BİLİM 14 Ocak 2025
2,1b OKUNMA     32 PAYLAŞIM

Atalarımızdan Miras Kalan Bir Hayatta Kalma İçgüdüsü: Yaşılara Saygı Duymak

Bazıları gereksiz bulsa da aslında yaşlılara duyduğumuz saygı, yalnızca bir gelenek değil, hayatta kalabilmek için evrimsel olarak kazandığımız bir içgüdüdür. Nasıl mı?

yaşlı insanlara saygı duymak kadim bir hayatta kalma içgüdüsüdür. her ne kadar bunu günümüzde gereksiz de bulsanız, yaşlılardan nefret de etseniz bu içgüdüyü değiştiremezsiniz. peki bu içgüdü nereden geliyor? gelin, bugün de biraz bunu konuşalım.

günümüzde her şeyi okuldan, kitaplardan, televizyondan veya internetten öğrenebiliyoruz. hiç bilmediğimiz bir şehirde yolumuzu kaybetsek bile internet sayesinde başımızın çaresine bakabiliyoruz. ancak tabi ki eskiden öyle değildi.

10.000 yıl öncesine kadar insanlar vahşi doğada avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşıyordu. tarım yoktu, evcil hayvan yoktu. acıktığınızda bir şeyler alabileceğiniz market-dükkan yoktu. ve tarım devrimine kadar yüzbinlerce yıl boyunca insanlar ve yarı insan ara formlar vahşi doğada karın tokluğuna çalışarak yaşıyordu. karnınızı doyurabilmek için ya bir hayvan avlamalı, ya da bitkileri yemeliydiniz. ama bu hiç de kolay bir iş değildi.

günümüzde orta afrika, yeni gine gibi yerlerde yaşayan ilkel insanları internette, belgesellerde görmüşsünüzdür. hiç de öyle bodyciler gibi kaslı maslı tipler olmadığı sizin de dikkatinizi çekmiştir. evet gerçekten çok güçsüzler, birçoğunuz teke tek kavgada onları kolayca dövebilirsiniz. peki bu insanlar o haliyle nasıl vahşi doğada hayatta kalıyorlar, aslanlarla kaplanlarla nasıl dövüşüyorlar, koca koca hayvanları nasıl avlıyorlar?

vahşi doğada hayatta kalmak için sahip olmanız gereken kas gücü değil, bilgidir. bu konuda eğitimli değilseniz, silahlı bile olsanız vahşi doğada hayatta kalamazsınız. av hayvanları, daha siz onları görmeden sizin kokunuzu alıp oradan uzaklaşır. onları avlayabilmeniz için iz sürmeyi bilmeli, hayvanların göç yolları hakkında bilgi sahibi olmalısınız. yoksa elinizde silahla sabahtan akşama kadar boş arazide dolanıp durursunuz. bari bitki yiyeyim derseniz de çok büyük ihtimalle zehirlenirsiniz. ve örneğin bir kaplan size saldıracağı zaman sizin bundan haberiniz dahi olmaz, elinizdeki silah sizi kurtarmaz. çünkü kediler insanlara sinsice yaklaşıp arkadan saldırır. uzakdoğuda, kaplanların yaşadığı bir ormanda kaçak ağaç kesen insanlar şapka takarlar. şapkalarının arkasında bir çift göz motifi vardır. böylece bir kaplan onlara arkadan yaklaştığında o insanın kendisine baktığını zanneder ve saldırmaktan çekinir. alın size hayatta kalmanız için gereken bir bilgi. lakin ormancılar bu yöntemin ilk zamanlar işe yaradığını, fakat son zamanlarda kaplanların vaziyeti çakıp yine saldırmaya başladığını anlatıyordu. demek ki siz de bilgilerinizi sürekli güncellemelisiniz. nasıl ki iş dünyasında sürekli kendinizi geliştirmeniz gerekiyorsa, vahşi doğada da aynı şey geçerlidir.

bir başka örnek de sırtlanlardan verelim. sırtlanlar, iki ayağının üzerinde dik yürüyen uzun boylu mahluklara (insanlara) saldırmaz. orta afrika'da yaşayan insanlar, sırtlanların bölgesinde yürürken eşyalarını başlarının üzerinde taşıyarak kendini daha uzun boylu gösterir. eğilirseniz, ya da yürürken tökezleyip düşerseniz vay halinize.

