FELSEFE 3 Eylül 2021
21,5b OKUNMA     451 PAYLAŞIM

Ahlakın Zaman Geçtikçe Bozulmak Yerine İyiye Gidebileceğini İddia Eden Bir Yazı

Ahlakın zaman geçtikçe bozulduğunu değil, tam tersi zaman geçtikçe düzelebileceğini söyleyen farklı bir yazı.

bundan iki yüzyıl öncesine kadar herhangi bir zaman diliminde yaşasaydınız, dünyanın hemen hemen her yerinde, önünüzde üç ihtimal vardı: ya bir köleydiniz, ya bir köle sahibiydiniz, ikisi de değilseniz bile, köleliği meşru ve normal gören, yani yolda yürürken bir köle ile efendisini gördüğü zaman tiksinmeyen, şaşırmayan, yanlarından geçip giden bir insandınız; tıpkı bugün köpeğini tasma ile gezdiren bir insan gördüğünüz zaman yaptığınız gibi. bu üç profilin dışında tek tük insanlar vardı belki evet, ama bahsedilmeye değmeyecek kadar minicik bir azınlığı temsil ediyorlardı. aristo gibi, tüm zamanların en büyük dehaları bile köleliği gayet doğal ve meşru görüyordu.

ahlakla ilgili temel sorun, sürekli evrimleştiği, değişerek geliştiği ve her değişimin bir öncekinin reddi ile ortaya çıktığı gerçeğinin kabul edilememesi, ahlakın ısrarla geçmişte aranmasıdır. dünyanın sürekli daha iyiye değil, daha kötüye gittiği şeklindeki muhafazakar karamsarlık, ahlakın geçmişte yaşamış insanların davranışlarında ve ortaya koydukları ilkelerde bulunduğu, yapılması gerekenin de bu ilkeleri muhafaza etmek ve uygulamak olduğu görüşüyle, ahlaki tekamülün önündeki en büyük engeli teşkil eder.

oysa ki ahlakın itici gücü, tiksinmektir

insanlık tarihi, bizim için ahlakın değil olsa olsa ahlaksızlığın referansı olabilir. çünkü insanlık tarihi dediğimiz şey, köleliğin, keyfi şiddetin, vahşetin, işkence ve vahşice infazların, tecavüzün, sınırsız sömürü, tahakküm ve aşağılamanın, kadının mülkiyet hakkının konusu bir eşyadan ibaret olmasının, grup çıkarları için her türlü rezilliğin meşru görülmesinin, kısacası leş parçalama mücadelesi veren sırtlanlığın tarihidir. ahlaki tekamül, içine doğduğunuz toplum ve tarihi başta olmak üzere, bir bütün olarak insanlık tarihinden yoğun bir şekilde tiksinmeyi gerektirir. bırak geçmişinizle övünmeyi, geçmişi rehber almayı; geçmişinizden tiksinmeden, geçmişle aranıza ciddi bir ahlaki mesafe koymadan, her türlü değer yargısını masaya yatırmadan, ahlaki varlıklar olmanıza ve akla uygun bir geleceği inşa etmenize de imkan yoktur.

yusuf hakan erdem'in "osmanlı'da köleliğin sonu" diye bir kitabı var, inanmazsınız, osmanlı'da köleliğin nasıl sona erdiğini anlatıyor. osmanlı'da kölelik ağırlıklı olarak ingiliz baskısı ile ortadan kalkıyor, yazar da özellikle ingiliz diplomatların konu ile alakalı resmi yazışmaları üzerinden süreci aktarıyor. ingiltere'de o sıralar ciddi bir kölelik karşıtı lobi var ve ülkenin diplomasisi üzerinde de epey etkili oluyorlar. fakat osmanlı'da ciddi bir direnişle karşılaşılıyor tabi, nihayetinde kölelik meşru bir kurum olarak görülüyor, kendisinden fetva alınmaya çalışılan şeyhülislam "ben allah'ın helal kıldığını haram kılamam" diyor doğal olarak. dolayısıyla öncelikle köle ticaretinin azaltılması, zorlaştırılması gibi yöntemlere başvuruluyor vs.

bir noktada, ingiliz büyükelçisi sir henry elliot kendi bakanlığına yazıyor, diyor ki bunlar kölelikten tiksinmiyor, halk bu kurumdan tiksinmediği sürece bunun ortadan kalkmasına imkan yok.

velhasıl, ahlak, geçmişte aranıp bulunabilecek bir şey değil, bilakis geçmişten ve hatta bugünden tiksinerek, reddederek inşa edilebilecek bir şeydir

gidişat gösteriyor ki, çok değil, birkaç yüzyıl içinde, et yemek de kölelik gibi lanetlenecek, veganlık insanlığın ortak kabulü haline gelecek, torunlarımız da bize bakıp tiksinecekler, bizim bugün gıda, tıp, farmakoloji, temizlik ürünleri, kozmetik vb. sektörler için hayvanlara yaptıklarımızı kesinlikle kabul edilemez bulacaklar. biz nasıl geleceğe bir örnek teşkil edemeyeceksek, bizden öncekiler de bize bütünüyle bir ahlaki rehberlik teşkil edemez. elbette bazı konularda rehber alabileceğimiz, çağının ötesine geçebilen nadir insanlar ve topluluklar olabilir, ama asla her konuda değil.

kadın meselesinde bile, sadece şu son birkaç on yılda kadın mücadelesi sayesinde kat edilen mesafe o kadar inanılmaz ki, elli yıl öncesine kadar yaşamış herhangi bir insanın kadın erkek eşitliği konusundaki görüşlerine bütünüyle itibar etmek imkansız hale gelmiş durumda. kimi ele alırsak alalım, bugün bize falsolu gelecek düşünceleri ve söylemleri illaki olacaktır. çağının en çok ötesine geçebilen, insanlığın ufkunun ileriye taşınmasına en çok emeği geçen insanların bile her görüşünü bugün benimsememize imkan yok.

geçmişten tiksinmeyi, belli bir insan veya topluma hasretmek de anlamsız elbette

bugün fatih sultan mehmet'ten 6 aylık kardeşini boğdurduğu için nefret etmenin bir anlamı yok tabi ki, zaten yüzyıllar önce yaşamış bir insana karşı nefret veya tiksinti gibi yoğun duygular beslemek pek sağlıklı olmaz. bilakis, fatih'i emsallerinden ve çağdaşlarından ayıran üstün niteliklerine de dikkat kesilebiliriz. tiksinti, bir negatif yüklenmenin sebebi olmamalı, nihayetinde insana dair hiçbir şeye yabancılık çekmememiz, ama kimseden de çağının fazla ötesinde bir şey beklemememiz gerekliliğinin farkındalığına erişmeye vesile olmalı.