SİNEMA 22 Ocak 2018
43,9b OKUNMA     1118 PAYLAŞIM

Aramızdan Ayrılalı 11 Yıl Olan Muhteşem Aktör Heath Ledger'ın En İyi Filmleri

22 Ocak 2008'de Manhattan'daki apartman dairesinde ölü bulunan Heath Ledger, sanat dünyasını uzun süredir rastlanmayan bir şoka uğratmıştı. Ölümü, kullandığı bazı ilaçların toplu etkisi olarak açıklanmasına rağmen intihar ettiği şüpheleri de hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Aktörün anısına en iyi filmlerini derledik.

10 Things I Hate About You (1999)

the fifth element gibi tekrar tekrar başa konup izlenesi, arada özlenip tekrar izlenesi film. insanı yormadan, çok ağlatmadan, bol güldürerek, güldürmese bile tebessüm ettirerek kanına girer. çok çarpıcı diyaloglar vardır hatta zaman zaman öyle ayarlar vardır ki "bunu mutlaka kullanmalıyım!!" ya da "ben niye düşünmedim!" gibi serzenişlere sürüklenir insan.. ms. perky ise filmin az anlaşılmış süper karakterlerinden biridir, patrick verona karakteriyle izlediğimiz heath ledger ise bir johnny depp tatlılığıyla gönlümüzü çalmıştır... filme damgasını vuran "can't take my eyes off of you" serenadında patrick'in dediği gibi "too good to be true"!

Heath Ledger - Can't Take My Eyes Off You


The Patriot (2000)

mel gibson'ın en iyi ve en duygusal filmlerinden biri, braveheart'ın farkı bir versiyonu lakin fazla amerikan propagandası yaptığı yönünde eleştirilerek braveheart'ın gölgesinde kalmıştır. ama ben yine de bunu braveheart'dan daha fazla severim, zira işin propaganda yönünü bir kenara bırakırsak, aile bağları ile ilgili yönü hakkaten duygusaldır.

A Knight's Tale (2001)

film eleştirmenlerinin olaylardan haberdar olmadan izleyip yorum yaptıkları için kötülenen film. ilk başta bir canterbury tales okumak, chaucer bilmek gerekir filmdeki binbir göndermeyi yakalayıp tad alabilmek için. chaucer'ı canlandıran kişi ve diyalogları gerçek chaucer'ın mizah anlayışını çok yerinde yansıtmış, anakronizm ortamı şenlendirmiş, her karakter ise ayrı ayrı filmi eğlenceli kılmıştır.

Ned Kelly (2003)

robert drewe romanı uyarlaması yapım pazar günü için ayırdığım "western" kontenjanında kendine yer buldu. yönetmen gregor jordan yer yer pastorel tadlar yakalamış olsa da, film genelinde avustralya atmosferi yerine (doğal olarak) irlanda atmosferini hissettiğimizi söylemek mümkün.

oyunculuklar ise genel olarak iyi, heath ledger karakterine yeterince emek vermiş görünürken naomi watts'ı ise son derece doğal ve şirine halde karşımızda buluyoruz. orlando bloom, joel edgerton kimyaları da güzel.

uyarlama bir biyografi olarak, değişik bir western tadında da denenebilir.

The Brothers Grimm (2005)

seveni kadar sevmeyeni de olan bir terry gilliam filmi. bana göre hacivat ve karagöz'ü kim öldürdü ile panın labirenti'nin bir karışımı olmuş. görsellik muhteşem, oyunculuklar iyi senaryo biraz kopuk, çok sağlam değil. filmin sonlarına doğru dikkat ledger kardeşini dudaktan öpmeye çalışarak brokeback mountain'dan rol çalmaktadır.

Brokeback Mountain (2005)

gece bilmem kaç? ben ikinci sinir krizimi geçireceğim sanırım. yönetmen bu çağı aşmış olmalı. filmi izledikten sonra sahnelerin boş olup olmadığını hissetmeye çalıştım, resmen bünyem reddetti. her şey büyülü bir plan içerisinde ilerlemişçesine uyumlu ve güzel. ennis karakteri o kadar iyi oturtulmuş ki yerine batmandeki joker den sonra sarsıldım. kendilerinin ödül törenlerine, röportajlarına baktım gerçek karakterini görünce bi ikinci şok daha.. ve anladım ki oyunculuk tehlikeli bi iş. bu olağanüstü hisleri verebilmek çok üstün bir başarı gerektiriyor, ve heath bunu başarıyor ama hakikatler öyle acı ki... heath, bir meslektaşının dediği gibi üstlendiği karakterin nasıl yürüdüğünü güldüğünü konuştuğunu değil, nasıl nefes aldığını bile biliyor. eeee bu da ancak "o" kişi olarak olabiliyor zaten. heath,, sana iki günde aşık oldum. ve seni geri istiyorum. boktan beynin bu zekayı bu ruhu taşıyamadı ve iflas etti. sana neler yaptırdı, bilmiyorum. bilemem. o ruh haline yaklaştığımı hissetiğim anlar oldu ama azca. ve anladım ki dibe batmanın sınırı yok! intihar tam bu noktada mı gerçekleşiyor onu da bilmiyorum ama şunu anladım ki düşünmeye mahal vermemişsin. sadece yapmışsın. yoksa mathilda'yı bırakabileceğini de zannetmiyorum.

tanrım! ağlayarak heath'i geri istiyorum. dolu dizgin geri istiyorum.
heath, belki de jack'i de yanında getirirsin... hani ang'den beklediğimiz şu ibneden bahsediyorum. evet, ibnesiniz. ve sevgili eşcinseller, sizi bu filmle tanımaya bir giriş yaptığımı düşünüyorum.

teşekkürler ang.
teşekkürler heath.
teşekkürler jake.

