İLİŞKİLER 26 Nisan 2017
189b OKUNMA     1181 PAYLAŞIM

Aşık Olmanın Sizi Çok Şaşırtacak Evrimleşme Süreci

Aşk, herkes için çok karmaşık bir yapıdır fakat aşık olmayı bilimsel yönüyle incelediğimizde aşık olmak sandığımızdan çok daha basit sebeplerden kaynaklanıyormuş. Bu açıdan ele aldığınızda biraz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Sözlük yazarı "ufuri", deneylerle kanıtlanmış biçimde açıklıyor.
iStock.com


insanların güzel olarak niteledikleri şeyler, özünde hormonal değişimlerden kaynaklanan doğurganlık işaretlerini yansıtır. biz farkında olmasak da milyonlarca yıllık evrimimiz, türümüzü daha sağlıklı devam ettirebilmemiz için bize bu seçimleri yaptırır. kadınlarda dolgun dudakların, simetrik bir yüzün, dolgun kalça ve memelerin, ince bir belin erkekler üzerinde açık bir mesajı vardır: östrojenle doluyum ve doğurganım. erkeklerde mesajı veren özelliklerse gelişkin çene, geniş göğüs, omuzlar ve sakaldır. işte biz bu özellikleri “güzel” olarak algılamak üzere programlanmışızdır.

(not: araştırmaya göre erkeklerin en çekici buldukları bel/kalça oranı 0,67 ile 0,8 arasında değişmektedir. playboy kapak kızlarına baktığımızda, araştırmayı desteklercesine bu oranın ortalama 0,7 olduğunu görürüz. genellemek gerekirse, bel/kalça oranı bundan daha düşük olan kadınlar daha saldırgan ve hırslı, daha yüksek olanlarsa daha sevecen ve sadık olarak algılanırlar.)


elbette bütün doğurgan kadınlar eşit derecede sağlıklı olmadıklarından eşit derecede de çekici görünmezler. bu yüzden nöral programlarımız doğurganlıktan fazlasını algılar. örneğin sarışın ve açık tenli kadınların erkekler tarafından daha çok tercih edildiği söylenir. ülkemizde bunun, sarışınların görece azlığından olduğu savunulsa da durumun nörobilimsel bir açıklaması da mevcut. üstelik son derece basit. açık tenli kadınlar hastalık belirtilerini daha kolay belli ederken, esmerlerin koyu ten renkleri kusurlarını daha iyi gizleyebilmektedir. açık tenlilerden edinilen daha fazla sağlık bilgisi onları daha tercih edilebilir kılmaktadır.

aynı içsel kuvvetler kadınlarda da vardır. ancak onlarınki ayın günlerine bağlı olarak değişkenlik gösterir. yumurtlama döneminde daha erkeksi görünüş tercih nedeni olurken, bunun dışındaki dönemlerde daha toplumsal ve şefkatli bir yaklaşımın göstergesi olarak daha yumuşak özellikler tercih edilebilir olur.


çekiciliğin mekanizmalarına neredeyse hiç doğrudan erişimimiz yoktur. bütün süreç bizden habersizce bilinç altımızda olup biter. biz sadece sonucu biliriz. bununla ilgili olarak yapılan bir deneyde katılımcı erkeklerden, kendilerine gösterilen kadın yüzü fotoğraflarını çekicilik bakımından değerlendirmeleri istenmiştir. erkeklerin farkında olmadığı gerçek ise, fotoğrafların yarısında kadınların göz bebeklerinin büyümüş, diğer yarısında ise büyümemiş olduğuydu. katılımcılar tutarlı bir şekilde göz bebeği büyümüş kadınları tercih etmişlerdi. şaşırtıcı olan ise kendi kararlarıyla ilgili herhangi bir iç görüye sahip değillerdi. farkında olmadıkları halde, beynin erişilmez olan işleyişi içinde bir şeyler, bir kadındaki büyümüş göz bebeklerinin cinsel heyecan ve hazırlık durumuna işaret ettiğini biliyordu. deneye katılanlar ise beyinlerinin bildiği şeyi bilmiyorlardı. milyonlarca yıllık doğal seçilimin incelikle ördüğü programlarla doğru tarafa yönlendiriliyorlardı.

yine başka bir deneyde katılımcılar anlık olarak gösterilen kadın ve erkek fotoğraflarına bakarak bu kişilerin çekiciliklerini derecelendirirler. sonraki turda ise yine aynı fotoğrafları derecelendirmeleri, ancak bu sefer fotoğraflara istedikleri kadar bakmaları istenir. sonuçlar, anlık görüntülerin insanları başkalarının gözünde daha güzel kıldığı yönünde olmuştur. bir başka deyişle önünüzden hızla geçen birini anlık olarak görme fırsatı elde ederseniz algı sisteminiz size onun, normal koşullarda düşüneceğinizden daha güzel olduğunu söyleyecektir. peki neden?

