâye
efenim, oyunun hikayesinden size çok fazla bahsetmeyeceğim. çünkü spoiler vermeden detaya girmeden hikâyeyi anlatmak çok da mümkün değil. genel senaryo değerlendirmesini detaylıca yapacağım, hiç şüpheniz olmasın. ama kafalardaki soruları yok etmek açısından şunu söylemekte fayda var: evet, kcd 2 doğrudan ilk oyunun kaldığı yerden devam ediyor. henry ve hans capon ikilisi ve bir grup asker, lord hanush’tan aldıkları emir doğrultusunda ratay’dan ayrılır. troski kalesi’ne doğru yola çıkarlar. görevleri, troski lordu von bergow’a bir mektup iletmektir. mektupta kral sigismund’a karşı olası bir ittifak teklifi vardır. bu savaşın gidişatını doğrudan etkileyecek çok önemli bir görevdir.
peki, ikilimiz bu görevi tamamlayabilir mi? tabii ki hayır! ikili ve maiyetindekiler, kamp yaptıkları sırada gizemli bir haydut grubu tarafından saldırıya uğrar. gruptaki herkes ölür. ikili zor bela katledilmekten kurtulur ve kendilerini bir ormanda bulur. zırhlarla, silahlarla kuşanmış, görkemli atlar üstünde caka satarak geldikleri bu yeni ve yabancı topraklarda, götlerinde don, ellerinde çalı parçasıyla adeta mahallenin delisi gibi kalmışlardır. ne yapacaklarını bilemeden, sümük gibi sağa sola savrulan ikiliyi, bu bölgede tanıyan tek bir kişi bile yoktur.
ancak henry ve hans, bu hassas görevlerini ne pahasına olursa olsun tamamlamak zorundadır. ikili en yakın köye gidip yardım almalı, kendilerini sıradan halka tanıtmalı ve çok acil lord von bergow’un huzuruna çıkmalıdır. hemen yola koyulup, en yakın köye giderler ve halka durumu anlatırlar. karşılarında iki tane dilenci kılıklı tipi gören köylüler, "ne diyor la davarlar?" diye bön bön bakar talihsiz ikilimize ve sonra olaylar gelişir.
efenim bu bölümleri kahkahalarla izledim desem yeridir. hans capon’ın köylülere bir soylu olduğunu anlatmaya çalışması, kimsenin ona inanmaması, henry’nin hans’ın köylülere karşı kibirli tavırlarını sürekli yumuşatmaya çalışması..."abi valla bu lord ama değişik değişik de konuşuyor işte, biliyorum. çok da sallamayın, diyerek zopa yememek için alttan alması" aşırı komikti. ki zaten henry’nin halkla her etkileşime girdiği hemen her an, komedi dozu zirve yapıyor. şimdi burada duruyorum ve devam etmiyorum, çünkü oyunu oynayacaklar için buradan gerisi keyif kaçırabilir. ama emin olun, henry ve hans’ın bu hiç bilmedikleri yerlerde hayatta kalmaya çalışması, adeta yırtık donla ortalıkta dolaşmaları inanılmaz keyifliydi. “henry de böyle yeteneklerini kaybediyormuş işte ya, orasını çok karıştırmayın!” dememiş geliştirici ekip. hikaye bağlamına çok iyi oturtmuşlar karakterimizin sıfırdan yeniden yükselmeye çalışmasını. oyunun neredeyse ilk 20 saatinde henry’yi adeta belediye yardımlarıyla ayakta tutmaya çalışıyorsunuz. ama bu 20 saat boyunca hiç sıkılmadım desem yeridir. bunda hikaye anlatımının etkisi kadar oyunun şahane atmosferi de etkili oldu tabii. sağa sola bakmalara doyamadım yine.

