2001'den Günümüze: Türkiye Ekonomisinin Nasıl Bu Hale Geldiğinin Detaylı Anlatımı

2001'deki ekonomik krizden sonra bir süre toparlanan ancak özellikle 2013'ten beri bir çöküş içinde olan Türkiye ekonomisi nasıl bu hale geldi?
2001'den Günümüze: Türkiye Ekonomisinin Nasıl Bu Hale Geldiğinin Detaylı Anlatımı

2001 yılında yaşadığımız ekonomik krizde bankacılık sektörümüz çok kötüydü ve içleri hortumlanmıştı. imar bank'lar, pamuk bank'lar ve bir sürü banka; sahipleri ve yöneticileri tarafından hortumlanmıştı. tabii ki o dönem sınırlı döviz rezervi ile sabit kur uyguladığımız için döviz bir gecede %40 artış sağlayabiliyordu. çünkü sabit kur için devletin döviz rezervinin yüksek olması gerekiyor. bakınız: çin merkez bankası'nın yuanı dolar karşısında sabit tutması iyi bir örnek.

bizim tarafta krizden çıkmak için bülent ecevit ve koalisyon hükümeti imf ile anlaşmaya gitti. bu anlaşmaya istinaden kemal derviş, ekonominin başına getirildi ve ekonomi de tam yetkili kılındı. ilk olarak bankacılık sektörüne neşteri vurdu. merkez bankası özerkliğe kavuşturulup bankacılık ve denetleme kurumu kuruldu. batık bankalar içinde tasarruf mevduat ve sigorta fonu kuruldu. bu sayede bankaların sürekli denetleneceği ve içlerinin boşaltılamayacağı bir yapıya dönüştürüldü.

tam krizin emareleri ortadan kalkmaya başlamıştı ki devlet bahçeli denen hükümet ortağı şahsın seçime gidelim telaşı tuttu. ekonomik krizin yaraları daha henüz sarılmadan erken seçim talebi hem hükümet ortağı dsp, hem mhp hem de diğer sağ partiler için sonun başlangıcı oldu. çünkü o dönem basın şimdikine kıyasla çok daha özgürdü. özellikle saadet partisi'nden ayrılan seçimlere yeni kurulmuş olarak giren akp ve 6 aylık geçmişi olan genç parti seçimlere damga vurdular. özellikle televizyon ve basın tarafından ak parti övüle övüle bitirilemiyordu. 

iktidarda başbakan olan bülent ecevit’in dsp’si baraj altında kalır iken bir önceki seçim de baraj altında kalan chp ikinci parti olarak meclise giriyordu.


genç parti'nin almış olduğu %7’lik oy nedeniyle mhp, dyp ve anap %10’luk baraja takılıyorlardı ve akp almış olduğu %34 oya rağmen meclisin %67'sine sahip oluyor ve buna istinaden 550 milletvekilinin 365 tanesine sahip oluyordu. ilk dönemlerinde kemal derviş politikalarına devam ettiler ve ab uyum yasalarına harfiyen uydular. tabii ki ab uyum yasalarını göstererek orduyu da istedikleri kıvama getirdiler. olayın siyasi tarafından ziyade ekonomik tarafı ile ilgilendiğim için ergenekon ve balyoz davalarına değinmiyorum. fetö'nün de nasıl devletin her kademesine sızılmasına olanak sağladığını yazmıyorum.

ab uyum yasalarını bahane ederek tarıma kota koyma, kamu iktisadi teşebbüslerini de özelleştirmeye başladılar. 2006-2007 yıllarına kadar ülke kemal derviş politikaları ile gayet iyi gitti. çünkü bu politikanın cefasını bülent ecevit önderliğindeki hükümet çekerken, ak parti ise imf politikasının kaymağını yiyen taraf oldu. ab ile masaya oturulduğunda havai fişeklerle kutlama bile yapılmıştı. ab tarafı bizim kamu kurumlarımızın özelleşmesini ve global ekonomiye entegre oluşumuzu alkışlıyordu. çünkü avrupa'nın göbeğinde sürekli tüketen bir 70 milyonluk nüfus vardı. ab ülkeleri için müthiş bir pazardık.

2008 yılında amerika’da lehman brothers’ın iflası ile beraber mortgage krizi patlak verdi. tabii ki amerikan merkez bankası (fed) bu sorunun çözümü olarak ekonominin küçülmesini değil, büyüyerek bu krizin atlatacağını düşündü. burada uluslararası bir para birimine sahip olmasından dolayı karşılıksız dolar basarak ekonomiyi büyütme kararı aldı. tabii ki bu basılan paranın bankalarda tutulmaması için faizleri dip noktaya çektikleri gibi, bankalarda yatan paralara bırakın faiz vermeyi bankalarda tuttukları için kesinti yapmaya başladılar. bu durumda sıcak paralar ülke dışına, yani gelişmekte olan ve yüksek faiz veren ülkelere kaymaya başladı. 

