EKONOMİ 27 Ekim 2020
117b OKUNMA     1173 PAYLAŞIM

1946 Devalüasyonunda TL'nin Değerinin Bilerek Düşürülmesi, İhracatı Olumlu Etkilemiş miydi?

Bugünlerde fena halde yükselen döviz kurları, ülkemizin ihracatına olumlu yansıyabilir mi? Gündemdeki bu sorunun cevabı için çok benzer bir uygulamanın yapıldığı yıla, büyük bir devalüasyona sebep olan 1946 yılına bakmak gerekiyor.


1946 devalüasyonu öncesi türkiye cumhuriyeti iktisadi tarihine özet bir bakış açısı sunarsak

kuruluşundan büyük buhrana kadar olan dönemde (23-30) açık ekonomi koşullarında devleti inşa etmek isteyen kadrolar, 30lu yıllarda reis paşa'nın vefatı ve akabindeki ikinci cihan harbi'nin başlangıç tarihine kadarki süreçte korumacı-devletçi milli sanayileşme hamleleriyle devleti kalkındırma politikalarını güttüler. türkiye bilhassa bu dönemde dış ticaret fazlası vererek kara geçmiş, kurduğu demir-çelik benzeri fabrikalar ve çıkardığı/aldığı maden çıkarma yasaları ve kararlarıyla demir, krom, şeker vb. üretiminde inanılmaz artışlar elde etmiş, ek olarak bunları işlemesini öğrenmişti. ayrıca imparatorluğun son döneminde ayrıcalıklarla yabancılara verilen ve yaptırılan liman, tersane, demiryolu gibi kritik yerleri millileştirmiş ve bilhassa çıkarttığı madenlerin taşınması için gerekli ulaşım hamlesiyle binlerce km yeni milli demiryolları inşa etmişti.

özellikle 39 yılında patlak veren savaşla beraber kesintiye uğrayan bu ekonomik gelişim ve savaş sonrası başlayan iki kutuplu dünya türkiye'nin yeni iktisadi politikalarını belirlerken neredeyse tamamen siyasi amaçla hareket ettiğini bizlere göstermektedir. peki nasıl?

1946 öncesi ekonomik verilere bakarsak; 1930'lu yılların milli sanayileşme ve korumacı yapısı altında, 1929 dünya ekonomik buhranı sebebiyle daralan ithalat 40-45 arasında daha da azalmış, yarı yarıya düşmüş durumdadır. ithalat değer olarak 38-39’da 110 milyon doların üzerinde, 40-41’de 55 milyon dolar civarı. 42-45 arası tekrar yükselerek 120 milyon dolar seviyelerindedir. ancak doların özellikle bu yıllardaki değer kaybı düşünüldüğünde reel olarak ithalat savaş boyunca hep daralmakta.

yine bu yıllar arasında alman tehdidi sebebiyle yetişkin erkek nüfusun büyük oranda askerde olduğunu ve bu vesileyle üretimin bir hayli düştüğünü biliyoruz. 38-39’a göre savaş sonundaki dönemde milli gelir %25, sinai üretim %23, tarımsal üretim ise %31 azalıyor. reel ücretler ise %55 düşmekte.


peki devalüasyonun amacı nedir?

ülke parasının devlet eliyle değerinin düşürülerek dış paraya oranla ucuzlaması, böylece ülkedeki malların da dış piyasa için ucuz ve alınabilir hale getirilmesidir. böylece ülke malları yurtdışı için cazip hale gelerek ihracat ihtimali artacaktır. keza ülke içindeki gruplar da değersizleşen para ile birlikte yurtdışından mal alma konusunda güçlükler yaşayacaklar ve ithalat da azalacaktır. özetle devalüasyon, ihracatı arttırıcı ve ithalatı azaltıcı bir politika ile "dış ticaret" açığını kapatma ve dış ticaretin fazla vermesi amacı gütmektedir. ve şu nokta da var ki eğer devalüasyona giden bir ülke üretim potansiyeli olan bir ülke ise, yani dış piyasadan devalüasyonla beraber gelecek ani talepleri karşılayabilecek bir yapıdaysa bu hareket mantıklıdır. yani sizin hazır bir üretim kapasiteniz ve yeteneğiniz vardır ancak piyasaya kendinizi kabul ettiremiyorsunuzdur. devalüasyonla birlikte ibreler size döner ve potansiyelinizi işlemeye başlarsınız. son yıllarda çin ekonomisinin büyümesi buna en güzel örnektir. aksi durumda, yani talepleri karşılayabilecek ya da ithalattan vazgeçebilecek yapınız yok ise mevcut ithalat/ihracat dengeniz devam etmekte ve üzerine dış borçlarınız paranızın değer kaybetmesiyle kat kat artmış olmaktadır. yani devalüasyon bir intihar haline gelmektedir.

