Acımasız İşgalcilerin, Zirve Dönemlerinde Yok Ettiği Medeniyet: Aztekler
aztekler orta amerika'da yalnızlık çeken siyasi bir varlıktır. mayalar, ispanyol kaşifleri geldiğinde en şaşaalı dönemlerini yüzyıllarca önce yaşamış, ölü bir uygarlıktır. ispanyol conquistadorler ticaret ya da savaş vesilesiyle bile olsa doğrudan bir maya devletiyle karşılaşmamışlardır. mayaların yazı, mimari ve matematik yetkinliklerini o kültürün ardılı ve taşıyıcısı azteklerde keşfetmişlerdir. mayalar ve aztekler arasındaki haleflik seleflik ilişkisi, eski dünyadaki yunanistan ve roma imparatorluğu arasındaki ilişkiye benzer. nasıl ki milattan önce 50 yılında akdeniz havzasına düşen bir zaman yolcusu fiilen yunan ülkesi, yunan devleti veya ordusuyla karşılaşmaz. (yunanistan o çağda artık roma imparatorluğu'nun bir eyaleti durumuna düşmüştür) ama güçlü roma imparatorluğu'nun demokrasi anlayışında, felsefi ve bilimsel birikiminde, din ve mitolojisinde yunan kültürünün bir yansımasını buluyorsak; azteklerin yazılarından takvimine, tanrılarından mimarilerine kadar birçok kültürel varlığında da maya medeniyetinin mirasını görmek mümkündür.
azteklerin kuzey komşuları ise bizon sürülerinin peşinde koşan avcı toplayıcı göçebelerdir. ne askeri bir tehdit oluşturabilirler ne de diplomatik / ticari bir akran olabilirler. azteklerden daha büyük bir coğrafyayı doğrudan yöneten ve çok karmaşık bir devlet sistemine sahip olan bir başka amerika uygarlığı inkalar ise uzaktadır. aztek ülkesinin başkenti tenochtitlan'dan inka imparatotluğu'nun kalbi cusco'ya gidebilmek için kuzeyden güneye geçit vermeyen yağmur ormanları, dağlar, vadiler, çöller de dahil yaklaşık 7-8 bin kilometre yol gitmek gerekirdi. tarih boyunca hiçbir aztekli hiçbir inkaya rastgelmemiş olabilir. aztekler için tanışlık açısından bir avrupalı ile bir inka arasında pek fark yoktur.
aztekler savaşçı ve işgalci bir topluluktur. her ne kadar, amerika keşfedildiği günlerde, muazzam büyüklükleri ile avrupalı fatihleri şaşkınlığa sevk eden, tenochtitlan (bugünkü mexico city) gibi şehirleri kendileri kurmuş olsalar da, topraklarının çoğunu 1492 den birkaç yüzyıl önce yerel kabileleri yenerek fetih yoluyla ele geçirmişlerdir. ve uygarlıklarını, büyük gördükleri geçmişin toltek, maya ve hatta bilge olmek kültürünün üzerine inşa etmişlerdir. aztek toplumunu asker millet olması ve yeni kültürel kodlara uyum yeteneği bakımından, bir nevi yeni dünyanın türkleri sayabiliriz. türklerin de fethettikleri toprakların kültürel değerlerini benimsemek konusunda tarih boyunca hiç sorunu olmamıştır. şehirleri yağmalayıp, geçip giden moğolların aksine ele geçirdikleri ülkelerde kalıcı olan türkler, yerel halkla karışmayı bilmiş, köktengricilik'i bir kenara bırakıp, budizm'den manicilik'e, musevilik'ten hıristiyanlık'a, oradan islam'a kadar her dine girmiştir. 12 hayvanlı, hicri, celali, miladi gibi birçok takvimi ve runik, arap, kiril, latin gibi birçok alfabeyi kullanmıştır.
sonuç olarak aztek devleti beyaz adam gelene kadar, kuzey ve orta amerika'nın çevre halkları arasında siyasi ve askeri bakımdan bir süper güçtür. amerika'daki kolomb öncesi diğer kültürler arasında -inkalar hariç- hiçbiri gelişkin bir devlet teşkilatına, büyük şehirlere sahip değildi.
15. yüzyılda paris üç beş bin nüfuslu, çamurlu bir köyken aztek kralı montezuma'nın başkentinde, 200.000 den fazla insanın ikamet ettiği nakledilir, ispanyol fatihler tarafından. o zamana kadarki insanlık tarihinde, bu ölçekteki bir nüfusu her gün beslemek ve barınma, giyinme, eğitim, ulaşım ve bunun gibi ihtiyaçları karşılayabilmek için gereken lojistik olgunluk çok az şehre nasip olmuştur. eski dünyanın yarısına hükmeden roma, samuray feodalizminin en verimli çağında, nüfus yoğunluklarıyla meşhur japon şehirlerinden edo (bugünkü tokyo), hem roma hem bizans hem de osmanlı ımparatorluğu'na başkentlik yapmış istanbul.