grafikler ve atmosferdeki gelişim
kingdom come: deliverance 2, ilk oyunun daha cilalı bir üst versiyonu gibi görünüyor.. hani kullandığınız bir uygulamaya yeni bir özellik gelir de “oh be sonunda beklediğim özellik geldi, meğer eksik buymuş, şimdi ne kadar da kullanışlı, mis gibi oldu!" dersiniz ya, işte kcd 2 tam böyle bir oyun. grafik kalite açısından beklentilerinizi bilemiyorum ama oyun bence gerçekten çok iyi görünüyor. aynı oyun motorunun gelişmiş bir versiyonu kullanılsa da, motoru cilalama ve modern grafik kaliteyi yakalama açısından çok iyi iş çıkarılmış. bu arada, ben oyunu pc’de oynadım. oyun iyi görünüyor, benim 3060ti’lı pc’mde çok iyi görünüyorsa, siz hesap edin.
özellikle oyunun gece ve gündüz atmosferi tek kelimeyle şahane. günün her saatinde farklı bir ışık oyunuyla karşılaşıyorsunuz ve bu, atmosfere ciddi etki ediyor. oyunda ışık kullanımı, kaplama detayları baya iyi. kaleler, köyler, tarlalar, ormanlar, iç mekan detayları çok gerçekçi ve özenli. çevresel materyaller de hem detaylı hem de çeşitlilik de çok. bu yönden son yıllarda gördüğüm en fazla çeşitliliğe sahip oyunlardan biri kcd2. hani bir gördüğünüzü bir daha görmüyorsunuz desem yeridir. evet, günlük yaşam detayları ve npc davranışları bir rdr2 kalitesinde değil ama npc sayısında, npc’lerin olaylara verdiği tepkilerde de ilk oyuna göre ciddi bir gelişme var. örneğin durup dururken saldırdığım ahan da bu muhafızın beni ihbar eden köylüye “ulan çekil önümden atış yapamıyorum” demesi baya hoştu. bu tarz ufak detaylarla çok fazla. npc’lerle etkileşim ilk oyuna göre çok daha gerçekçi. çok daha sizin orada olduğunuzu hissettiriyorlar. karısını öldürdüğünüz bir npc’yi bir süre sonra ziyaret ederseniz örneğin, yas tuttuğunu “sensiz ben ne yaparım, elini bir daha tutamayacağım” diye yakardığını bile görebilirsiniz. ha yine mal mal davrandıkları da olmuyor değil, ama her şeye rağmen oyunumuz yaşayan dünyayı hissettirmeyi başarıyor. yollarda atlılara, at arabalı tüccar konvoylarına rastayabiliyorsunuz mesela ilk oyunda bu yoktu.. ve yine, vahşi doğa manzaraları şahane. hani oturup çayınızı ya da kahvenizi alıp manzarayı izlersiniz, öyle bir atmosfer var. insanın mangal yakası geliyor şu manzaralara karşı sonuçta türklüğün şanındandır bu. ya da bir youtube videosu çekesi geliyor insanın böyle taş üstünde et tokatlamalı.
optimizasyon?
diyalog kısımlarında bir tık iyileştirme var böyle el kol hareketi, jest ve mimikler falan eklenmiş karakterlere. ama tabii, fiziksel etkileşim neredeyse yok denecek kadar az. bu kadar canlı ve güzel görünen bir dünyada her şeyin çok statik olması, bu oyunun ve cryengine’in en büyük handikaplarından biri. mesela, çamurlar bir sıçrasın, çimenler ezilsin, dokunduğumuz bir şey devrilsin, istiyor insan ama yine olmuyor. düşman tepkilerine ve vuruş hissi kalitesine harcamışlar tüm mesaiyi sanırım. çünkü her ikisi de üst seviyede. sanki bir kemik kırmışsınız, gerçekten bir kafatası ezmişsiniz gibi gelen o sesler, düşmanların darbelere verdiği geri bildirimle birleşince, kombatın tadı damağınızda kalıyor. peki tüm bunlar optimize edilmiş mi? evet, edilmiş. benim ortalama pc’mde bile bir yandan kayıt alırken zaman zaman düşüşler olsa da yine de çok dalgalı olmayan bir performans sergiledi kcd 2. oyunun erken bir sürümünü oynamama rağmen.. oyuna 7 gb’lık ilk yama geldi ve şimdi ilk versiyondan çok daha iyi durumda. optimizasyon işini bu sefer kotarmışlar. birkaç komik bug dışında, bug’a da rastlamadım desem yeridir. ama çek abilerimizi en iyi kotardığı şey bunlar da değil kcd 2 asıl görevlerde ve hikaye anlatımında adeta coşuyor, şov yapıyor şov. oyundaki görev sayısı yan hikaye çeşitliliği ufak faaliyet görev sayısı saçmalık boyutunda yüksek...