peki tüm bu açıklamaların akabinde türkiye cumhuriyeti 1946 yılında dış ticaret olarak hangi noktadaydı? türkiye ekonomisi 6 yıllık savaş döneminde toplamda 250 milyon dolara yaklaşan fazlalık veriyor. tabii üretim hacmi bu dış ticaret fazlasına rağmen azalmış durumda. ihracat ithalatın üzerinde ama ikisi de az. taleplerin karşılanması, büyük kentlerin beslenmesi zor. yani hem dış ticaret fazlanız yokken hem de belirli bir üretim kapasiteniz yokken siz devalüasyona gidiyorsunuz! hükümet bunu o dönem stokta biriken malları elden çıkarabilmek amacına sığınarak savunuyordu. ancak veriler gösteriyor ki bu durum da amacına ulaşmamış. yani nereden baksanız intihar.


o halde türkiye neredeyse hiç ihtiyacı yokken neden bu kararı almıştır?

işte burada siyaset devreye girmekte. 46 sonrası iki kutuplu dünyada türkiye tarafını açıkça seçmişti. amerika'nın inşa ettiği batı bloğunda yer alacaktı. yani sovyetlere karşı batı bloğunun sınır temsilcisi, kendisini 1947 yılında imf, dünya bankası ve avrupa iktisadi işbirliği örgütü'ne, 1952'de de nato'ya üye yapan imzaları atmış bir devletiz. ayrıca amerika'nın bütün dünya için çizdiği marshall yardımlarından yararlanabilmek için uygun bir profile, yani yardıma muhtaç bir görüntü çizebilmek için de devalüasyon sonucu oluşacak ekonomik tabloya ihtiyaç vardı.

46 devalüasyonu sonrasındaki 6 yılda dış ticaret açığı toplam olarak 500 milyon doları bulmuş ve bu açıklar abd yardımları ve dış kredilerle kapatılmıştır. sermaye birikimi bu yıllarda görece yükselmesine rağmen bu birikimin %18'i de dış kaynaklarla "finanse" edilmiştir.

yine bilinmelidir ki türkiye 30'lu yıllarda yaptığı gibi bu devalüasyon yerine ithalatı kontrol altına alıcı yöntemlere gidememiş çünkü iç ve dış dünya konjonktürü buna izin vermemiştir. batılı demokrasi sistemine planladığından erken geçmek zorunda olan chp hükümeti, savaş sonrası batı bloğuna entegre olma çabası içerisinde ve çok partili seçim sistemi içinde artık oy kaygısıyla hareket etmek durumundadır. yine savaş yıllarında çıkarılan çiftçiyi topraklandırma kanunu, toprak mahsülleri vergisi gibi uygulamalar yerli tüccar/ağa grubunun chp bürokrasisinden desteğini çekmesine ve yeni kurulan partiye kaymasına sebep olmuştu. bugüne kadar bu gruplarla iktidarda beraber ilerleyen chp'li bürokratlar savaş yıllarındaki bu küskünlüğün ve ayrışmanın kalıcı hale gelmemesi adına yerli üreticiyi ve tüccarı kendinden tamamen uzaklaştıracak politikalar gütmekten çekinmekteydiler.

işte tüm bu iç ve dış siyasi şartlar altında türkiye cumhuriyeti, etkileri bugüne kadar gelen yeni rotasını belirlemiş ve atatürk dönemi'nin gelişene/büyüyene kadar kendi kendine yeten, 30'lu yıllarda yani onun sağlığındaki dış ticaret açığı vermeyen ekonomi politikalarından vazgeçerek dışa bağımlı karakteristik bir yapıya evrilmiştir.

yani türkiye, henüz daha tam ayağa bile kalkamamışken, değil yürümeye artık birilerinin yardımıyla koşmaya çalışmıştı.