ispanyol fatihlerin anılarına bakılırsa tenochtitlan şehri, bugün artık büyük oranda kurumuş olan texcoco gölünün ortasında, birbirine asma köprülerle bağlı ev ve pazarların arasından geçen kanallar ve bu kanallarda yüzen gondollarla, venedik'ten farksız bir şehirdi. üzerinde tarım yapılan yüzen adaları vardı. çoğu kimse hollandalıların setler kurarak, denizden kurtardıkları toprakları ekim alanına kazandırdıklarını ve su seviyesinin altında tarım yaptıklarını duymuştur. azteklerin su üzerinde tarım yaptıkları ise daha az bilinir.
aztekler sabanı, pulluğu bilmeyen bir kültür olmalarına rağmen gayet büyük miktarlarda ve çeşitte tarım yapabilmişlerdir. ayrıca muhtemelen pastoralist dönemi yaşamadan avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçmişler; besi, yük ya da binek amaçlı hayvan evcilleştirmemişlerdir. amerika kıtası kolomb öncesinde eski dünyaya göre büyük memeli hayvan popülasyonu açısından oldukça fakirdir. ispanyol kaşifler avrupa'dan getirdikleri atlarının üstünde bir anda karşılarında bittiklerinde yerliler onları dört ayaklı, uzun boylu tek bir canlı zannetmişlerdir.
orta doğu ve avrupa için buğday ve arpa başta olmak üzere tahıl, uzak doğu için pirinç neyse aztekler için de mısır bitkisi odur. yani temel besin maddesi. ekimi ve hasadı tahıla görece daha kolaydır. aslında kolay olması da bir şanstır. yoksa aztek medeniyetinden bahsediyor olamazdık. asya, kuzey afrika ve avrupa demek olan eski dünyadaki bütün toplumların bildiği üç şeye, aztekler hiçbir zaman sahip olmamışlardır. saban, evcil hayvan ve tekerlek. hatta aztekler olmasaydı, tekerleğin icadını her uygarlığın geçirmesi gereken determinist bir teknolojik aşama olarak görmek mümkündü. lakin, 60 metre yüksekliğinde tapınaklar yapabilen mimari ustası bir ulus, saniyelik kesinlikle günümüzde kullandığımız güneş takvimini hesaplayabilen matematik dehası bir halk, gel gör tekerlek yapamamakta ve teknolojinin evrimine ilişkin kuramları çöpe attırmaktadır. saban olmadan tarım, tekerlek ve evcil hayvan olmadan mega inşaatlar yapabilen bu kültürle ilgili daha da ilginç olan şey ise, mezoamerika uzmanı arkeologların aztek kalıntılarını incelerken; çocuklar için yapılmış oyun aparatlarının arasında tekerlekli oyuncaklara denk gelmeleridir. yani tekerlek teknolojisini bilmiyor değil kullanmıyorlarmış. muhtemelen yük ve binek hayvanına sahip olmamakla ilgili bir tandans. bu entri konusundan taşmadan şunu da söyleyelim. yeni dünyanın güneyindeki, azteklerin görkemde dengi sayılan inkalar ise yazıyı da bilmiyorlardı. bugün hala gizemi tam olarak çözülememiş, bir sopanın üzerine çeşitli renklerde ipler bağlayıp, çeşitli noktalarından düğüm attıkları bir yöntemle koskoca bir imparatorluğun kayıtlarını tutuyorlardı. yazıyı bilmeden, üç türkiye yüzölçümü kadar bir toprağı nasıl kontrol edebildiler, idari ve bürokratik sorunlarla nasıl başa çıkabildiler? bu da tarihin en ilginç konularından biridir.
azteklere dönersek, dinleri ve dinsel ritüelleri ise bambaşka bir orijinallik ve aynı zamanda maalesef vahşet örneğidir. dünyanın diğer coğrafyalarındaki katı ve şiddet içeren uygulamara sahip dini pratikler, aztek tapımıyla karşılaştırınca anaokul çocuklarının oyun havuzu eğlenceleri gibi kalır. ilk ispanyol öncüler aztek şehrine girdiklerinde yapıların azametinden ve şehrin büyüklüğünden huşuya kapıldıkları gibi, gördükleri başka bir manzaradan da dehşete düşmüşlerdi. azteklerin, hernan cortes gibi gözünü budaktan sakınmayan sert mizaçlı fatihlerin bile midesinin kaldıramadığı tuhaf bir ayinleri vardı: insan kurban etmek. hem de belirli dini festival dönemlerinde bir ya da iki insanın canına kastetmeden bahsetmiyoruz. bundan çok öte düzeyde sistematikleşmiş, kalabalık sayılarla ve sıklıkla tekrarlanan ayinler söz konusu.
