FUTBOL 8 Aralık 2021
20,1b OKUNMA     434 PAYLAŞIM

Beşiktaş Şampiyonlar Ligi'nde Neden Sıfır Çekti?

Temsilcimiz Beşiktaş, 2020-2021 sezonu Şampiyonlar Ligi C Grubu'nda Ajax, Borussia Dortmund ve Sporting Lizbon'la karşılaştığı maçların hepsinde mağlup olarak sıfır çekti. Nedenlerini sorguluyoruz.
Fotoğraf: @Besiktas / Twitter

beşiktaş'ın şampiyonlar liginde sıfır çekmesi, aslında ta geçen mayıs'tan beri belli olan bir şeydi

sergen yalçın'ın 20-21 sezonundaki kadro kalitesi sebebiyle oturttuğu fiziksel gücün ana çeper olduğu oyun, sezon boyunca taktik anlamda birçok yanlışa sahne oldu; hem rakip analizleri hem de oyuna müdahaleler açısından beşiktaş aslında geçen sezon da birçok defoya sahipti... yine de bu fiziksel oyun, sergen yalçın'ın taktik eksiklerini gidermesi halinde avrupa için, en azından, doğru bir yol başlangıcıydı.


ancak 21-22 sezonu için yazın yapılan salih, teixeira gibi transferlerin ardından beşiktaş'ın fizikselden ziyade daha teknik bir oyuna dönüş yapacağını, bu minvalde ismi geçen forvetler içinde michy batshuayi'nin en uygun aday olacağını da düşünmüştüm. çünkü batshuayi hem fiziksel oyun oynayacak, hem de skor katkısı verebilecek tipte bir oyuncu değildi, ondan skor alabilmek için onu topsuz oyunda koşturmaktan ziyade ceza sahası civarında toplu oyun varyasyonlarına katmak; kısacası daha teknik bir oyun oynamak gerekirdi. üstüne bir de miralem pjanic gelince, pas oyunu/teknik oyun düşüncelerim iyice güçlendi. ama beşiktaş yeni sezonda bize yine fiziksel oyunda ısrar eden maçlar izletti. bu düşünce takımı ligde belki götürebilirdi, ama avrupa kupaları için intihar demekti...

sonra şl grubu kuraları çekildi, çoğu kişi man city, psg, liverpool vs çıkmadığı için seviniyordu, kolay grup zannediyordu (beşiktaşlı futbolcular bile kuraları birlikte izlerken sevinç gösterileri yaptılar). oysa bu grupta beşiktaş'ın işi, olası bir city'li psg'li gruptan daha zor olacaktı.

bu yanlış rehavet sergen yalçın'a da yansımış olmalıydı ki, tv'de iki farklı programa çıkıp gerine gerine "şl'de en az onlar kadar koşmalıyız" gibi yüzeysel ve her şeyi çözdüğünü zanneden bir fikirle avrupa'da başarının sırrını açıkladı (!); ve üstüne "oyunculara söyledim, koşmayacaksanız çıkıp ben oynarım, hepinizden de iyi oynarım" diye ekledi.

sergen yalçın zannetti ki, geçen sezonki genel kapasitesi düşük ama fizik kapasitesi yüksek olan takımı, kendi mahareti sayesinde fizik güce dayalı oynatabildi. oysa tam tersi; o kadrodaki oyuncuların çoğu zaten o fiziksel eforu sarfetmekten başka çaresi olmayan, varlıklarını bu efora borçlu olan oyunculardı. yani hiçbir şey demeseniz bile, o oyuncuların çoğu bu eforu sarfedecekti. ancak bu sezonki teixeira, pjanic, batshuayi gibi elemanlar, teknik meziyetlerini şl çapında bir organizasyonda yüksek efor altında sergileyebilecek oyuncular değildi (zaten öyle olsalardı uçakla türkiye'nin üstünden bile geçmezlerdi).

işte yalçın en büyük yanılgıya burada düştü

ben her oyuncuyu koştururum diye düşündü. evet koşturdu da... futbolcuların hepsi çok koştu (ama sonuç?) nitekim ilk dortmund maçıyla birlikte başlayan bu koşu mesafesi mevzusunun balon bir mevzu olacağı daha o zaman belliydi:


ama sergen yalçın bu inadına devam etti

fiziksel efora daha uzak oyuncuların transfer edildiği kadroya yapılan aşırı yüklemeler, maçlarda birer ikişer başlayan sakatlık silsilesine sebep oldu ve ajax deplasmanına yedeğin de yedeği bir takımla çıkıldı ve kısıtlı kadro ile oynanan bu maçta mecburen defansif bir oyun oynandı. yine de öyle bir maç oldu ki, tam kadro çıkılsa 4-5-6 olacakken, ajaxlı oyuncuların laubaliliği sayesinde 2-0 yenildiğimize şükrettik.

