1975'teki Guguk Kuşu'nun Öncesini Görmek İsteyenler İçin İdeal Bir Seyirlik: Ratched

1975 yılında vizyona giren Guguk Kuşu (One Flew Over the Cuckoo's Nest) filmindeki Hemşire Ratched karakterinden ilham alan Netflix dizisi Ratched'ın güzel bir incelemesi.
1975'teki Guguk Kuşu'nun Öncesini Görmek İsteyenler İçin İdeal Bir Seyirlik: Ratched

1962 yılında ken kesey tarafından yazılan ve 1975’te milos forman tarafından beyazperdeye uyarlanan one flew over the cuckoo’s nest’teki (guguk kuşu) tüm endişenin, mutsuzluğun ve umutsuzluğun kaynağı olan hemşire ratched karakteri, afı tarafından tüm zamanların en kötü beşinci karakteri olarak gösterilir

filmin gösterime girdiği yıl henüz bir yaşında olan sarah paulson, her ne kadar ileride bir netflix uyarlamasında bu rolü oynayacağından habersiz olsa da, projenin ismi ryan murphy ıle anılmaya başladığı zaman muhtemelen bir çok kişinin direkt aklına gelmiştir.

o.j simpson davasını, televizyona the people v. o. j. simpson ile taşıyan ryan murphy, efsanevi marcia clark rolünü sarah paulson’a vermiş, american horror story ıle başlayan işbirlikleri, paulson’a bu rol ile golden globe ve emmy kazandırarak devam etmişti. (american horror story demişken, asylum serisini hatırlayanlar, ratched’i izledikten sonra, ikisi arasında tematik bağı mutlaka fark edecektir)

kötü insanların, işledikleri suçların / yaptıkları kötülüklerin kaynağını görüp, neden yaptıklarını anlayabilirsek, onlarla empati kuracağımız veya en azından onlara sempati duyabileceğimiz genel kabul görmüş bir ilkedir. ratched; bize bir nevi “guguk kuşu”nun öncesine götürüp, ratched’i tüm boyutlarıyla göstermeyi planlıyor.

-buradan sonrası spoiler içerir-


ikinci dünya savaşı sonrasında, pastel boya kutusundan çıkmış bir kasabanın okyanusa nazır bir tepesindeki küçük bir moteline yerleşen mildred ratched, dünyayı daha adil, nazik ve yaşanabilir hale getirmek amacıyla; kendisi için önemli birini izini sürerken, bir yandan da geçmiş travmaları ile de yüzleşmeye başlar. mildred, sahip olduğu tek aile olan bu kişi için beslediği bağlılık, yolunu, çiçek desenli duvar kağıtları, antika vazoları ve rengarenk pencereleri ile, bir malikaneden devşirilmiş lucia eyalet hastanesine götürür. en tehlikeli mahkumun “şarap mahzeninde” tutulduğu, hemşirelerin turkuaz üniformalar giydiği ve idarecisi filipinli bir hekim olan bu hastanede ratched, kıvrak zekası ve oportünist yaklaşımıyla bir yer edinmeye çalışır.

hanover’i, psikolojik hastalıkların ön saflarını lobotomi ve hidroterapi gibi yöntemlerle tedavi etmeye uğraşan ve kendi tiranlığını - hemşire bucket’in da yardımıyla- kurmuş bir hekim profilinde görüyoruz. hanover’in yaverliği pozisyonunu gözüne kestiren ratched, tüm keskin zekasını bu işe adar. savaş meydanları ve evlerden ırak hastane köşeleri bir nevi, doğal yaşam alanı olan mildred, hastanedeki herkesi manipüle ederek, onları planına dahil etmeyi başarır.


mildred’in, yaptığı ve yapacağı her şeyin yanlış olduğunu bilmesi, ancak yine de belirlediği bir amaç uğruna yapması (makyavelizm düsturu), kendisini alanında müthiş yenilikçi görmesine rağmen, tıpkı bir seri katil gibi “acımasız” tedaviler uygulayan hanover ile müthiş bir tezat oluşturmaktadır.