amerika'ya ilk ayak basan hristiyan rahiplerinden bertal diaz ve olmedo'nun anılarına bakılırsa azteklerdeki dinsel kana susamışlık herhangi bir dönemde, dünyanın herhangi bir yerinde bu yönde yapılmış tüm şiddet olayalarından fazladır. cortes'in ekibi ile aztek başkentine giren ilk beyaz adamlardan olan rahip diaz, kral montezuma'dan teocalli tapınağını içine bakmak içi izin ister. montezuma'nın hiç bir şeye itiraz edecek gücü yoktur çünkü atları, tüfekleri, çelikten kılıç ve zırhlarıyla tanrı gibi görünen bu sakallı beyaz adamların oldukça tehlikeli olduğunu anlamıştır. misafirlerinin elinde rehin pozisyonuna düşmüş bu kral, cortes'in emrindeki bir subay gibi ne derse yapar olmuştur. diaz tapınağa girince önce koku dikkatini çekmiş, sonra içeri getirttiği ışıkla gördüğü şey ömrü boyunca unutamayacağı bir etki bırakmıştır. on metrelerce yükseklikteki devasa piramit tapınağın tüm iç yüzeyi insan kanıyla boyanmıştır. içeride insan kellelerinden bir dağ vardır. cortes askerlerinden bir kaçına emir vermiş; 136.000 kadar kurukafayı saydırabilmiştir. bazı tahminlere göre aztek başkentinde, sadece bir günde binlerce insanın kurban edildiği ayinler vuku bulmuştur. imparatorluğun kalbine daimi kurban kanı pompalayacak sürekliliği sağlayabilmek için, özelleşmiş bir askeri düzenleri vardır. aztek kültürü korkunç alışkanları ne boyutta olursa olsun ispanyol conquistadorlerinin altın sevdasından ileri gelen vandallıkları sırasında boynu vurulmuş bir kültürdür. yavaş yavaş ölmemiştir. içten zayıflamamıştır. roma, bizans, osmanlı ve benzeri imparatorluklar gibi gelişip, duraklayıp, gerileyerek çökmemiştir. kendisinden askeri ve teknolojik alanda belki de beş yüzyıl ileride, acımasız işgalcilerce, gelişmesinin en görkemli döneminde öldürülmüş bir kültürdür.
yönetim biçimleri şehir devletleri federasyonudur. aztek imparatorluğu denmesinin sebebi kuzey ve orta amerika'daki görece zayıf topluluklar üstünde siyasi nüfuz sahibi bir teşekkül olmasıdır. ispanya ya da ingiltere gibi sömürge imparatorluğu veyahut rusya ya da çin gibi kıta imparatorluğu karakteristiği taşımaz. illa ki eski dünya imparatorlukları ile paralellik kurmamız gerekiyorsa, antik mezopotamya ya da mısır'daki site devletleri federasyonlarına benzetebiliriz.
kırım'da giray hanları, romanya'da voyvodalar, hicaz'da emirler, cezayir'de dayılar ve mısır'da hidivler gibi otonom vassaların idari süreçleri belirlediği, anadolu ve balkanlar dışında sultanın yetkisinin gevşek ve göstermelik olduğu osmanlı imparatorluğuna da bazı açılardan benzetilebilir. birincisi avrupa aristokrasinin aksine, şaşılacak kadar küçük bir yönetici sınıfla idare olunan osmanlı imparatorluğu gibi aztek yönetici elitleri de çok dar bir çevreden ibarettir. ikincisi aztek monarkları tıpkı osmanlı padişahları gibi dini kurumların üzerindedir ve ruhban sınıfını gerektiği gibi regüle etmekte mahirdir. osmanlı'da ulema sınıfı avrupa'daki kilise yahut iran sathındaki mollalar gibi hiçbir zaman siyaseti dengeleyebilecek bir ağırlık merkezi olamamıştır. en başta dini müesseselerin bağımsızlığı yoktur. en yüksek dini makamlar olan kazaskerlik ve şeyhülislamlık bile devleti ali'nin bir memuriyetinden öte değildir. ki bu özel hal osmanlı'dan önce, bizans döneminde de böyle süre gelmiştir. roma patriği (papa) batı roma imparatorlarına kan kustururken doğuda bizans imparatoru aynı zamanda pontifex maximus'tur. yani baş papaz. hiçbir dini otorite imparatorun iradesine rağmen bir kredo dayatamaz. ki osmanlı'dan sonra türkiye cumhuriyetinde de böyle devam etmiştir. diyanet işleri başkanlığı maaşlarını devletten alan memurlardan mürettep bir kurumdur özünde. iktidarın sac ayaklarından biri değildir. siyaset nasıl uygun görürse caiz, mekruh, helal, haram için o yönde fetva çıkar. bu topraklarda bazı strüktürler din, millet, dil farketmeksizin devamlılık gösteriyor demek ki. aztek imparatorlarının durumu da bizanslı ve osmanlı meslektaşlarının durumundan farklı değildir.
tarihteki diğer bütün imparatorluklar gibi bir lokasyonda kurulup yavaş yavaş sınırlarını genişletmek yerine, şaşırtıcı şekilde en eski şehirleri sınır boylarında kurup imparatorluklarını içeri yani merkeze doğru genişleten, sonra da birden ortadan yok olan mayalar ya da 2 milyon km karelik bir coğrafyada her bir hanenin ihtiyaçlarının devletçe karşılandığı, marks'tan 500 yıl önce kusursuza yakın bir sosyalist devlet örgütleyen inkalar kadar olmasa da, aztekler de tarihleri ilginçliklerle yüklü bir halktır.