Büyük Umutlarla Paris'e Gidip Umduğunu Bulamayan Turistlerin Yaşadığı Durum: Paris Sendromu
paris sendromu, her sene 10-15 japon turistin major depresyon geçirmesine sebebiyet veren psikolojik rahatsızlık. 1980'li yıllarda japon bir bilim adamı tarafından literatüre sokulan ve stendhal sendromu'nun bir türevi olan bu rahatsızlık birkaç faktörün birleşmesi neticesinde vuku bulmakta.
birincisi aşırı yorgunluk, ikincisi dil bariyeri ki dünyanın en kötü ingilizce konuşan iki milletini (franko-capon) bir araya getirirseniz anlaşmalarını beklemek imkansız haliyle, üçüncüsü ve en önemlisi ise japon turistlerin bütün hayatları boyunca hayalini kurdukları ve idealize ettikleri parisle modern gerçekliğin birbirinden radikal bir biçimde ayrılması.
tahminim paris sokaklarında yürürken gördüğünüz ve üstüne bastığınız köpek boku adedini sayarsanız bunu anlamak çok da zor olmasa gerek. hatta 9. metro hattının son duraklarından birinde inip o enfes! kokuyu duyduğunuz anda paris aç kollarını ben geldim diyerek şener şen gibi koşmanız da ihtimal dahilinde.
paris sendromu, japon falan olmadığım halde paris ziyaretimde kapıldığım sendrom. kafayı yiyecektim lan.
bu mu ulan, dedim. bu mu bize midnight in paris'lerde, amelie'lerde, before sunrise'larda, paris je'taime'lerde gösterilen paris, dedim.
bu memleket öyle garip bir yer ki dostlarım, eğer şehre iner inmez le marriott gibi bi otelde kalamayacaksanız, parasızlıktan o leş metronun leş duraklarında burnunuza sidik kokusu çekeceksiniz demektir. eğer şehre gare du nord gibi bir yerden girme ihtimaliniz varsa ve paris metrosu'nu kullanamayacak kadar yeniyseniz o şehre, şunu aklınıza sokun: her köşe başında üç zencinin beklediği o leş rue du faubourg saint dennis'i yürüyeceksiniz demektir şehre kadar.
işte, lille'den büyük umutlarla bindiğim tgv'den gare du nord'da indiğimde, bütün bu başıma geleceklerden habersiz, sarı-sıcak bir paris beklentisiyle o gardan dışarı adımımı atmış idim fakat paris'in benim yoluma çıkardıkları, bir türlü bulunamayan bir hostel, ayrıca dolu bir hostelde tek başına kalan, yüzü gözü şişmiş bir koreli ve sidik kokulu metro istasyonları oldu. sonrasında o kadar louvre görmüşüz, eyfel görmüşüz, hepsi boş beleş dostlarım. tek gerçek var, o da leş paris.
peki soruyorum şimdi, ben ne yapaydım da yaşamayaydım bu sendromu, ha?
hâlâ diyorum ki, keşke süskind'in das parfum'ünü paris'e gitmeden önce okusaymışım.