İŞ HAYATI 11 Şubat 2020
32,2b OKUNMA     671 PAYLAŞIM

Beyin Göçü, Gerçekten de Bir Tür Vatan Hainliği midir?

"Hayır!" diye haykırmadan önce bir duraksayıp düşünelim. Meseleyi ekonomik ve siyasi açıdan iyice tartarsak daha sağlıklı sonuçlara varabiliriz.
iStock

liyakatin terk edildiği hiyerarşik toplumlarda, devletin sahibi olduğu kıt nitelikli sermayenin ihtiyaç duymadığı nitelikli emeğin sistemi terki halk için, nitelikli sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikli emeğin sistemi terki ise devlet için hainlik olarak tanımlanır.

aslında liberal açıdan ele alındığında emeğin ve sermayenin serbest dolaşımını bir tür ihanet olarak ele almak bir oksimoron olsa da, hiyerarşik toplum kültürünün dominant olduğu toplumlarda sıradan bir tanımlamadır.

bu iki cümle üzerine biraz uzun bir yazı olacak. toplumları ileri taşıyan katma değer üretimi sadece ama sadece nitelikli sermaye ile nitelikli emeğin buluşturulmasından gelir. günümüzde bilgi üretimi anlamına gelen katma değer üretiminin ne şekilde gerçekleşeceği ise o toplumun kültürüyle, yapısıyla, ekonomi politik kaynak paylaşım mekanizmalarıyla doğrudan doğruya ilintilidir.

burada klasik neoliberal yaklaşımla çıkıp da ancak hür müteşebbis bir yapı üzerinden katma değer üretimi mümkün olabilir tezini savunmayacağım. teorik olarak, bilgi üretim hızının en yüksek olacağı sistem serbest sermaye gelişim ortamının sağlanmasıdır ifadesi insanın özündeki sisteme itaat ve güç kazanma hırsının bir bileşeni olabilir fakat liyakatin dominant olduğu hiyerarşik yapılarda, hiyerarşi üzerinden kültüre ve toplumun değerlerine bağlılık arttıkça bilgi üretim ivmesi merkez kapitalist ülkelerdeki ivmeyi yakalayabilir ve hatta geçebilir de.

önemli olan insanın içinde var olan refaha erişim arzusunun diri tutulması ve bunun için de gereken bilgi üretim süreçlerinde nitelikli sermaye nitelikli emek ilişkisinden doğan refahın tabana yayılma sürecinin otorite tarafından etkin bir şekilde geliştirilmesidir. ersin kalaycıoğlu'nun da dediği gibi, refahı tabana yaymak refahı yaratmaktan çok daha zordur.


refah göreceli bir kavramdır

koca bir makroekonomik düzende yaratılan refahın paylaşım süreçlerinde ise diffusion/dissipation türkçesiyle yayınım ve yitim kavramları üzerinden refahı incelemek gerekir. insanlar doğuştan eşit yeteneklerle yaratılmadıklarından dolayı ekonomik sistem içerisinde yaratabildikleri refah da görecelidir. mesela aynı toplumda yaşayan bir beyin cerrahı ile bir perakendecide çalışan tezgahtarın aynı ücrete çalışmadıklarını görürüz.

nitelikli sermayenin tekelci doğasından dolayı özellikle hiyerarşik toplumlarda liyakat daha fazla ön plana çıkar çünkü liyakat aşındıkça hiyerarşi sorgulamaya açılır. sorgulamaya açılan hiyerarşi ise devletin sorgulanması anlamına gelir ki bu da sosyal tansiyonlar yaratır.

refahın makroekonomik süreç içinde başına gelenlerse işte bu noktada, refahın yitime mi yoksa yayınıma mı gideceğini gösterir. ortalama liyakat düzeyi yüksek tutuldukça refahın daha düşük bir viskozite ile dağıldığını görürüz. bu da refahın tabana yayıldığını bize gösterir. liyakat aşındıkça bu viskozite artmaya başlar. bu da yaratılan refahın çok çabuk bir biçimde eridiğini bize gösterir.

çok yüksek hızda refahın yayılması pek de iyi bir şey değildir çünkü refahı yaratacak koşulların ortadan kalkmasına yol açar. çok düşük hızda yayılması da iyi bir şey değildir çünkü toplumda farklı kültürlerin çıkarlarını birbiriyle çakıştırarak sonunda yine refahın gelişeceği koşulların ortadan kalkmasına yol açar.

türkçesiyle, artan oranlı gelir vergisinde belirlenmesi gereken oranların çok düşük olması insanlar arasındaki huzursuzlukların artmasına yol açacakken, çok yüksek oranlı vergilerin olması ise kimsenin kendini geliştirmek için çabalamamasına yol açarak toplumu geri bırakır. vergi işin finansal boyutu olsa da, o paranın satın alabildiği değer üzerinden gelişimi bize kalkınmanın ve refahın yayınımının boyutları hakkında fikir verecektir.


