Beat Kuşağı ve Hipsterlar Arasındaki Fark Nedir?
hipsterlik ve beat kuşağı sürekli birbirleriyle bağdaşır ve kıyaslanır, bu iki kavram üzerine anlaşılmayan bazı noktaları tarihsel boyutuyla ve eklektik bir boyutla ele almak gerekir.
1944’de iki serseri olarak okulda adları ön plana çıkan ginsberg ve kerouac colombia üniversitesi’nde tanıştı. ginsberg disiplin suçlarından geçici olarak okuldan uzaklaştırılmıştı. kerouac’ta okuldan benzeri nedenlerden dolayı ayrılmıştı. bu iki başıboş daha sonra greenwich village’de burroughs ile tanıştı. burroughs, harvard mezunu ve ginsberg ve kerouac’tan iki yaş büyüktü. viyana’da tıp okuluna gitmek istedi ama bunu hiçbir zaman gerçekleştiremedi. ailesi burroughs şirketlerinin sahibiydi ve zengindi. servetlerini manifatura üzerinden kazanmışlardı. burroughs vakıf fonu üzerinden maaş alıyordu ve çalışmak zorunda değildi. fakat yazıları için hayat tecrübesi kazanmak amacıyla tuhaf işlerde çalıştı. ginsberg ve kerouac da orta sınıf bir tabandan geliyordu. bu insanlar orijinal beatlerdi.
1940’ların geriye kalan zamanlarında village’da kalıp burayı keşfettiler
şiir ve roman yazdılar. felsefe ile ilgilendiler ve hayatın anlamı üzerine düşündüler. diğer yazarlarla tanıştılar. jazz meraklısı oldular. uyuşturucu deneyimlediler. genellikle marijuana ve benzedrin. bazen de eroin. cinsel deneyimlerle bohem oldular, sürekli bir işleri yoktu ve zen aracılığıyla ruhsal aydınlanmayı aradılar. sonuç olarak beatler tuhaf ve toplum tarafından dışlananlara (yenilikçi olarak) saygı gösteren kişiler oldular.
bu sırada, kerouac ve arkadaşı neal cassady, kerouac’ın on the road’ına ilham kaynağı olan bir yol gezisine çıktılar. 1950’lerin başında kerouac ve ginsberg village’i (new york) terk edip san francisco’ya gittiler. o sıralarda san francisco avangart şiir rönesansının merkeziydi. artistler ve yazarlar için bir cennetti ve beatler için çok önemli bir yere dönüşecekti. 13 ekim 1955’te ginsberg ünlü ezber bozan howl okumasını deneysel bir sanat galerisi olan "6 gallery" de okudu. 1957’de on the road ve howl yayımlandı. 1957’nin mayıs ayında san francisco polisi kitap evlerine baskın yaptı ve howl’un kopyalarına el koydu. diğer kitaplarda müstehcen bulundu. lawrance ferlinghetti, the city lights kitap evinin sahibi, bu kitapları sattığı için "müstehcenlikten" tutuklandı. duruşmanın geldiği nokta jüri üyesi olan cleyton horn’un howl hakkında "müstehcen değildir" kararıyla amerikan edebi tarihi için bir mihenk taşı olmuştur. cleyton, howl için şöyle demiştir: "yazar konusuna yaklaşımı hakkında gerçekçi olmalıdır ve düşüncelerini aktarırken özgür olmasına izin verilmelidir." duruşmanın duyulmasından sonra medyanın ilgisi arttı. böylece beat fenomeni kamuoyunun ilgisini çekti.
insanların beat hakkında ilk öğrenmek istedikleri şey "beat"in anlamıydı
kerouac’ın 1948’de beat kelimesiyle ortaya çıkması dışında beat’in aslen negatif bir yan anlamı vardı. çünkü "beat" daha öncesinde drug kültürüyle örtüşen bir argo kelimeydi. aynı zamanda jazz müzisyenleri de ikinci dünya savaşından sonra bu kelimeyi; fakir, tükenmiş, bitmiş, yorgun, takatsiz vb. anlamında kullanırdı. kerouac buna kişisel hırs ve materyalizmden arınmış, kapsayıcı bir spiritüel anlam kazandırdı. beat’ler aynı zamanda jazz müzisyenlerinin diğer argo kelimelerini kullandı. bu kelimeler sesin ve beden dilinin bükülmesiyle oluşan birkaç anlama gelebiliyordu. dilleri, felsefeleri, yaşam tarzları ve giyinişleri onları toplumdan ayırıyordu. ve kendilerini "hip" ve "dürüst uyum" sağlayanlar olarak telaffuz ediyorlardı.
kendilerini "hipster" olarak ifade etme meselesine gelince, insanlar bu kelimeyi anlamadı
1957’lerde norman mailer beat’lere sempati besleyen ve diğer "uyumsuz" yazarlarla bağlantısı olan bir yazar olarak "the white negro" (beyaz zenci) makalesini yazdı. bu makale orijinal hipster'ların genellikle jazz müzisyenleri olduğunu ve sıklıkla bohem yaşayan ve bazen uçlarda yaşayan afro-amerikalıların arasında marjinalleşenleri açıklamaya çalıştı. bunlar cinsel deneyime açık, marijuana içen ve kendi dillerini konuşan insanlardı. bu siyahi hipster'lar sık sık tutuklanma ve ölüm korkusuyla yaşarlardı ve "beyazların" egemenliği altındaydı.
mailer, beat şiirlerinin; serbest, özgür yaşam tarzını benimseyen, tinsel olan 1930’lar ve 1940’lardaki siyahi jazz müzisyenlerinin davranışlarına nasıl öykündüğünü açıklar. siyahiler genellikle eşit olmayan koşullar yüzünden hapse girme ya da ırkçılar tarafından öldürülme korkusuyla yüz yüze olmasına rağmen daha otantik yaşıyor gibi görünüyorlardı. bu, beatlerin içinde yaşadığı kaotik dünyada hissettikleriyle paraleldi. onlar da ani ölümden (gericilik, ırkçılık vb gibi nedenler yüzünden) ya da daha kötüsü uyum sağlayarak yavaş ölümden korkuyorlardı. bu onların mevcut yaşamlarındaki deneyim arayışını ileriye taşıdı ve bunun hakkında yazdılar. bu yüzden, doğal olarak siyahilere öykünen beat'ler onların beyaz versiyonu oldu. yani beyaz zenci (white negro). aslında bu da hipster kavramını tanımlayan hareket oldu.