benim hayvanlarla işim olmaz, ben bitkilerle beslenirim diyorsanız da işiniz çok zordur. sizin manavda gördüğünüz o koca koca elmalar, 30 cm'lik çikita muzlar doğada bulunmaz. günümüzde yediğimiz meyve-sebzelerin neredeyse tamamı insanlar tarafından melezleme-aşılama gibi yöntemlerle elde edilmiş, tabiri caizse genetiği değiştirilmiş bitkilerdir. ve bu bitkilerin çoğu melezdir, çekirdeğini toprağa ekerseniz oradan yeni bir bitki çıkmaz.

vahşi doğada bulunan ağaçların çoğunun meyvesi yoktur. olanlarsa eşek elması, it üzümü, karamık gibi sikindirik meyvelerdir, karnınızı doyurmaz. dahası birçoğu zehirlidir. eğer siz meyveyle karnınızı doyurmak istiyorsanız hangilerinin yenilebilir olduğunu bilmelisiniz. dahası hangi mevsimde nerede hangi meyve olgunlaşıyor, onu da bilip ona göre sürekli göç etmelisiniz.

özetleyecek olursak, vahşi doğada hayatta kalmanız için müthiş bir bilgi birikimine ihtiyacınız vardır. ancak eski çağlarda internet, televizyon, kitap vs yoktu. okul da yoktu. ayrıca bilmeniz gereken o kadar çok bilgi vardır ki, 20 yaşında bir genç bu konuda en iyi eğitimi almış dahi olsa herşeyi bilemez. peki çözüm nedir? bildiniz. yaşlı insanların önderliği!

vahşi doğada ne kadar bilgili de olsanız tek başınıza hayatta kalamazsınız. kalabalık gruplar halinde yaşayıp görev dağılımı yapmalısınız. kadınlar genellikle çocukları büyütüp meyve-sebze toplamakla görevliyken, erkekler av avlamak, grubu korumakla yükümlüdür. ve gruba liderlik etmesi için daima yaşlı bir insana ihtiyacınız vardır. gençler yaşlılar kadar bilemez. yaşlı insanlarınsa enerjisi yoktur, ayrıca sağlık sorunları nedeniyle bakıma ihtiyaçları vardır. dolayısıyla öncelikle korunması gereken onlardır.

grupta ölenlerin yerini bir şekilde telafi edebilirsiniz. çocuklar çabucak büyüyerek yetişkin olur. ama bir yaşlı kolay yetişmez. mensubu olduğunuz grupta korumanız gereken yegane kişi, grubun yaşlısıdır. eğer grubun yaşlısı ölürse, bu durumda grubunuz lidersiz kalır. tabiri caizse siki tuttunuz demektir. nasıl ki savaşta komutan öldüğünde savaş kaybedilirse, grubun yaşlısı ölünce de aynısı olur.

çocukluğunu köyde yaşayanlar bilir. misal bizim köyde sadece yıldızlara bakarak havaların ne zaman soğuyacağını, sonbaharın ne zaman geleceğini bilen yaşlılar vardı. komşu köyde sadece ağaç yaprağına bakarak toprağın ne durumda olduğunu, o yıl ne ekilmesi gerektiğini, mevsimlerin nasıl geçeceğini bilen yaşlı bir adam vardı, hatırlıyorum. adam tahminlerinde hiç yanılmazdı. civar köylüler bahçesindeki ağaçlardan yapraklar koparıp yanına gider, el pençe divan durarak vereceği tavsiyeleri can kulağıyla dinlerdi. bu öyle kolay kolay öğretilebilecek bir yetenek değildir. eğer çiftçilik yapıyorsanız ve böyle bir yaşlıya sahipseniz sırtınız yere gelmez.

yeni gine'de araştırma yapan jared diamond, yerlilerin mantar toplayıp yediğini görür. ve yerliler kendisine de mantar ikram ettiğinde ikramı geri çevirir. gerekçe olarak da zehirlenmekten korktuğunu söyler. bunun üzerine yerliler kahkahalarla güler. meğer yerliler doğada tam 58 farklı mantar türü tanımlamış, hangisinin zehirli, hangisinin zehirsiz olduğunu bir bakışta anlayabiliyordur. kararsız kaldıklarında ise mantarı yaşlı kişiye gösterip soruyorlardır. günümüzde mantar zehirlenmesinden ölen insanları düşününce, bu bilginin ne kadar kritik olduğunu anlayabiliyoruz.

otobüs yolculuğunda sıkça yaşamışsınızdır. yanınıza oturan kişi (hele ki yaşlıysa), sen nerelisin, kimlerdensin, filancayı tanıyor musun, sen kimin oğlusun gibi sorular sorarak kafanızı sikerler. sizin son derece gereksiz ve sıkıcı bulduğunuz bu yaklaşım, aslında kadim bir hayatta kalma içgüdüsüdür. nasıl mı?