hikaye anlatımı görev dizaynı: kcd 2'nin en heybetli kısmı
geliştirici ekip, bir tweet atmış ve kcd’nin senaryosunun kağıda basılı görüntüsünü paylaşmıştı. oyunun yönetmeni daniel vavra, ikinci oyunun senaryosunun bunun 4 katı olduğunu belirtmişti. aradaki fark baya büyük yani. zaten ana hikayede ilerledikçe bu farkı da hissetmeye başladım. olay örgüsü yine şahane kurgulanmış. senaristler hikayeye bir düğüm atıyor, o düğümü çözmeden bir düğüm daha atıyor. henry ve capon ikilisi, başlarını belaya sokuyor, kurtuluyor, sonra daha büyük bir belaya bulaşıyorlar. bu canlı, karamizah dozu yüksek düğüm atma ve çözme tarzı anlatım, beni ana hikayenin içine inanılmaz çekti.
bu arada film gibi, dizi bölümü gibi bir sürü ara sahneyle dolu bu oyun. oyunun önemsiz gibi görünen bir yan görevinde dahi deli gibi diyalog ve olay örgüsü var. dümdüz çuval taşıma görevi sandığınız görev absürt olaylara evrilebiliyor yine…örneğin müzisyenler için ud bulmaya çalıştığınız bir yan görev var. yaptığınız seçimlere de bağlı olarak o kadar çetrefilli hale geliyor, dallanıp budaklanıyor ki bu görev, çok rahatlıkla bir assassin’s creed oyununun ana hikayesi olabilirmiş. bitirmesi saatler sürdü ve inanın hiç sıkılmadım. görevi bitirince hem karakterlere çok ısınmış, haritanın çok farklı yerlerine gitmiş, ilginç tiplerle tanışmış, hem de kendimi bohemya’nın yerlisi gibi hissetmeye başlamıştım. 1400’ler abi tam benlik diyen bana warhorse umut sarıkaya karikatüründeki gibi adeta “siktir git o zaman yaşa” diyerek götüme tekmeyi vurmuş da, bir portaldan geçip 1400’lere düşmüş kete ye diyen teyzeyle tanışmış gibiydim. oyundaki yan karakterlere de kanınız hemen kaynıyor, sizi oyunun dünyasına çekme konusunda başrol oynuyorlar. bir kasabadan uzun süre uzak kaldığımda “ya, troskowitz’deki hancı ne yapıyor acaba? gidip bir bakayım” demeye başlayınca. dedim ki galiba ben oldum. ha tabii saatlerce görev yaptığınız o hancı’ya tekrar gittiğinizde sizi hiç sallamaması hoş olmuyor ama neyse. yani özetle bu oyunda çok fazla görev, çok fazla diyalog ve anlatılacak çok hikaye var. oyun, yavaş yavaş açılarak ve büyüyerek sizi yakalıyor sarıp sarmalıyor. bu arada eski vali brada detayıyla bradalar kanalına selam çakan warhorse a da sevgilerimi iletiyorum. muhtemelen bizle bir alakası yok ama görünce ve henrynin ağzından brada adını duyunca (youtube kanalımın adı) baya bir dumura uğradım.
ikinci oyun mu? genişleme paketi mi?
