EDEBİYAT 30 Mart 2021
17,3b OKUNMA     673 PAYLAŞIM

Beat Kuşağından Önce Beat Yaşayan Charles Bukowski'nin Hayat Hikayesi

Charles Bukowski kimdir? Ünlü şair ve hikayecinin hayatına genel bir bakış atalım.

heinrich karl bukowski... amerikalı yazar, şair, reenkarne olup yeni bir bedende yaşam bulmuş diyojen. herkesin sözlerini, şiirlerini sosyal medyada çılgınlar gibi paylaştığı, özendiği ve sevdiği ancak çok az insanın kitaplarını okuduğu bir yazardır bukowski.

bu kadar bilinen bir adamın "nasıl öyle biri olduğundan" neredeyse hiç söz edilmez. ondan biraz söz etmemiz gerek...

bukowski tek çocuk olarak dünyaya gelmiştir

babası gaddardır, annesi gariban bir ev hanımıdır. bukowski gençliğinde insanların pek çevresinde görmek isteyeceği ya da beğeneceği biri değildir ve zaten ekmek arası gibi kitaplarından da anlaşılacağı üzere kaba saba biridir ve bunu hiç inkâr etmemiştir. 10'lu yaşların sonunda derisinde çıbanlar çıkar ve bu yüzden çok zor günler geçirir. babası işkoliktir, annesi bukowski'nin de pek söz etmediği gibi silik biridir. sanki hiç yaşamamış, sanki hiç dünyaya gelmemiş gibi çoğu ev hanımı kadın gibi bu dünya sahnesinden silinip gitmiştir. bukowski'nin annesinden -annesi için yazdığı bir şiir dışında- neden çok söz etmediğini de anlamak güç bir durum; çünkü annesi factotum kitabından da anlaşılacağı üzere charles'ı seven, özleyen ancak sevgisini derin bir biçimde -kocası yüzünden- aksettiremeyen bir kadın. fakat şunu da biliyoruz ki; bukowski çocukluğunda babasından dayak yerken annesi bu duruma "seyirci" kalmıştır. oğlunun kaba saba biri olmasına, sevgisiz büyümesine neden olmuştur. bunlar benim çıkarımlarım, belki de bukowski için annesi söz edilemeyecek denli kutsaldı, belki de önemsenmeyecek denli de önemsizdi. bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

bukowski'nin babasına karşı olan öfkesi, çaresizliği onu kendi içinde yaşamaya itmiş ve o günlerde yazarlığa adım atmıştır. çocukluğunda kendi çapında kaptan, komutan öyküleri yazmaya başlayan bukowski, ergenliğinde bu yeteneğini yeniden keşfedecekti...


bukowski konusunda unutulan şeylerden biri de kendisinin almanya göçmeni bir aileden geliyor oluşudur

annesi de, babası da öz almandır. belki de şu an bukowski'nin uzak akrabaları, uzak kuzenleri almanya'da yaşıyordur. alman olmasını belirtmemin nedeni: alman kişiliğine sahip olmasıdır. tek fark çok çalışkan olan alman babasının aksine o hiç çalışkan değildir. alman denilince disiplin gelir bizim aklımıza, ancak bukowski hiç disiplinli biri değildir. kendini hayatı boyunca babasından ötürü çalışmaktan kaçındığını, babasına tepki olarak aylaklık yaptığını iddia etse de bukowski, post office adlı kitabından öğrendiğimiz kadarıyla, çalışmak onun için bir yüktür; ne kadar babasına tepki olarak çalışmaktan kaçtığını söylese de, kendisinin içinde "bir tembel adam" olduğu aşikâr. bukowski'yi bu konuda eleştirmiyorum, hatta çalışma konusunda bukowski ile aynı kulvardayız. her neyse biz devam edelim.

bukowski almanya'da doğmuştur (doğduğu ev bugün hala yerindedir), orada insanlarla hep almanca konuşmuş ve ingilizce'den önce almanca düşünmeye başlamıştır.