eski çağlarda insanlar, arazide tanımadıkları yabancı bir insan görünce çok korkarlardı. düşünsenize, vahşi doğadasınız ve elinde mızrakla gezen tanımadığınız biri karşınıza çıktı. hırlı mıdır, hırsız mıdır bilmiyorsunuz. adam mızrağı size bi saplasa kim vurduya gidersiniz. siz ondan korkuyorsunuz, ama o da sizden korkuyor. çünkü siz de ona göre yabancısınız ve sizin de elinizde mızrak var. peki eski insanlar bu durumda ne yapıyordu? ilk yaptıkları şey daima yabancı ile iletişim kurmak olmuştur. ona nereli olduğunu, hangi kabileden olduğunu, filancayı tanıyıp tanımadığı vs sorulur. burada amaç karşı tarafla bir şekilde uzaktan da olsa bir akrabalık, ortak bir nokta bulmaktır. eğer bu başarılırsa, karşı tarafla hısım akraba olduğunuzu teyit ederek kendinizi güvence altına alırsınız. çünkü sadece bunu yapabilen insanlar hayatta kalıp genlerini sizlere aktarmayı başarmıştır. sen kimlerdensin sorusuna "sana ne y.rrağım" cevabı verenler dötüne mızrağı yiyip geberdiği için onların genleri size aktarılmamıştır.

yabancılarla tanıdık çıkma işini en iyi kim becerir? tabi ki yaşlılar. onların hafızası, bilgileri daha geniş, daha eskidir. bir şekilde karşı tarafla dıdısının dıdısının dıdısı da olsa hısım akrabalık bulma konusunda oldukça iyilerdir. günümüzde bile bu duruma sıklıkla şahit oluruz. geçenlerde bir eczacı arkadaşın dükkanında oturup çay içerken, orada hiç tanımadığım yaşlı bir amca beni soru yağmuruna tutmuş, ve en sonunda rahmetli dedemin kardeşini tanıdığını söylemişti. adam bir de bizim köyü tarif etti. şaşırıp kaldım. üstelik adam benim hemşerim bile değildi. lakin zamanında yolu bizim oralardan geçerken tanışıklığı olmuş. nereden nereye... eğer vahşi doğada yaşıyorsanız yaşlılar hayatınızı kurtarır.

kadim dünyada 50-100 kişilik gruplar halinde yaşayan insanlar nadiren başka gruplarla savaşa girerdi. zira topyekün savaş demek grubun mevcudiyetinin azalması demektir. bunun iyi bir fikir olmadığını eski insanlar bilirdi. o yüzden eski insanların savaşları da savaştan ziyade karşı tarafı korkutup kaçırmak şeklinde olurdu. bu tarz savaşlarda ölümüne dövüş pek nadir olur. ilkel kabilelerin savaşı bir defasında kameraya kaydedilmiştir. youtube'da ararsanız bulursunuz. emin olun günümüzde futbol taraftarlarının yaptığı kavgalar, o savaşlardan çok daha kanlı geçer. çünkü eski insanlarda hayatta kalmak daha önemlidir. ölümüne dövüş, ancak dini fanatizmle gelişmiştir. eski insanlarda kimse vatanı için kendini feda etmez. zaten çoğu göçebe olan o insanlarda vatan kavramı da muğlaktır. vahşi doğa koşulları insanların başına yeteri kadar dert açmışken, o insanlar bir de başlarına yeni dertler açmanın iyi bir şey olmadığını gayet iyi bilirler.

eski insanlarda suç işleyenlerin cezası, kabileyi yöneten yaşlı insanlar tarafından belirlenirdi. ve herkes yaşlı liderin kararına uymak zorundaydı. çünkü kendisine yeterince saygı gösterilmeyen yaşlı liderin "aman ne haliniz varsa görün" deme riskini kimse göze alamazdı. çocuğun hastalandığı zaman onun hastalığının ne olduğunu teşhis edecek ve hangi şifalı otun ona iyi geleceğini bilecek birisiyle kimse ters düşmek istemezdi.

özetleyecek olursak, yaşlı insanlara duyduğumuz saygı ve hürmet, aslında atalarımızdan bize miras kalmış bir hayatta kalma içgüdüsüdür. çünkü sadece bunu yapabilmiş insanlar hayatta kalabilmiştir. dolayısıyla hepimizin içinde, bizlere o içgüdüyü sağlayan genler vardır.