DOĞA 8 Mart 2018
36,2b OKUNMA     723 PAYLAŞIM

1980 Yılında Patlayan St. Helens Dağı Çevresindeki Ekosistemin Mucizevi İyileşme Süreci

St. Helens Dağı, ABD'nin Washington Eyaleti'nin güneyinde, 2.549 metre yüksekliğinde bir volkan. 1980 yılındaki patlamadan sonraki hikayesi ise doğaya ve yaşama dair oldukça öğretici nitelikte.

mount st. helens, washington'da olmakla beraber oregon'un bir çok yerinden de görülebilen, görünüş olarak japonya'daki fuji dağını andıran aktif bir yanardağ.

bu yanardağ 1980 yılında çok ciddi bir patlama geçirdi ve patlamada yanardağın civarında neredeyse kimse yaşamamasına rağmen 57 kişi hayatını kaybederken yanardağın etrafındaki ormanlar deyim yerindeyse haritadan silindi.

Patlama anı.

gökyüzü günlerce dumanlarla ve tozlarla kaplanırken ortamda çok büyük bir ekolojik yıkım gözlemlendi. 57 bin kilometrekarelik bir alana toplam 540 milyon ton kül yağmıştı ve dağın etrafındaki şehir, kasaba ve çevredeki tüm coğrafi yapılar neredeyse tamamen kül rengine boyanmıştı. uçakla buradan geçenler camdan dışarı baktıklarında griye boyanmış bir coğrafya dışında bir şey göremiyordu. sanki buraya gri renkte kar yağmıştı ve henüz erimemişti.

Patlamadan sonra küller altında kalan bir araba.

felaket geride kaldıktan sonra washington eyaleti ve abd hükümeti masaya oturup patlama sırasında neredeyse haritadan silinen bölge ormanlarını yeniden canlandırmak için planlar yapmaya başlamışlardı. bilen bilir, amerika'da özellikle devletin dahil olduğu konularda planlama işi öyle uzun sürer ki projeye ayrılan sürenin %80'i planlama aşamasında geçer.

örnek olması açısından geçen sene şahit olduğum bir olaydan bahsettikten sonra konuya geri döneyim

portland ile hillsboro'yu birbirine bağlayan 26 numaralı karayolunun bir kısmında yoğun yağmur yağışından dolayı toprak kayması yaşandı. normalde 3 şerit gidiş, 3 şerit dönüş olmak üzere 6 şeritten oluşan bu yolda toprak kayması yüzünden 2 şerit kapanmıştı ama devlet baba hemen şefkatli kollarını açtı ve 6 şeridi de kapattı.

herkes yolların ne zaman yeniden açılacağını düşünüyordu çünkü bu oldukça yoğun olarak kullanılan ana yollardan biriydi. dozer gelsin, kayan toprağı temizlesin, yol açılsın değil mi? değil. önce bir grup jeoloji mühendisi geldi ve toprak kaymasına neyin sebep olmuş olabileceğini, felaketin tam olarak bitip bitmediğini, daha ne kadar risk olduğunu filan hesaplayıp gitti. bundan birkaç saat sonra başka bir mühendis ekip geldi ve kayan toprağı temizlemek için kaç tane makine ve kaç tane işçi gerekeceğini hesapladı. bundan birkaç saat sonra başka bir ekip geldi ve kayan toprağın cinsini ve yedi sülalesini inceledi. başka bir mühendis ekip gelip yolun beton ve asfalt kısmının zarar görüp görmediğini inceledi.

sonra polis geldi ve olay yerinde tutanak tuttu. sonra "işçiler gelip yolu temizleyecek ama akşam 5'ten sonra çalışmayı kabul etmiyorlar" dendi ve yolun gece boyunca kapalı kalacağı açıklandı. ertesi gün işçiler gelip yolu temizledi ama hala yolu açmadılar. yeni bir mühendis ekip geldi ve yolun yeterince temizlenip temizlenmediğini ve arabaya kullanmaya elverişli olup olmadığını inceleyip güvenlik raporu yazdı. sonra başka bir ekip gelip yolun şerit çizgilerini yeniden çizdi. ölme eşeğim ölme.

böyle böyle derken normalde 2 saat içinde açılabilecek yolun yeniden hizmete açılması 2 buçuk gün sürdü. amerika'da yerel devletin nasıl çalıştığını az çok anlamışsınızdır.