Aktienstrasse, Andernach

birinci dünya savaşı'na amerikan safında katılmış bir babası vardır ayrıca, bukowski'nin hayatının anlatıldığı bukowski born into this adlı belgeselde alman savaş gazilerine, kahramanlarına verilen bir demir haç vardır; büyük olasılıkla o haç babasının savaştan kalan anısıdır, belki de prusyalı dedesine aittir...

hatta, biraz önce söz ettiğim belgeselin bir bölümünde, bukowski direksiyon başındayken yanındaki kameraman, gazeteci vb kişiye: "bu haç bana almanya'yı anımsatıyor, bu yüzden arabamda" demiştir.

bukowski'nin içinde almanya ve almanlık yaşamayı hep sürdürmüştür, bunu anlamak için az önce söz ettiğim belgesel izlenmelidir ve bu konuyu anlamak için tek kaynak niteliğindedir. ne yazık ki, abd yurttaşı olan bir kişinin geçmişi, kökeni umursanmadan abd'li kabul edildiğinden bu gerçeği, çoğu yerde bize atlayarak anlatırlar.

biz biraz daha bukowski'nin derinlerine inelim

bukowski'nin hayatını daha çocukluğunda etkileyen kişi "ekmek arası" kitabının başında anlattığı amcasıdır. amcası ayyaş, berduş, fahişelerle gezen, yaşayan birisidir. kitapta o bölümler şöyle geçer:

"ben amca elini şiltenin altına sokup bir paket sigara çıkardı, bir tane çekti ve bir kibrit çakıp yaktı. derin bir nefes çekip dumanı saldı. 'sigara içmenin yasak olduğunu biliyorsun', dedi babam, 'o sigaraları nerden bulduğunu da biliyorum. orusbular getiriyorlar. doktora söyleyeceğim, o orusbuların buraya girmesine izin vermesin.'
'bir bok yiyemezsin' dedi amcam.
'şu sigarayı ağzından çekip almak geliyor içimden!'
'icinden doğru dürüst bir şey gelmez senin zaten' dedi amcam.
'ben' dedi annem, 'sigara içmemelisin, seni öldürecek'
'iyi bir hayatım oldu' dedi amcam.
'hiçbir zaman iyi bir hayatın olmadı' dedi babam, 'yalan, içki, borç, orusbular... ömründe bir gün bile çalışmadın! şimdi de ölüyorsun, 24 yaşında!'
'iyiydi' dedi amcam, camel sigarasından derin bir nefes daha çekip dumanı üfledi.
'çıkalım buradan' dedi babam, 'bu adam delirmiş'
babam ayağa kalktı, sonra annem ve sonra da ben.
'güle güle, katy' dedi amcam ve 'gule güle henry' hangi henry'i kastettiğini belirtmek için bana bakmıştı.
babamın peşinde sanatoryumdan çıkıp park yerindeki arabamıza doğru yürüdük. bindik, çalıştı ve kavisli dağ yolundan aşağı inmeye başladık.
'daha uzun kalmalıydık' dedi annem.
'tüberkoluzun bulaşıcı olduğunu bilmiyor musunuz' diye sordu babam.
'güzel adam bence' dedim.
'hastalıktan' dedi babam, 'öyle bir görünüm verir onlara, tüberkülozdan daha çok şey kapmıştır'
'ne gibi şeyler' diye sordum.
'sana söyleyemem' diye yanıtladı babam, ben neler olabilir diye merak ederken, babam kavisli yolda direksiyon sallıyordu."

bukowski'nin babası kardeşinin frengi olduğunu düşünmektedir. o kendisinin tam tersi berduş, tembel ve sigara, alkol bağımlısıdır. bukowski'yi etkilemiştir amcası, hatta o da amcası gibi camel marka sigara içecek ve hatta "camel sigarası sihirliydi" diye övecekti. bunlar ekmek arası kitabı sayesinde öğrendiklerimiz; bu ve bunun gibi bukowski'yi etkileyen çoğu şeyi de bu kitap sayesinde anlıyoruz.

amcası, bukowski'nin üzerinde kesinlikle bir etki bırakmıştır ancak ne amcasını ne de yaşamını doğru dürüst biliyoruz, ne de bukowski'nin babasının evde kardeşi hakkında tam olarak ne konuştuğunu biliyoruz.