gow ragnarok, ilk oyunun her anlamda genişletilmiş ve geliştirilmiş bir versiyonuydu. mekanik anlamda şov yapmıştı geliştirici ekip. ama ben ragnarok’un hikaye anlatımını sevmemiştim.. marvel filmleri gibi böyle bir yapaylık, yapay zeka yazmış gibi bir dümdüzlük var idi ragnarok hikayesinde. kcd 2’de ise evet, belki mekaniksel olarak bir gow ragnarok benzeri sıçrama yok, ama hikaye anlatımı ve olay örgüsü anlamında ikinci oyun çağ atlamış desem yeridir.. bir dizinin 3 sezonluk bölümü kadar olay var bu oyunda. ve ana hikayeye kendinizi kaptırırsanız, aşırı saran bir dizinin nasıl ki 2 günde 3 sezonunu izlersiniz ya, kcd 2’ye de aynen böyle kaptırıyorsunuz kendinizi. bu arada, henry ve lord capon, en iyi oyun ikililerinden biri olmuştur benim için.
yani, özetle, hikaye. kalitesi, görev çeşitliliği açısında bir devam oyunun hakkını veriyor kcd 2.

gerçekçiliği neden sıkıcı değil?
ilk oyunda gladiator gibi bıraktığımız henry’ciğimiz bir takım eğlenceli olaylar sonrasında attan düşmüşe dönüyor, demiştim ya. ikinci oyuna yine fas fakir, yine doğru düzgün kılıç tutmayı, ok atmayı, pazarlık yapmayı bilmeyen, karizma yoksunu bir karakter olarak başlıyoruz. kulağa belki sinir bozucu geliyor ama aslında hiç de öyle değil. çünkü bu oyunun bence en eğlenceli kısmı karakter gelişimi. oyunun ilk saatlerinde yapacağım ulan ben burada diye kısa bir süre afalladıktan sonra içgüdülerinize güvenmeye ve yavaş yavaş mekanikleri öğrenmeye başlıyorsunuz. oyunun mekaniklerini, haritasını keşfederken geçirdiğiniz süreç oyunun da en keyifli yanı. hani paraşütle atladığımız ve hemen üstümüze giyecek bir şeyler bulmaya çalıştığımız bir battle royal oyunu gibi, ortama düşüyor ve hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. o bir şeyleri arayıp bulma sıfırdan yükselme br oyunlarının en zevk alınan yanıdır ya. bu oyun da öyle sizi yoklukla sınıyor.. aç geçirdiğiniz günün sonunda boğazına giren bir somun ekmeğe bile şükreder oluyorsunuz. bulduğunuz ilk paslı, eğri büğrü kılıcı gördüğünüzde, yeni vergi keşfeden ekonomi bakanı gibi sevinçten dört köşe oluyorsunuz. bu gelişim ivmesi o kadar yavaş oluyor ki, nihayet kombatta yavaş yavaş haydutlara üstünlük kurmaya başladığınızda ya da sonunda bir at sahibi olduğunuzda, ya da saatlerce giydiğiniz yırtık pırtık çuvaldan bozma bir kıyafet yerine ilk parıl parıl parlayan zırhınızı kuşandığınızda yaşadığınız o tatmin hissinin bir eşi benzeri yok. ben çok nadir oyunda bu duyguyu yaşadım. sanırım ilk oyundan vazgeçişler de tam da buralarda yaşanıyor. insanlar "bu kadar simülasyon bana fazla" diyor.
kutenberg…
oyunun başında girebilmek için ecel terleri döküp bir dünya görev yaptığımız troski kalesine sonunda adım attığımıda “girdim şu kaleye yeter be” diyerek bir derin oh çektim ama hayır. kaleye değil, kalenin dış duvarıyla iç duvarları arasındaki benim gibi düşük yaşam formlarının yaşadığı bir kenar mahalleye ulaşabilmiştim sadece. kaleye girebilmek içinse, daha burada da yapılacak onlarca şey vardı. ve nihayet saatlerimi harcayıp o devasa kaleye girdiğimdeyse, kendimi 70'lerde köyden istanbul'a göçen anadolu'lu yağız delikanlı gibi hissettim. sağa sola bakıp "viyy garilarala bak!" demesem de, benzer bir şaşkınlıkla kalenin detaylarına adeta teslim oldum. ve oyunun asıl beni şok eden yanı da şuydu: bu kale, oyunun 3. haritası olan heybetli kuttenberg şehrinin yanında, milletvekili maaşı karşısındaki emekli maaşı gibi kalacaktı. 70. saate yaklaşırken, daha yeni girdiğim devasa kuttenberg şehrini görünce, kcd 2’nin ilk oyuna göre ne kadar büyük olduğunu çok daha iyi anladım. çünkü kutenberg ve çevresinde de yapılacak bir dünya görev beni bekliyordu. oyun zopanın ucundaki havucu bana gösterip, gösterip çekiyordu. o havucu yiyince de tadı daha önce yediğim hiçbir havuca benzememişti. çünkü kcd 2 beni bu duyguya yavaş yavaş hazırlamıştı. oyun, bu kendini ağırdan satma tarzı bazı oyunculara çok manasız geliyor. yani, eğer ilk oyunun bu tarzını sevmediyseniz, ikinci oyunu da sevemeyeceksiniz. ama ben havucumu seviyorum. metafor mu o?
