SAĞLIK 18 Ağustos 2017
67,1b OKUNMA     950 PAYLAŞIM

Carl Gustav Jung'un Şizofreni Gibi Rahatsızlıkların Çözümü Olduğuna İnandığı Eşzamanlılık Kavramı

Carl Gustav Jung, analitik psikolojinin kurucusu olan önemli bir bilim insanı. Kendisine ait eşzamanlılık teorisi, eşzamanlı gerçekleşen ve arada nedensel bir bağ olmamasına rağmen ikisi birlikteyken anlamlı olan yeni durum olarak tanımlanıyor. Sözlük yazarı "jimi the kewl", eşzamanlılık kavramını anlatıyor.


c. g. jung'un synchronicity(eşzamanlılık) kavramı antik çin'in meşhur i ching anlayışından doğmuştur. i ching, malumu olanların gözleri parladı eminim, bir tür kehanet kitabıdır, ancak jung'un ilgisini çeken kehanet tarafı değil, söz konusu anlayışın akılcılık yanında sezgiye de anlam yüklemesidir. başka deyişle, jung, i ching kitabının bilinçli davranış ve eylemlerimizi açıklarken içteki benin çalışmasına sezgisel bir bakış imkanı vermesinden etkilenmiştir. sezgiyle aklın bu denli örtüşmesi, damarın damar üstüne binmesi gibi bir şey bu, can yakar ama başta şizofreni olmak üzere, çözümleyemediğimiz (en azından jung'un yaşadığı dönemi düşünün) birçok anormal habitat'ı çözebilir, en azından jung'un düşündüğü budur, beklentisi bu yöndedir.

Carl Gustav Jung


açımlayalım, jung, 1920'lerin ilk döneminde james legge'nin çevirdiği i ching kitabıyla tanışıyor ve ilgilenmeye başlıyor. bu bilgiye üstadın memories, dreams, reflections başlıklı otobiyografisinden ulaşıyoruz. şöyle yazıyor jung:

"yüzyıllık armut ağacının gölgesinde oturuyordum, i ching de yanımdaydı, kişiler arasındaki soru-cevap oyunuyla birlikte gerçekleşecek olayları bildirme tekniği üzerine çalışıyordum."

bu çalışmalar öylesine etkilemiştir ki üstadı, sonunda dayanamayıp, i ching'deki tekniği eski şizofren hastaları üzerinde uyguladığı teknikle kıyaslamıştır. buna göre (jung'a göre mi demeliyiz yoksa?) i ching'deki soru-cevap kişiyi, mevcut problemin kökenine çeker ve insanlara olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkisini değil, birlikte anlamlılığı göstererek her bir olayı kendisiyle değerlendirmeleri gerektiğini öğretir. başka deyişle, i ching'de nedensellik ilkesine yer yoktur, onda beliren (onu oluşturan) senkronluluk/eşzamanlılık ilkesidir (synchronistic principle). 


jung da bu eşzamanlılık ilkesini kendisine temel alır ve uzun süre boyunca bilinç-dışı süreçlerin psikolojisini irdelerken (her defasında) başka bir açıklayıcı ilkenin peşinde koştuğu için, çözümsüzlüğe varmıştır, oysa i ching tekniği ona, birbiriyle nedensellik ilkesi çerçevesinde kolayca ilişki kurulamayacak olan iki olay (bilinç durumu) arasında psişik paralellikler olabileceğini öğretmiştir, bu paralellikler insanların bilmediği, nedensellik ilkesiyle açıklanamaz bir durumdan kaynaklanır. jung bu yüzden öğretisine "synchronistic" yani "eşzamanlı" adını koymuştur, başka deyişle, eşzamanlı gerçekleşen ve arada nedensel bir bağ olmamasına rağmen, ikisi birlikteyken anlamlı olan yeni durum.

jung'a göre nedensellik ilkesi neden ile sonuç arasındaki bağı kaçınılmaz kılar, oysa eşzamanlılık ilkesi anlamlı rastlantıya dayanır, burada önemli olan zamanlamadır. i ching ve konfüçyanizmden etkilendiğini bildiğimiz leibniz gibi (ki leibniz'in batı düşünce tarihinde i ching'den etkilenip kendisine inceleme alanı olarak almış ilk büyük filozof olduğu söylenir, siz isterseniz leibniz kırmak üzereyken tanımlanan rekorlar deyin), jung da evreni bir bütün olarak görür ve görümüzün (görüş açımızın) doğrusal değil küresel bir düzleme dönük olduğunu söyler. başka deyişle, jung'un i ching'den edindiği temel felsefe, bireysel psyche'nin sınırlanmış bir fenomen olmadığı, aksine sosyal, kültürel ve siyasî değişkenlere göre biçimlendiğidir.