biz de bu sıcak parayı çekmek için özelleştirmeler yaptık. hem de yüksek faiz verdik ve sonucunda bu sıcak paralar için güvenilir liman olduk. bunun için ab uyumlarını ve kredi derecelendirme kuruluşlarına güven verdik. bir zamanlar fitch, standard poor ve moody's bizim hükümetin sevdiği kuruluşlardı.

gelen sıcak parayı akp kendi zengin zümresini yaratmak için inşaat sektörüne kanalize etti. devlet eliyle kendi yandaş müteahhitlerine devasa ihaleler verildi. inşaat sektörünü lokomotif sektör ilan etti. çünkü inşaatta hiçbir üretim kanalından elde edemeyeceğin karları elde edebiliyordun. 50.000 tl’ye üretilen evi 500.000 tl’lere satabiliyordun. kamu ve belediye arazileri talan edilerek yandaş müteahhitler zenginliğin dibine vurdular. çünkü en iyi sanayici %30-40 ile satış yaparken, bu inşaatçılar, hükümet desteği ile maliyetinin 10 katına kadar satış yapıyordu. 35 yaş üstü arkadaşlar bilir; eski türk filmlerinde zengin iş adamlarını tasvir ederlerken fabrikatör, tekstil kralı gibi ifadeler kullanılırdı. ancak ak parti ile inşaat ve müteahhitlik devasa bir sektör konumuna ulaştı. diğer taraftan da 3 çocuk yapın, ev alın propagandaları ile ülkenin genelini şantiyeye çevirdiler. 

dünya bankası'nın araştırmasına göre dünyada en çok devlet ihalesi alan 10 firmanın 5 tanesi türk firmaları. yani bizim hükümet hep aynı firmalara yap-işlet-devret mantığında ihaleleri vermiş. limak 45 milyar dolarlık ihale, cengiz 50 milyar dolarlık ihale, kolin 35 milyar dolarlık ihale, mng 35 milyar dolar, kalyon 40 milyar dolarlık ihale almış. sadece 5 tane firmanın aldığı ihale miktarı 205 milyar dolar. ufak tefek ihaleler ve yerel firmalara yapılanlar bu miktara dahil değil. bu tutar ölü yatırım inşaata değil de üretime kanalize edilseydi bugün çok farklı konumda olabilirdik. üstelik bu rakamlar ihale maliyetleri idi. halka faturalanacak ve halkında ödeyeceği paralar ile bu 205 milyar dolar, en az 300 milyar dolar civarıdır.

yandaş iş adamlarına da devletin kaymaklı ihalelerini verdiler. dışarıdan alınan sendikasyon kredileri ile bankalar devasa boyutta finansmanlara sahip oldu. bankalar aldıkları paraları da halka, kredi (konut, ticari, taşıt ve tüketici), kredi kartı olarak halka sundu. harcamayı ve borçlanmayı bilmeyen halk ise bugün bunların cezasını çekiyor. yaşı yine 30 yaş üstünde olanlar bilir; eskiden banka reklamlarında tasarruf ön planda tutulur ve tasarruflarınıza en yüksek faiz, vadeli hesabınıza en yüksek oran gibi reklamlar dönerdi. ancak bu reklamlar yerlerini kredi ve kredi kartı gibi reklamlara bıraktı.

inşaat sektörü ekonomide altın dönemini yaşıyorken enteresan olarak mevcut inşaatçılar bir türlü vergi rekortmenleri arasına giremiyordu. o dönem tabii ki türgev ve deniz feneri gibi kuruluşlara yapılan bağışların tamamının vergilerden düşürülebiliyor olması da enteresan bir bilgi olarak burada yerini alsın. yani bir yandaş iş adamısınız ödemeniz gereken kurumlar ya da gelir vergisi 10 milyon tl bu parayı maliye'ye değil, türgev’e bağışladığınızda vergi borcunuz siliniyor. öyle ki yılların eczacıbaşı’sı serum fabrikasını şantiyeye çevirip inşaat işi ile uğraşmaya başladı. adalet sarayları, köprüler, yollar, hava alanları hep gelen sıcak paralar ve halkı borçlandırarak yapılan projelerdi. özelleştirmelerde son gaz devam ediyordu. ülke, inşaat sektörü ile ölü yatırım rekoru kırıyordu. arada arap iş adamlarına da evler satılarak insanların gözleri boyanıyordu. 

halk harcamalara yönlendirilip nerdeyse yoldan geçene kredi kartı ve kredi verme yarışına girildi. ülke sıcak paranın en uğrak limanı oldu. insanlar düşük faizli sıcak paranın kalıcı olacağını zannetti. 2008 ile 2013 yılları arasında ülkemizde devasa bir likitide bolluğu oluştu. biz bu parayı maalesef ki inşaata gömdük. halbuki o paraları yatırım olarak üretime yani fabrikalara ve arge'ye yatırmadık. ölü yatırım olan inşaata gömdük. sadece 5 tane inşaatçı 205 milyar dolarlık ihale almış. rakam korkunç bir rakam. bu para hayvancılığa ve tarıma yönlendirilseydi bugün çok daha ucuza kırmızı et yiyebilirdik.