bukowski'nin babası, bukowski'nin yazmasına da karşıdır. onun çalışkan bir işçi ya da iş adamı olmasını istiyordur çünkü.

bukowski kimsesiz olmaya, yalnızlığa ilk böyle başlamıştır ve bizim bildiğimiz bukowski olmaya -onu sevenler gibi- bir züppe, kendini beğenmiş olarak değil, tam aksine dibi görmüş, kimse tarafından sevilmeden, istenmeden başlamıştır.

hayata karşı isyanını hep sürdürmüştür yine de, çoğu insanın intihar edeceği durumlardan, içerek ve yazarak kurtulmuştur. depresyon, depresyona karşı kullanılan bir ilaç haline getirilmiştir bukowski için...


işte herkesin bildiği, yıllarca bir hiç olarak yaşadığı, ailesinin yanına ara ara gelmeye başladığı dönem başlamıştır

bukowski'nin bu dönemlerine bir kısım insan gülmek, eğlenmek için okumuş, bir kısım insan da tarz olmak, ilgi çekmek için okumuştur, özenmiştir. bu dönemleri bukowski üç kitapla anlatmıştır. en ünlüsü "factotum"dur. diğer ikisi "kaptan yemeğe çıktı tayfa gemiyi ele geçirdi" ve "sıradan delilik öyküleri"dir. yine de "kaptan yemeğe çıktı tayfa gemiyi ele geçirdi" ve "sıradan delilik öyküleri" tartışmalıdır; çünkü bukowski'nin bu kitaplardaki bazı öyküleri uydurduğunu düşünenler vardır. böyle düşünmeleri oldukça normaldir, çünkü 2013'te 17 yaşında bir genç olarak ilk okuduğumda ben de abartılı, gerçekdışı olarak bulmuştum.

bukowski'nin gençliği hollywood filmlerine de konu olmuştur ve o hala yaşarken barfly çekilmiştir. daha sonra factotum kitabının sinema uyarlaması olarak factotum (her işin adamı olarak türkçeleştirilmiştir) matt dillon'ın başrolü oynadığı, 2005 yapımı bir film olarak sinemada kendine yer bulmuştur.

bukowski ilk gençlik yıllarında keşfettiği john fante'den esintiler taşımıştır

çocukluğunda onu ilk etkileyen amcası ise, onu gençliğinde etkileyecek olan john fante olmuştur. onun yazım stiline benzer öyküler yazmıştır. öyküler özgündür ancak yazım stili fante'ninkine aşırı benzemektedir. zaten "fante benim tanrım" diyerek bize bu konuda ipucu vermiştir.

yaşadığı hayatla birçok insanı kapitalizm, toplum hayatı konusunda alaycılığıyla güldürmüştür. bukowski alman olmanın getirisiyle birçok alman düşünürün de etkisini taşımıştır. karamsarlığıyla arthur schopenhauer'ı, hayata karşı isyankar tutumuyla friedrich nietzsche'yi, babaya ve de aileye karşı hüznü ile franz kafka'yı yer yer anımsatmıştır.
bukowski, kafka bir yerde benzer bir öyküye de sahiptir. kafka zalim baba'ya yaşamı boyu tam bir karşı geliş sergileyememiştir ancak bukowski, zaman içinde aynı kafka'nınki gibi, hatta daha zalim olan babasına karşı gelmiş ve hayatına biraz olsun memnun devam etmiştir. 

bukowski; kendi türünde yazan birçok yazarın tersine klasik müzik dinleyen bir adamdır. alman kökeninin ara ara ortaya çıkmasına şaşmamak gerekir.