tüm bu olanlar olurken, az önce bahsettiğimiz vali’nin “özel kalemi” olan gwendolyn ile de yakınlaşan mildred, bu yakınlaşmayı pek kendine yediremez. hanover’in “müthiş yenilikçi” kürleri neticesinde, iki “lezbiyen” kadını “kızarmaktan” kurtaran mildred'in bu seçimi, gwen’e olan arzusunu kabul etmesiyle de alakalıdır. mildred’in tüm planlarına karşı, içinde halen empatiden izler taşıdığının da bir göstergesidir, zira, “aşk” mildred için sadece güller değil aynı zamanda dikenlerden de oluşan bir çelenktir. zaten, hikayenin kötü adamına da mildred diyemeyiz. zira, finalde herkes bu tartışmalı karakter hakkında kendi kararını vermekte özgür, mildred’in eylemleri kötü ve acımasız da olsa, niyetinin saf ve iyi olduğunu söylemek mümkün.


bu olaydan sonra, ratched’in hikayesine, suikast planları, politik entrikalar, kaçak aşıklar ve aynı bir “evlat” gibi giydirilmiş bir maymunla bezeli, gereksiz bir “niceliğin” dahil olduğunu görüyoruz. bu yönüyle, sanki, american horror story’nin sürpriz seçmelerine katılan “korsan” bir program gibi duruyor ya neyse.

dizi / filmlerin ilk başlarda düz, sıradan ve öngörülebilir olarak gözüken ancak sonradan aniden olayların akışını aniden değiştiren karakterler vardır. işte bu dizide, lucia devlet hastanesinin nemfoman hemşiresi dolly’den başkası değil. edmund’un sevgisine mazhar olmaya başlayınca, karakterinin farklı bir yönünü ortaya çıkaran dolly, davranış ve eylemlerinde öylesine acımasız kaçar ki, edmund’u bile gölgede bırakır. bu yönüyle, kapsayıcı bir karakter olduğunu söyleyebiliriz, zira, edmund’un insanı yönü, ancak dolly ile bir eş olduklarında bir mantık temeline oturmaktadır. (örnek, çiftlikteki tavuk sahnesi). dolly sayesinde, edmund'un da bir ruhu olduğunu anlarız. dizinin başındaki, “machete” den pek bir eser kalmamıştır. hatırlayalım, edmund tolleson; duraklaması, mimikleri, dengesiz ve rastgele hareketleri ile, gayet inandırıcı ve büyüleyici bir karakter olarak tasvir edilmişti, oysa şu anda, onun da bir “ruhu” olduğuna dolly sayesinde kanaat getirdik, işte tam bu noktada, edmund’un olumlu veya olumsuz bir karakter olduğunu söyleyebilmek güç. zira, kötüler her zaman şeytani değildir, sadece geçmişlerindeki hasarların etkisindedirler.


dizide, fiziksel engelli hastalar, ya canavardır ya da ruhsal acı çeken azizlerdir, ve güçlü-sağlıklı bedenlere bahsedilen nominal cesaretten ya hiç pay almamışlardır ya da fazlasıyla almışlardır.

dizinin sonlarına doğru, çoklu kişilik bozukluğu tanısıyla hastaneye arz-ı endam eden charlotte (sophie okonedo) karakteri de, en az, amanda plummer’ın hayat verdiği, motel işletmecisi louise karakteri gibi olağandışı. böylesine güçlü yan karakterleri izlemeyeli uzun zaman olmuştu, judy davis – hemşire bucket rolü ile, sharon stone ise lenore osgood rolüyle çok ama çok başarılılar.


dizi, antraktını yaptığında; herkes ya katıldır, ya da katile aşık.

sonlara doğru biraz klişelerde boğulsak da, (düşmanların müttefik olması vb gibi) pastel renkleri, 1940’ların batı yakası atmosferi, kostümleri, müzikleri, arabaları, dekorları ile 1975 yılındaki “guguk kuşu”nun öncesini görmek isteyenler için ideal bir seyirlik.

shakespeare’nin ön ikinci gecesi'ndeki malvolio’dan esinlenerek bitirelim. “bazıları deli doğar, bazıları deliliğe erişir, bazılarınınsa delilik gelir başına konar”