ağustos böceği misali yazın sonuna geldiğimizde, yani yıl 2013 olduğunda kötü haber gelmeye başladı. fed faizleri artıracağını ve yıllarca bastığı dolarları ülkeye geri çekeceğini belirtti. biz ise aman bize bir şey olmaz diyerek bu uyarıları dikkate almadık. hala kanal istanbul, 3. köprü, osmangazi köprüsü, 3. havalimanı gibi önceliği olmayan projelere destek vermeyi sürdürdük. üretim maliyetleri artan hayvancılıkla, tarımla uğraşan çiftçileri zam yaparsanız ithal ederiz diyerek aba altından sopa gösterdik. tarım ve hayvancılığın problemlerini çözmek yerine problemleri halının altına süpürdük. yerli ürün üreten sanayiciyi korumak yerine ithalatın önünü komple açarak, üreticiyi çin'in ucuz ve dandik ürünlerine karşı korumasız bıraktık.

ülke sanayicisi çin'den getirilen ürünlerin fiyatları ile yarışamaz oldu ve fabrikalar sıra sıra kapandı. bugün sarımsak çin'den, ceviz amerika'dan getirtiliyor, soslu mısır ispanya'dan, mercimek kanada'dan geliyor. çin’den bile kürdan ithal etmeye başladık. çünkü çinli 1 dolara ürettiği şeyi biz 2 dolara üretiyoruz diye çin’den almaya başladık. halbuki bu sektörün ayakta kalması için devletin yapması gereken yerli üreticiyi korumaktı ve ithal ürüne ek vergi ile fiyatını eşitlemekti. ancak yerli üretici çinden gelen ürünlerle rekabet edemeyince o da sektörden çekiliyor ve kendi gücü imkanı ile yine inşaat sektörüne giriyordu.

kısaca ülke yabancı sermaye ve yabancı ürünler için tam bir cennet haline gelmişti. çünkü 80 milyonluk bir ülkeydik ve sadece tüketiyorduk. üstelik tüketmek için de dışardan borç alıyor ve aldığımız paraları da onlardan mal almak için kullanıyorduk. ab ülkelerindeki firmalar da kendi hükümetlerine baskı yapıp bizim ülkemize sıcak para akışının devam etmesi için çabaladılar. çünkü bu sayede alman arabaları, fransız arabaları yok satıyordu. ülkedeki kar eden özel şirketler birer birer dış ülkelerdeki firmalar tarafından satın alınıyordu. çıkarılan bir kanun ile bu ülkede kazanılan paraların tamamının yurt dışına çıkarılması serbest bırakıldı. türk telekom'u alan araplar, telekom'un kar payını ülkelerine rahat rahat götürebiliyorlardı. bu şekilde satın alınan şirketler paralarını kendi ülkelerine rahat rahat götürebiliyordu.

kamunun kendi gücü ile yapabileceği büyük inşaatlar hazine garantileri ile yandaş inşaatçılara birer birer veriliyordu. çünkü hepsine döviz garantisi ve amerika’da ki enflasyon oranları kadar yıllık zam yapılabilecekti. bu sayede devlet osmangazi, 3. köprü, havaalanları, şehir hastaneleri ile yıllarca yandaş iş adamlarına devasa boyutta ödemeler yapabilecekti. bu da kamu bütçesinde devasa boyutta delikler oluşmasına ve bu deliğin kapatılması için de halkın ağır vergiler altında ezilmesi anlamına gelmekteydi.

kısacası ülke, katma değeri düşük olan üretim, turizm ve tarım ile bugünlere iyi bile geldi. ağustos böceğinin kışın ne yaptığını canlı canlı göreceğiz. şu anda ödememiz gereken devasa borçlar ve artan maliyetler ile ülkenin nasıl ayakta kalacağına tanıklık edeceğiz. herkes kemerlerini bağlamalı ve ayaklarını yorganına göre uzatmalı. ülkenin daha önce hiç tanıklık etmediği bir döneme giriyoruz. daha önceki yıllarda yaşanan ekonomik sıkıntıların, bugün yaşayacağımız problemlerin yanında sinek vızıltısı kalacağını belirtmem gerekiyor. üstelik bu problemlerin ne kadar süre yaşanacağı ve düzeltilip düzeltilemeyeceği bile muallakta. kısacası açlık ile terbiye edileceğiz günlere geldik. ayrıca mevcut hükümetin problemi çözme şansı hiç yok. çünkü problemin çözümü için öncelikle o problemi ve sorunu kabul etmek gerekir. biz ise yokmuş gibi davranıyoruz.

İyisiyle Kötüsüyle Türkiye'nin 2001 Sonrası Ekonomisinin Mimarı: Kemal Derviş