zayıf yanları
tabii ki kcd 2’nin zayıf yanları var. yani şu save olayı çok angarya be, tamam ben de simülasyon seviyorum ama bir süre sonra simya olayı çok manasız ve zaman kaybı geliyor. bazı görevler gerçekten gereksiz kastırıyor. özellikle birkaç görev dizaynı var ki resmen fail. npc’ler olması gereken yerde olmuyor, , baştan save-load yapıyorsun, baya bir bekliyorsun falan. oyunun temposunu yok eden sayıca çok olmasa da birkaç görev vardı ki, olmasaymış da olurdu dedirtti. efendim, bunların dışında envanter de bir tık karışık bence. henry’yi mesela daha yakından görsek, zırhlarımızı, kılıçlarımızı, eşyalarımızı incelesek şu menü ekranında... sekmeler, yönlendirmeler, ne nedir, simgeler ne işe yarıyor anlamak zaman aldı, oyuna alışana kadar baya zorlanıyorsunuz. ha, zorlanmak istemiyorsanız, kılavuz videosu yayında açın, izleyin keh keh. kutenberg şehrinde de sanki grafiksel oalrak bir zyıflık var gibi hissettim. oyunun diğer yerlerine göre bi downgrade var gibi geldi.. ya da doğal ışık almadığı için mi yoğun binalar yüzünde ya da fps düşüşü olmasın diye farklı bir teknik mi kullanmışlar görsel bir düşüklük var gibi hissettirdi. tam çözemedim.
savaşlar ve görev geçişleri
savaşlar çok daha büyük evet, npc sayısı fazla, gerçek savaş gibi hissine biraz daha yaklaşmışlar. ama savaşlar içindeki görev geçişleri iyi değil. yani bir kale kuşatmasında ön kapıyı savunuyorsunuz örneğin, sonra arka kapıyı savunma görevi geliyor, oraya giderken bir siyah ekran, bir bekleme ekranı, bir ara sahne giriyor, savaş içindeki ikinci göreve gidiyorsunuz. bu da savaşın o karmaşasını, soluksuz adrenalin salgıladığınız o akıcılığına çok büyük balta vuruyor. ya şu savaşlar bir kesintisiz olsaydı be o zaman işte tadından yenmezdi. bu haliyle bir m&b savaş atmosferi hissi vermiyor.
tekrarlayan şablonlar
tabii her oyunda olduğu gibi, kcd 2’de de zaman geçirdikçe belirli şablonların tekrar ettiğini görüyorsunuz. halkın aynı şeyleri sürekli yapması, npc’lerin hep aynı şekilde davranması gibi tekrar eden şeylere rastlamak kaçınılmaz. yine de kcd 2 bu durumu da şöyle aşmaya çalışmış: tam oyunun ilk haritasını tükettiğim anda, yepyeni bir haritaya geçiyorsunuz. yeni hikâyelerle, yeni karakterlerle oyuna taze bir kanla yeniden başlıyorsunuz adeta. yani günlük yaşam tekrar etse de, bu sefer bir şehir yaşantısını, ya da maden işçilerinini hayatını gördüğünüz için o tekrar hissini çok da almıyorsunuz. sürekli yeni yerler keşfetmek, dar bir yerde sıkışıp kalmışsınız hissini aşmanızı sağlamış ki, ilk oyunun eksik yanlarından biri de buydu. bu arada çok bahsetmedim ama köpek fena bir dokunuş olmamış. düşmanlara saldırması savaşlarda baya işe yarıyor. onun da yapay zekası bir tık sorunlu, bazen ayağınıza dolanıyor durup duruken havlıyor bir şey var mı diyebakıyorsunuz bir şey de çıkmıyor fena bir dokunuş değil ama keşke daha gerçekçi, daha duygusal bağ kurabileceğimiz daha zeki bir hayvanat olsaydı. oyuna level atlatırmış bu yeni detay. ne it adlı köpeğimizle ne de atımızla bağ kuramıyoruz. efenim bir başka eksik de müzikler.