Casanova (2005)

bir parça shakespeare oyunlarını andıran film. özellikle sondaki mahkeme sahnesinde sienna miller'ın kılık değiştirerek casanova'nın avukatlığını yapması, venedik taciri'nde portia'nın kılık değiştirerek kocasını öldürülmekten kurtardığı sahneyi ne kadar da çok hatırlattı bana. aynı ruh, aynı cesaret ve güç. ayrıca; kılık değiştirmeler, karıştırılan kimlikler, işler iyice sarpa sardıktan sonra bütün iyi karakterlerin bir şekilde mutlu sona kavuşmaları, uşaklar, hizmetçiler, dük.. hepsi sanki venedik taciri'ni, yanlışlıklar komedyası'nı ya da onikinci gece'yi izliyormuş izlenimini uyandırıyor insanda. sonuç itibariyle, güzel bir film olmuş. gidin, görün. özellikle ben o dönemin havasını, kıyafetlerini, mimarisini, ilişkilerini, şatafatını çok sevdiğim için ayrıca keyif aldım.

I'm Not There (2007)

ismiyle müsemma bir film i'm not there. bu yüzden, bob dylan biyografisi izleme umuduyla gidenler için büyük bir hayal kırıklığı olabilir. bildiğiniz biyografik filmlerden fersah fersah uzak bir yapım zira. ve fakat, bu minvaldeki özgün işlenişi sebebiyle de takdire şayan aynı zamanda.

bob dylan'a atfedilen sıfatların/ içinde barındırdığı karakterlerin hayat bulması ve ayrı ayrı öykülenmesiyle şekilleniyor film. şarkı seçimleri de, öykülerin içerikleri göz önüne alınarak sunuluyor izleyiciye.süresiyle az-biraz can sıksa da; dylan şarkılarıyla mest, blanchett'a bir kez daha hayran olup bitiriyorsunuz filmi.

heath ledger'ın da son filmlerindendi galiba. o açıdan da önem teşkil edebilir; kendisine bir veda niteliğine bürünebilir pekala.

The Dark Knight (2008)

bu filme dair burada veya herhangi bir yerde söylenmemiş bir cümle söyleyebileceğimi sanmıyorum ama yine de yazma ihtiyacı hissettim.

joker rolünde heath ledger muhteşem bir iş çıkarmış. bu kadar etkileyici bir performans daha izleyebileceğimi sanmıyorum, bunu imkansız görüyorum. biten her güzel şey gibi bir tat bırakmış heath ledger, yarım kalmış çok güzel bir aşk gibi, en mutlu olduğun yerden dönmemek üzere ayrılmak gibi, hiç geri gelmeyecek bir gençlik gibi... halbuki bir kez daha heath ledger'ı joker olarak görme ümidine sahip olmalıydık. bu filmi her izlediğimizde bu inanılmaz karakteri bir kez daha izleyemeyeceğimizi düşünmemeliydik. joker'in dizisini yapıp bokunu çıkarmalıydık belki ama yine de böyle bitmemeliydi. joker'in tekrar yorumu hiçbir zaman ledger'ın bu jokerini aşamayacak. bu bağlamda ne gariptir ki ölümsüz bir performansın ardından joker de heath ledger ile birlikte öldü.

The Imaginarium of Doctor Parnassus (2009)

film, heath ledger'ın son filmi olması açısından önemli; izlerken karmaşık duygular yaşatıyor. ledger'ın sinema dünyası için büyük kayıp olduğunu, bu filmdeki performansıyla bir kez daha anlıyoruz. heath ledger'ın yerini almaya çalışan aktörlerden, role en çok yakışanı, kuşkusuz johnny depp; jude law ve colin farrell ise tamamen hayal kırıklığı yaşattılar bende. heath ledger'ın yerine sadece johnny depp devam etmeliydi.

neyse gelelim tom waits'e; yalnızca bu adamın sesini duymak için bile izlenebilir bu film, mr. nick rolüne ondan daha uygun birisini olacağını zannetmiyorum. ayrıca, bir diğer karizmatik abimiz christopher plummer da bu filmde, hayal dünyasının kapılarını açan, doctor parnassus rolünde karşımıza çıkıyor. filmde karizmatik aktör bolluğu var, kötü bir senaryoya da sahip değil; izlenmesi tavsiye olunur.

Bonus: Joker ve Harvey Dent'in The Dark Knight'taki hastane sahnesi

Mecidiyeköy Trafiği Yerine Hollanda'da Bisikletle İşe Gitmeyi Seçen Birinin İmrendiren Hayatı