şimdi konuya dönebiliriz

saint helens yanardağının etrafındaki ormanlar tamamen yanmıştı ve yanmayan kısımlar da küller altında kalıp neredeyse tamamen ölme noktasına gelmişti. buraya yeniden bir orman dikmek gerekiyordu ama bunun nasıl yapılacağını planlamak yerel yönetime kalmıştı. tahmin edebileceğiniz üzere ilk 6-7 ay buraya ne cins ağaçların dikilebileceği, hangi ağaçların bölgenin iklim ve coğrafyasına daha uygun olduğunu tartışmayla ve planlamayla geçti. güya toprak testi yapılacaktı ve toprağın asit, azot, nitrojen değerleri filan incelenip uygun ağaç çeşidi seçilecekti.

tüm proje planlama aşaması 2 yıl kadar sürdü ve bu 2 yıl boyunca bölge ziyaretçi girişine kapalı tutuldu. 2 yılın sonunda buraya dikilecek olan ağaç çeşidine ve kullanılacak yöntemlere karar verilmiş, her türlü plan yapılmış, artık aksiyon alma zamanı gelmişti. ağaç dikmek üzerine olay yerine gelen işçileri çok büyük bir sürpriz bekliyordu. doğa ana devlet babanın planlamasını bekleyememiş ve kendisi çoktan harekete geçmişti bile. devlet baba ofiste oturup toplantı üzerine toplantı yaparken doğa ana sessiz sedasız yanan ağaçların yerine yenilerini koymaya başlamıştı. ortama ilk giden işçiler gözlerine inanamadı çünkü eskiden orman olan ve yakın zamana kadar küllerle kaplı olan bölgede ufak ufak fidanlar, çiçekler, otlar, mantarlar, çimenler ve çeşit çeşit bitkiler çıkmaya başlamıştı.

geçen gün başka bir konuda araştırma yaparken ufkumu ikiye katlayan bir bilgiye rastladım. orman yangınlarında ağaçlar yanarken yayılan duman (ve salgılanan bütenolide) sayesinde bazı ağaçlarda kimyasal bir madde sentezleniyor ve bu madde sayesinde tohum üretimi normalin 3-4 katına çıkıyor. yani ağaçlar duman kokusunu alınca tehdit altında olduklarını anlayıp üreme hızlarını arttırıyorlar. hatta bu olay eski insanlar tarafından yıllar önce keşfedilmiş. mesela kızılderililer ağaçların tohum üretimini arttırmak için yanlarında ateş yakıp dumanını bu ağaçlara doğru üflüyorlarmış ve bu yüzlerce yıldır bilinen bir teknikmiş.

bu olay bana savaş veya doğal felaketlerden sonra insanların üreme içgüdüsünün artmasını andırıyor. mesela 11 eylül'den 9 ay sonra abd'de rekor sayıda bebek doğmuş çünkü saldırıdan dolayı travma yaşayan amerikalılarda üreme içgüdüsü oluşmuş. evrim teorisinde bahsedildiği gibi canlılar sürekli hayatta kalıp genlerini bir sonraki nesile geçirebilme arayışı içindedir ve bitkiler de bu durumdan muaf olmadığına göre yanardağ patlaması sonrası çevredeki ormanların deyim yerindeyse küllerinden doğması da şaşırtıcı olmamalıdır.

entry'de konudan konuya atladım. sonuç olarak 30 yıl önce yanardağ patlaması sonrası adeta haritadan silinen ormanların ve ekosistemin 30 yıl sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi kendi çabalarıyla küllerinden doğup geri gelmesi oldukça etkileyici.


bu da kendi çekimim