bukowski, kendi kültürü ve yaşadığı ülkeyle değerlendirilmelidir

çünkü bukowski'nin beat kültürüyle yazması ve de öyle bir gençlik geçirmesi için uygun bir ülkede yaşamıştır. bizim ülkemizin kültürü, bukowskilere izin vermeyecektir. alkolik olabilirsiniz ancak bukowski'nin yaşadığı gibi bir gençlik yaşamanız oldukça zordur; çünkü türkiye, batı kültürü gibi değildir. bukowski'nin kitaplarındaki gibi birine bir barda yumruk attıktan sonra soğuk bir bira içerek, ardından gülerek değil, bir araba adam tarafından dövüleceğiniz, hatta hiç hesaba katmadan terslediğiniz biri tarafından öldürülme riski taşıdığınız bir ülkedir. en önemlisi: "türkiye'de insanlar eleştirilmeyi, küçük düşmek olarak görür ve herhangi bir ortamda birileriyle tartışırken iki tarafta kazanmak için konuşur ve tartışma alevlenir. en yoksulu da böyledir, en zengini de böyledir, türkiye'de."

bukowski gibiler için gerçek anlamda bireysel bir yaşamın, umursuz ve de takıntısız insanların olduğu bir ülkede yaşamanız gerekir. amerikan kültürünü biraz olsun incelediyseniz, onu bırak bukowski'yi biraz okumuşsanız, zaten ne demek istediğimi anlarsınız.

bukowski yaşadığı hayatla bir iz bırakmış ve eserleri ta kilometrelerce ötedeki türkiye adlı ülkede, türkçe olarak basılmış ve insanlar tarafından 2021 yılında konuşuluyor. bu büyük bir başarıdır. nobel almasa da, birçok insanın yüreğinde yer edinmiştir. bu düzen devam ettikçe de hiç unutulmayacak yazarlar arasındadır...

hepimizin içinde hep tembellik etmek isteyen, içmek, gezmek isteyen bir yan var ve bu yüzden de topluma karşı isyan var ancak bukowski okuyup, anlamadan bukowski gibi yaşamı, toplumu tanımlamamak gerekir. bukowski yaşama isyanını "babası gibi olmamak" olarak nitelemiş, hayalinin peşinden koşmuş ve de bu yolda koca bir gençliği yalnızlık içinde geçirmiştir. bukowski'ye özenmeden önce bunların bilinmesi gerekir, çünkü günümüzün instagram, twitter kullanan tüketim çağı gençleri ve yetişkinleri için oldukça zor ve sıkıntılı bir yaşam geçirmiştir o...

hatta; "ben bir charles bukowski modası olduğunun farkında değilim. yalnız yaşayan biriyim, kalabalıktan hoşlanmam; bu tür tuzaklara düşmeyecek kadar yaşlı, kuşkucu ve çakalım. bu iki haftada yaptığım üçüncü söyleşi, ama ben buna modadan ziyade matematiksel bir tuhaflık olarak bakıyorum. umarım hiçbir zaman moda olmam. moda olmak lanetlenmek demektir. bende ya da yaptığım işte bir tuhaflık var demektir. sanıyorum 46 yaşında, 11 yıl boyunca sessizce çalıştıktan sonra böyle bir şeyden endişe etmeme gerek yok. tanrılar benimledir umarım. benimle olduklarını düşünüyorum." demiştir.

onun izinden gitmek isteyenler olacağını düşünmüş olsa gerek, ki mezar taşında "don't try" (deneme) yazmaktadır

1994'te, 74 yaşında hayata veda etmiştir.


kaynaklar:
(bkz: ham on rye)
(bkz: factotum)
(bkz: kaptan yemeğe çıktı ve tayfalar gemiyi ele geçirdi)
(bkz: sıradan delilik öyküleri)
(bkz: post office)
(bkz: bukowski born into this)

bonus: yazarlığa başlama hikayesi

bukowski 24 yaşındayken "aftermath of a lenghty rejection slip" isimli kısa öyküsü yayımlandı fakat bukowski yayıncılık yöntemlerinden hayal kırıklığına uğradı ve 10 yıllığına yazmayı bıraktı. kitaplarda öykülerini yazacak kağıt bile bulamadığını anlatır. daktilo yerine pilot kalemle öykülerini yazıp yayınevlerine gönderirmiş, kendisin tekrar yazmaya iten güç ise john martin’dir. john o zamanlar postanede çalışan bukowski’ye postanedeki işi bırakıp eğer sadece roman ve öykü yazarsan sana ayda 100 dolar vereceğim demiştir. böylelikle bukowski çalışmaktan nefret ettiği postaneden ayrılarak düzenli yazmaya başlamıştır...