adam kadını bir anlığına görür ve eşine az rastlanır bir güzelliği elinden kaçırmış olduğu düşüncesiyle koşup köşeyi döndükten sonra yanılmış olduğunu fark eder. örnekte gördüğümüz gibi eğer bir anlığına gördüğümüz gösterişsiz bir kişinin güzel olduğuna inanmışsanız, hatayı düzeltmek için ikinci bir bakış yeterli olacaktır (peşinden koşmanız gerekse bile). buna karşılık hatayı tersten işler ve çekici birini sevimsiz olarak algılama yanılgısına düşerseniz güller vaat eden bir genetik geleceğe güle güle diyebilirsiniz. evrimimiz, bu fırsatı kaçırmamak adına, görsel olarak yeterli bilgi edinemediğimiz biri için boşlukları güzellik ve çekicilikle doldurur. diğer örnekte olduğu gibi bu örnekte de bilinçli beynimizin bildiği bir şey yoktur. zavallıcık evrimsel baskılar ve milyonlarca yıldır programlanan nöral mekanizmayla yönlendirilir.


(not: kadınların en güzel olduğu dönem, doğurganlıklarının en üst seviyede olduğu döneme, yani kanamadan yaklaşık 10 gün öncesine denk gelir. ten rengi yumurtlama döneminde biraz açılır. bununla birlikte kulaklar, memeler ve parmaklar yine bu dönemde daha simetrik hale gelir. doğurganlığın zirveye çıktığı günlerde striptiz dansçıları saatte ortalama 68 dolar bahşiş kazanırken, kanama günlerinde bu 35 dolara düşmektedir. diğer günlerinde ise ortalama 52 dolar olmaktadır. doğum kontrol hapı kullananlarda ise bu ortalama ayın tüm günlerinde ortalama 37 dolarda kalmaktadır.)


tanıdığınız en güzel insanı düşünün. düşünmekten de öte bu kişinin iki gözü arasındaki mesafeyi, burnunun uzunluğunu, dudak kalınlığını, çene biçimini belirlediğinizi düşünün. bu değerleri ortalama bir insanın değerleriyle karşılaştırırsak aradaki farkın belli belirsiz olduğunu görürüz. bu iki insan, bizim dışımızdaki türlere (köpekler, ayılar, maymunlar) ayırt edilemez geldiği halde bize arada uçurum varmış gibi gözükür. beynimiz eş bulma ve eş seçimi gibi kesin tanımlı işleri yerine getirmek üzere evrimleşmiştir. o küçücük farklar bilinçaltımız için çok büyük şeyler ifade eder. sonucunda bizim farkında olduğumuz tek gerçek ise o kişinin çekici olup olmadığıdır.

bilinçli ya da bilinçsiz, bir yüzün fotoğrafını daha önce görmüşseniz, fotoğrafı daha sonra yeniden gördüğünüzde o kişi size daha çekici gelir; o kişiyi daha önce görmüş olduğunuzu hatırlamasanız bile. bu kaygı verici durum maruz kalma etkisidir. belirli bir şeye tekrar tekrar maruz kalmak, onu giderek daha fazla tercih hale getirir (reklamın iyisi kötüsü olmaz). eğer maruz kalınan şey bir fotoğraf değil de, bomba patlaması gibi korkunç bir şey ise, beyin aynı mekanizmayı çalıştırarak sağlığını korumak için duruma alışmaya başlar. siz istediğiniz kadar teröre alışmayacağız, bombalara alışmayacağız diye haykırın, beyniniz mekanizmayı çoktan
çalıştırmaya başlamıştır bile.


güzellikle ve çekicilikle ilgili algılarımız sadece görsel sistemlerle oluşmaz. koku da olası eşin yaşı, cinsiyeti, doğurganlığı, duyguları ve sağlığı hakkında epeyce bilgi taşır (parfümler çıkalı bu algımız sekteye uğramış olabilir). bir dişi fareye çiftleşebileceği birkaç erkek fare seçeneği sunduğumuzu varsayalım. fareler büyük ölçüde kör olduklarından bu seçimi yaparken burunlarını kullanacaklardır. farenin burnu alarm durumları, yiyecek kokusu, cinsel hazırlık, genetik benzerlik ile ilgili sinyalleri havada taşınan kimyasallar ile başarılı bir şekilde algılayabilir. deneyimizdeki dişi fare bu algılarını kullanarak gidip kendine genetik olarak en uzak olan fareyi eş olarak seçecektir. çünkü gen havuzuna çeşit katmak biyolojik açıdan yararlı bir stratejidir. genetik bozuklukları asgariye indirir ve melez gücü olarak bilinen sağlıklı gen etkileşimi koşullarını arttırır. yapılan çalışmalar farelerin burunlarındaki reseptörlerin benzerlerinin insanlarda da bulunduğunu ortaya koymuştur.