şimdi bu uzun girişten sonra beyin göçünün ihanet ile değerlendirilme sürecine gelelim

öncelikle net olan şu ki türkiye hiyerarşik ama liyakatin de dominant olmadığı bir toplum ve devletten oluşuyor. buna kimsenin kolay kolay itiraz etmeyeceğini düşünüyorum. beyin göçü denilen olgu ise bilgi üretebilme potansiyeli olan nitelikli emek sahiplerinin ülkeyi terk ederek başka bir ekonomik sistem içerisinde bilgi üretimine devam etmesi olarak nitelendirilebilir çünkü bunun üretim aracı ya da parasal boyut içeren türüne sermaye göçü deniyor.

kuşkusuz global ölçekte üretilen her bilgi türü insanlığı bir adım ileriye taşıyacağı için kıymetlidir ama ekonomideki arz talep yapısının doğası nedeniyle de o bilgi türüne olan talep her ekonomik sistemde aynı değildir. bu nedenle, mesela genetik ve moleküler biyoloji üzerine çalışan bir insanın göç etmesi devletin tepki göstereceği bir tutum değildir. hatta o kişi kazandığı dövizlerle türkiye'de ev alır ya da parasını türk finansal sistemi içinde tutarsa, sermaye hesabı üzerinden ülkenin döviz talebini düşüreceğinden dolayı ayrıca da devlet tarafından desteklenmektedir.

öte yandan, üretilen bilgiye ihtiyaç duyulan hem de bu yüksek ihtiyaç sahibinin devlet olduğu bilgi türleri de vardır. bunların başında tabii ki savunma sanayi geliyor fakat nasıl üretilen refah göreceliyse bir şirket içinde üretilen refah da görecelidir. hiyerarşik yapılı şirketlerde ise bu gerçek genelde görmezden gelinir. bazı refah üretim süreçlerinde ise iç hiyerarşi vardır. mesela üretilen bilginin sınıflandırılması süreci ya da konfigürasyon yönetimi gibi süreçler kendi içlerinde öncelikle mühendislik bilgisinin üretilmesine ihtiyaç duyarlar.

işte hiyerarşi içerisinde üstte olan bilginin refahının daha üstün olması, öte yandan kurumsal hiyerarşinin doğası gereği bu duruma karşı körlük yaratması sonucunda bilginin üretim hızı yavaşlamaya ve proje takvimleri sarkmaya başlar. hiyerarşik körlük organizasyonel süreç içinde çalışan sayısını artırarak bu durumu çözmeye kalktığı anda da şirket içi verimsizlikler büyüyerek refahın yitime doğru kaymasına yol açar.

daha önce bir yazar bahsetmiş:


aslında rakamı göreceli olarak ortaya koyarak 2000 demiş ama gerçek anlamda şirketlerin iş yapamaz hale gelmesi için bu sayının yarısı bile fazlasıyla yeterli olabilir. bunun arkasında yatan neden ise tam olarak bilgi hiyerarşisidir. bilgisel hiyerarşide en tepedeki bilgiyi üretebilecek düzeydeki mühendis, kurumsal hiyerarşide en alt basamağın bir ya da iki basamak üzerindedir.

doğru kişiler seçilerek yapılacak olan transferlerde bugün adını herkesin çok iyi bildiği şirketler iş yapamaz hale gelebilirler. işte halkın değil ama devletin direkt olarak hainlik olarak tanımlayacağı mühendisler de bunlar olurlar. her şeyin ötesinde, kritik projelerde çok ciddi mühendislik bilgisine sahip olan çalışanların beyin göçüyle ülke dışına çıkmaları bile yer yer devletin kendisi için de güvenlik zafiyeti olarak tanımlanabilir.

türk ceza kanununun devlet sırlarına karşı suçları içeren 326-339. maddeleri ama özellikle de 333. maddenin birinci bendinde tanımlanmış olan sırlarının kontrolünü sadece bu mühendislerin vatan sevgisine ve vicdanına bırakmış durumdayız zira kritik projelerde bilgi sahibi olup da bugün bu ülkede olmayan yüzlerce mühendis bulunmaktadır. bugün bu insanların kime ne hakkında ne kadar bilgi vermiş olabileceğine dair kimsenin muhtemelen en ufak bir fikri yoktur.

öte yandan ilgili yazarın bahsettiği durum ise doğrudur. zayıflamış eğitim sisteminde oldukça az çıkan sorgulayıcı/yaratıcı mühendislerin kaybı üzerinden koca bir sektöre sekte vurmanın aylık ortalama maliyeti 10-15 milyon euro civarındadır. almanya'nın geçen yıl verdiği bütçe fazlasına, 14 milyar euro, bakacak olursanız bu rakam çoğu batı ülkesi için hiçbir şeydir.

bu bağlamda, devletten yakın gelecekte bu sektörlerde çalışan mühendislere yurt dışı çıkış yasağı gelirse bunun kimseyi şaşırtmaması beklenebilir. zamanında berlin duvarı ne için inşa edildi sanıyorsunuz?

Sektörün İçindeki Bir Mühendisten: Türkiye'nin Mühendis Beyin Göçü Neden Artıyor?