yani aslında daha ilk iki maçtan belliydi ki; şl için çok daha derinlikli taktik planlar lazımdı.

ama sporting maçında, yine aynı efora dayalı yanlış başlangıç; geçiş oyununun avrupadaki en iyi uygulayıcılarından birine karşı agresif ön alan presi + savunmayı öne çıkaran anlayış, ve maç içinde bunları görüp hiçbir önlem alamadığı/karşı cevap hamlesi yapamadığı bir 90 dk'nın faturası ağır oldu.

19 Ekim'deki maçı Beşiktaş 1-4 kaybetmişti.

üstelik bu maçı "şans" olarak nitelendiren sergen yalçın, ikinci sporting maçına da aynı anlayışla çıktı ve tüm bunların kopyasını yaşayarak yine 4 yedi (oysa bu iki sporting maçının arasında bir galatasaray derbisi oynandı ki; hah dedim sergen yalçın sanırım avrupa'da işleri değiştirecek ve daha kontrollü bir oyun oynatacak, ama olmadı).

ve en son; inönü'deki ajax maçıyla birlikte aslında çoktan kapanan perdeyi, sergen yalçın dünkü dortmund maçına rotasyonla başlayarak mühürledi.


sergen yalçın'ın bu inadı, hem yazın yapılan sükseli transferlerin ardından yakalanan havayı, hem ligdeki gidişatı, hem de oyuncuların sağlığını bozdu. yani bir takımın mental olarak zirveden dibe inişi, bir kişinin inadı yüzünden oldu. şu an için sezon başındaki havadan eser yok, takım normalde olabileceğinden de kötü bir durumda. ve işin kötüsü, kalan maçlarda oyuncular sergen yalçın'ın o çok istediği eforu sarfetmediler bile, hala da öyle. skor alamadıkları ama en azından istekli, eforlu oynadıkları günlerden, koşmayı bıraktıkları günlere doğru hızlı çakılış... yani işin özü; oyuncular artık sergen yalçın'a inanmıyor, bu belli.

bu sıfır çekiş, fenerbahçe'nin 01-02'deki şl macerasından daha aciz, daha göz göre göre, ve daha çaresiz bir macera oldu

o dönem fb'nin başında en azından cv'sinde 88-89 şampiyon kulüpler yarı finali, iyi kötü bir euro 2000 çeyrek finali, iki büyük kulüple de şampiyonluk gibi başarıları olan bir m.denizli vardı, ve grupta barcelona gibi bir takımın yanı sıra leverkusen ve lyon gibi dönemin trendlerine kafa tutup futbolu değiştirecek olan iki takım vardı. üstelik, m.denizli o sezon hiçbir maça hayalci yaklaşmamış, aksine daha akılcı ve en azından farklı şeyler denediği enteresan taktik hamleler (ali güneş'in forvet oynaması gibi) ile direnci korumaya yönelik bir oyun oynatmış, ancak kadro kalitesi buna yetmemiş ve bireysel becerilerin (ballack, rivaldo, govou, neuville, lucio, kluivert vs) ön plana çıktığı maçlar sonrası sıfır çekmişti:


futbol 2001'den bu yana çok değişti

artık bireysel değil taktik açıdan güçlü olanların kazanma ihtimali çok daha fazla. dolayısıyla beşiktaş doğru taktik + tercihlerle avrupada çok daha ümitvar maçlar çıkarabilirdi. ancak; en büyük başarısı türkiye şampiyonluğu olan, onu da daha yeni yaşamış olan bir hocanın, eline verilen pjanic, batshuayi, ghezzal, teixeira, n'koudou gibi elemanlara uygun olmayan bir oyun felsefesi seçtiğini, rakiplerin güçlü-güçsüz yönlerini hiç süzememiş olduğunu görüyoruz.

kısacası bu sıfır çekiş; son dönemlerde (biliç, ve şenol güneş'in ilk iki senesi) yüzünü batıya dönmüş olan beşiktaş'ın son iki sezondur tamamen sırtını dönmesi olarak kayda geçmiş bir olaydır bana göre. bu şekilde devam ettikçe, bir şeyleri kafada değiştirmedikçe, beşiktaş'ın avrupa'da herhangi bir kademeye ulaşabileceğini de zannetmiyorum.