kendimize en uygun eşi seçtikten sonra karşımıza ister istemez en sıkıntılı kavramlardan biri çıkıyor: sadakat. bu konunun kahramanı olarak tarla faresini ele alalım. bu fareler diğer birçok fare ve memeliden farklı olarak tek eşli yaşarlar, ömür boyu süren eş bağları sayesinde birlikte yuva kurar ve yavrulara bakarlar. peki diğerlerinin aksine neden tarla fareleri tek eşlidir? çünkü bu fare belirli bir dişiyle yinelemeli olarak çiftleştiğinde beyninde vazopresin denen bir hormon salgılanır. vazopresinin beynin belirli bölgesindeki reseptörlere bağlanması ise yalnızca o dişi ile ilintilendirilen bir haz duygusunun ortaya çıkmasını sağlar. tek eşliliği kilit altına alan bu süreç çift bağlanması olarak bilinir. işin ilginç yanı ise, araştırmacılar genetik tekniklerle vazopresin seviyesini yükselterek, çok eşli türleri tek eşli davranışlara yönlendirebilmektedirler.


peki insanlarda da durum aynı mı? yapılan araştırmalarda erkekte vazopresin reseptörünü kodlayan gen incelendi. bulgular “rs3 334” adı verilen genin bir bölgesini işaret ediyordu. genin bu bölgesi bir erkekte hiç bulunmayabilir, tek ya da çift kopyalar halinde görülebilir. denklem aşırı derecede basit. kopya sayısı arttıkça, dolaşımdaki vazopresinin beyin üzerindeki etkileri de o ölçüde azalıyordu. daha fazla sayıda rs3 334 kopyası taşıyan erkekler çeşitli bağlılık derecelerine göre yapılan ölçümlerde daha düşük puanlar almışlardı. iki kopya taşıyanların bekar olma eğilimi daha fazlaydı; bunların arasında evli olanların ise evlilikle ilgili yaşadıkları sorunlar diğerlerine göre daha çoktu. tüm bunlar yapılan seçimlerin ve çevrenin bir önem taşımadığı anlamına gelmemeli. bu sadece, dünyaya farklı yatkınlıklarla geldiğimiz gerçeğini vuruyor yüzümüze. kadınların tanıştıkları erkeklerden ilk olarak genetik test yaptırmalarını istemeleri yakın gibi gözüküyor.


aşk. bu kelimenin anlamı öyle dolu ki (aşıklar için son çıkış), ama öyle yanlış doldurulmuş ki. yakın geçmişte evrimsel psikoloji uzmanlarının dikkatini bir şey çekti: tanışan ve birlikte olan iki insan, üç yıla varan bir süre boyunca heyecan ve coşkunun zirvede dolaştığı bir dönem yaşıyorlardı. bu dönem boyunca vücut ve beyindeki iç sinyaller sözcüğün tam anlamıyla coşkulu etkileşimlerde bulunurlar: aşk. sonra inişe geçilir, heyecan ve coşku azalır, yerini dinginliğe ve stabil bir birlikteliğe bırakır. evrimsel bakış açısından, bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama 4 yıl), seçtiğimiz eşe duyduğumuz ilginin azalmasına programlanmışızdır.


yaklaşık 60 ülkede boşanma olgusunu araştıran psikolog helen fisher, boşanma girişimlerinin evliliğin yaklaşık dördüncü yılında zirveye ulaştığını fark etmiştir. araştırmacıya göre vücutta üretilen “aşk hormonları”, erkek ile kadını yavruların sağ kalım olasılığını yükseltmeye yetecek kadar bir arada tutmaya yarayan etkili bir mekanizmanın parçası olmaktan öte bir şey değildir. iki ebeveyn, sağ kalım açısından tek bir ebeveynden daha avantajlıdır; bunu güvence altına almanın yolu ise, onları bir arada kalmaya ikna etmekten geçer. işte biz bu ikna sürecine kısaca aşk diyoruz.

evet, etraftaki tek güzel şeyin de içine ettiğimize göre dağılabiliriz.