aslına bakarsanız, bu dehşet bir bakış açısı sunar, görmek isteyene. insanı tanımak, anlamak, değerlendirmek, onun değerlendirdiklerini yeniden değerlendirmek, "çocuğun adını koymak", yani insana ilişkin ne varsa, hepsini çözebilmek için ilkin insanda küresel algının farkına varmalıyız. insan bir şeyi bir düzlemde, bir olgudan ötürü "öyle" görmüyor. birbirine neden veya sonuç etkisi yapmayacak yığınla etkinin bir meyvesi insan.

bu yüzden "feşmekan neden böyle yaptı ki şimdi, hiç de ben bunu hak etmemiştim" dersiniz mesela, tamam güzel de, siz bunu deme noktasına varana dek, o kişinin bilinçli görünen davranışının kendinde bir bilinç taşıdığını düşünmemeniz gerekiyor. farklı düzlemde seyreden farklı unsurların, tıpkı dünyanın şekli gibi, küresel bir düzlemde "eşzamanlı olarak" yek bir neticeyi doğurduğunu ve her farklı unsurun (ailevî, kültürel, sosyal, siyasî vs.) onu o yapan ve doğal olarak sizi rencide edecek ölçüde o son davranışı sergileyen kişi kıldığı aklınızdan çıkmamalı. 

literatürde "psychological integration" denilen, türkçesiyle "psikolojik tamamlama" kişinin belli bir süreç sonunda vardığı duraktır aslında. jung, leibniz gibi, bunu i ching'den hareketle görüyor, siz de starbucks'ta laptopu üzerinden kızları kesen adamdan hareketle görün. o adam niye bunu yapıyor? leibniz gelsin aklınıza, leibniz diyor ki, "beden ve ruh öyle uyum içindedir ki, ruhtaki titreme/resolutio bedende uygun bir harekete denk gelir" ve şöyle ekliyor: "ruhun yeni düşüncelere temayülü, bedenin yeni şekillere ve hareketlere temayülüne göre oluşur."


bu, görmek isteyene dehşet bir bakış açısı sunar, o an starbucks'ta, anladın mıydı, laptopu üzerinden bakıyor, kızların kikirdemesine falan takılıyor, konuşmalarına kulak kesiliyor (böyle miydi bu deyim?) bunlar hep, ruhu ile bedenindeki eşzamanlı titreşimden kaynaklanıyor. sosyal açlığı depreşiyor belki, belki cinsel açlığı, hiç fark etmez, annesini özlemiş de olabilir. o anki titreşim, starbucks'a kadar düşmüş işi-gücü bırakıp tıpkı çiftleşmek için ağacın arkasından dişisini gözleyen vahşi hayvan gibi laptopunun üzerinden kesiyor, aklı senkronize olmuş olan bitene, aklı gelecek maillerde ve önündeki docx.'lerde, tamam da, gözleri dikelmiş dişilere doğru? 

bu yüzden hep diyorum ki, bir şey bir şeydir, iki şey iki şeydir. "anlamlı paralellikler" düşüncesini asla yabana atmayın, docx ile kızlar aynı anda anlamlanıyorlar, anlamlı paralellik öylesine etkin ki, adamımız soğumuş eskisi yerine yenisi için short amerikanoya meyletme hamlesini, kızlardan birinin de benzer bir meyline göre ayarlıyor, sorsanız o an kendisi bile farkında değildir. "anlamlı paralellikler sezinliyorum" deyin, mal mal bakar, "leibniz" deyin, duymazlıktan gelir, "amerikano şort" der, bu sefer de kızı unutur, masada bıraktığı laptopunu, cebini falan yürüten çıkabilir korkusuyla zürafa boynu gibi yapar boynunu. sonra hızlı konuşan starbucks elemanından buyrunneisterdinizi işitmesiyle kendine gelir.

entry'de hasbelkader kullandığım kaynaklar:

- wei-bin zhang, american civilization portrayed in ancient confucianism, algora publishing, 2003, s.28.
- j. cambray, synchronicity: nature and psyche in an interconnected universe, texas a&m university press, 2009, s.26.