Boris Vian'ın Yegâne Başyapıtı Mezarlarınıza Tüküreceğim Ne Anlatıyor?
mezarlarınıza tüküreceğim... kasvetli amerikan kara romanlarının, haşin hard boiled külliyatının soğukkanlı üslubunu ödünç alarak, marquis de sade'ın total roman anlayışını da benimseyip iki farklı tarzı birleştirerek özgün bir yapıt ortaya koymayı başarmıştır boris vian.
amerikan küçük kasabalarının tekdüze atmosferi, sakin görünen yüzeyin altındaki derin ahlaksızlık, seks partileri, pedofili, küçük fahişeler, süslü sosyete üyeleri, drugstore müdavimi ergenler, karşılıklı eş değiştirecek kadar ileri görüşlü ruhsuz, seks düşkünü genç kadınlar, alışılageldik içkili toplantılar, ekstrem şiddetin ürpertici boyutları, amerikan yol filmlerini hatırlatan düzçizgisel, akıcı bir kurguda işlenmiştir. olaylar üst üste hızlı şekilde gelişir ve boris vian birinci tekil şahıs anlatım biçimini yeğlese de anti-kahramana karşı mesafelidir.
bununla birlikte okuru tuzaklara düşürür çünkü başroldeki beyaz zenci en nihayetinde haksızlığa uğramış bir ırkın mensubudur ve başından türlü felaketler geçmiştir. örneğin küçük kardeşi beyazlarca öldürülmüştür. o da intikam ateşiyle yanıp tutuşmaktadır. bu anlarda okuyucu kısmen onunla özdeşleşir ve haliyle bir suç ortağına dönüşür. finale doğru tanrı-bilici anlatım biçimine dönerek kurduğu tuzaklara bir yenisini daha ekler ve anti-kahramanla arasındaki mesafeyi daha da açar. beklenmedik bir finaldir ve okur sarsılarak kitabı elinden bırakmak zorunda kalır.
herkesin herkesi bir nebze tanıdığı ve yaşanan olaylara dedikodu marifetiyle kulak misafiri olduğu küçük şehirdeki beyaz sosyete, polisler ve diğerleri toptan siyah ırka karşı önyargılıdır ve ondan nefret ederler. anti-kahraman ise bunun fazlasıyla bilincindedir ve ilk aşamada tek yapabildiği cinsel bir intikam alabilmektir. çalıştığı kasabadaki kızların çoğuyla bir şekilde birlikte olur. ama daha büyük bir şiddet için de kendisini yavaş yavaş hazırlamaktadır.
boris vian gerilimli kurgusuyla hem okurda merak uyandırır ve hem de onu metindeki boşlukları doldurması için kışkırtır. örneğin dexter ile beyaz zencinin döküntüler içindeki bir gettoya gidip küçük fahişelerle birlikte oldukları bölüm gerilimiyle amerikan malı kara filmlerinin mükemmel bir izdüşümüdür. bu paranoyak anlarda dexter'ın maskesi de düşmüştür artık, ama gel gör ki anlatıcı-kahraman olan-bitene pek de vakıfmış gibi görünmez. daha çok kendisini olayların akışı içine bırakarak yarı yarıya doğaçlama yaşar.
yaralayıcı, sado-mazoşist aşk üçgeni içinde beyaz zenci, kontrollü kimliğiyle soğukkanlılığını gizlemeyi başaran femme fatale lou ve ablası isterik jean; bu genç kadınlarla ilişkiye girmemesi konusunda anlatıcıyı uyaran zengin bebesi sadist dexter ve kasabanın öteki şımarık veletlerinin gündelik yaşam döngüsünde çoğu zaman carpe diem mottosuyla yaşadıkları kuşku götürmez.
gelgelelim dexter ve lou belki de planlarına sadık kalan kişilerdir sadece. bununla birlikte anlatıcı da kendi planını uygulamak için belli bir hedef doğrultusunda yürümeyi seçer. gizlenmiş doğasıyla lou esasen onu sarsabilen tek kişidir. aslında jean ile lou'yu birer et gibi görmektedir. onları örümcek tuzağına çekebilmek için cinsel cazibesini ve sözüm ona cool görünüşünü bir zar niyetine öne çıkartır. fakat hayat planlara ve teorilere ters gidişiyle insanı her zaman şaşırtmayı başarmıştır. en planlı, zeki yaratıklarda bile açık kalan bir taraf her zaman vardır. nasıl ki hiçbir cinayet kusursuz değilse anlatıcı-kahramanın kanlı ve dehşetengiz planı da bir şekilde çözünmeye uğrayacaktır.
siyahi edebiyatın tepkisini çekebilecek spekülatif yönüyle roman, geçmişten bugüne her türlü eziyetle karşılaşan bir ulusun siyasi mücadelesine asla odaklanmaz ya da bu açıdan bir mücadele biçimi önermez. işte bu noktada daha da kışkırtıcı bir forma bürünür ki safkan beyazlarla girişilen sözde tensel mücadele pragmatik değilse de bireyseldir. zaten intikam itkisinin tetiklediği anti-kahraman da nihayetinde bireysel nefret duygusuyla eyleme geçer, tabii buna haklı bir eylem denebilirse eğer. sonuçta öfkesini bizzat kardeşini öldürenlere değil, cicili bicili genç kadınlara, yemek yiyip su içer gibi doğallıkla sevişen burjuva üyelerine yöneltir. elbette bu onun şahsi tercihidir ama örneğin o yıllarda moda olan varoluşçu romanlardaki uyumsuz, asi, izole öznelerle de hiçbir şekilde ruhsal bir akrabalığı yoktur. roman bu yanıyla da hayli kişisel ve özgün bir kanalda ilerler.
bu çapta sansasyonel içerikten dolayı elbette ki çoğu film ve kara roman gibi mezarlarınıza tüküreceğim de tartışmalıdır ve bir parça istismar edicidir. 1970'lerin amerikan menşeli düşük bütçeli istismar filmleri anımsandığında, bu filmlerdeki çiğ şiddetin, aşırı erotizmin boyutları düşünüldüğünde mesele daha net anlaşılabilir. ve tabii boris vian bu romanı 1946 yılında müstear isimle (vernon sullivan) kaleme almıştır. intikam itkisinin bu alışılagelmedik tasviri haliyle tepki çekmiş, roman toplatılmış, yasaklanmıştır. hatta boris vian para cezasına da çarptırılmıştır. izleyen dönemde takma adla yine kışkırtıcı romanlar kaleme almaya devam edecektir.
okuru istismar edici içeriğine, gözü pek anlatımına ve seks ve şiddetin aşırı görüntüsüne rağmen kanımca boris vian'ın yegâne başyapıtıdır. seks ve şiddetle gelen ekstrem katharsisin rengi ise doğrudan psikanalitik nüvelerden yapılmıştır ve şu haliyle truman capote'un soğukkanlılıkla adlı unutulmaz başyapıtıyla da karşılaştırılabilecek bir zenginlik taşır.
not: bal onaran çevirisi daha ilk sayfadan başlayarak içler acısı. birsel uzma çevirisi ise harika --ki kendisi daha evvel de sade'ı da başarıyla çevirmişti.