Kingdom Come: Deliverance II OST - Saint Barbara Theme
müzik ve ses tasarımı
ses tasarımı şahane olsa da, özgün müzik konusunda bence oyun zayıftı. bu kadar iyi bir oyuna şöyle akılda kalıcı bir tema müziği şart abi. witcher 3'te skellige deyince hepimizin aklına o şahane keman melodisi gelmiyor mu? the fields of ard skellig’i duyduğumuz anda, skellige’nin o karlı soğuk atmosferine ışınlanmıyor muyuz? ya da skyrim’in herhangi bir soundtrack’ini açtığımızda, kendimizi akçay’da bulmuyor muyuz? işte kcd 2’de bu hit parça diye belirleyeceğim, oyunla, oyun atmosferiyle özdeşleşen neredeyse hiç günlerce kafamızda dönen o parça yok. bence epik oyunlar, epik müzikleri sayesinde oyuncuların zihnine mıh gibi kazınıyor. bu detay es geçilmemeli. "haber uayı" deyince hangi melodi geliyor akla? yaaa işte bu kadar önemlidir müzik. o yüzden ses tasarımı 9, ama soundtrack 6 alır benden diyor ve son ve en önemli soruya geçiyorum: kim alsın bunu kimler uzak dursun?
kim alsın, kim uzak dursun?
ben bu oyunu kitap okumayı seven, tarihe ilgi duyan, oyunlarda önceliği hikâye anlatımı, atmosfer ve keşif olan oyunculara öneriyorum. iyi yazılmış karakterler ve olay örgüsü aşığıysanız, bir oyun oynayayım ve orada yaşayayım, modern dünyanın berbat gündeminden, günde iki saat de olsa kaçayım diyenlerdenseniz, bu oyunu kesinlikle alın. tam bir kaçış oyunu kingdom come: deliverance 2.
eğer bunlar tam bana göre diyorsanız, kcd 2 size 100 üzerinden 100’lük bir oyun gibi gelecektir. ki ben bu sınıfa giriyorum. o yüzden objektifliği bir kenara bırakarak kcd 2’ye 100 üzerinden 100 tam puan veriyorum demek isterdim ama demiyorum, çünkü biz objektif bir kanalız.. yapay zeka destekli derin analizlerim sonucunda, ahan da gerçek puanım bu. hikâye anlatımı aşığı bir oyuncu için cevher sınıfında bir oyun, kcd 2. ama sadece bu yönüyle parlamıyor, daha kullanışlı kombat mekanikleri ile ilk oyuna göre çok daha fazla ortalama oyuncu kitlesine de hitap ediyor. kombat kesinlikle çok daha kullanıcı dostu, daha sade ve daha keyifli. içerik inanılmaz dolu. kendini tekrar eden içerikler kaçınılmaz olsa da, özgün yan görev sayısı hiç de az değil. bug neredeyse yok. optimizasyon çok iyi. grafikler güzel. içerik dolu dolu 100 saati gözü kapalı gömüyorsunuz. yani özetle, kcd 2 yılın en iyi oyunlarından biri. sadece biraz oyunun açılmasına sabretmeniz lazım. bu sabrınız yoksa kcd2 pek size göre bir oyun değil diyor ve huzurlarınızdan ayrılıyorum. huh ne anlattık be. video biter, bohemiyalı penam kaçar, hadi bye bye.