SİNEMA 29 Aralık 2017
53,1b OKUNMA     816 PAYLAŞIM

Çayınızı Kahvenizi Alın Gelin: Dünyanın En Büyük Şirketlerinden Disney'in Kuruluş Hikayesi

16 Ekim 1923'te Walt ve Roy Disney kardeşler tarafından kurulan şirketin o günlerden bu günlere gelişimi.

walt disney’in dedeleri amerika’ya gemiyle gelip kansas, florida gibi eyaletlerde çiftçilikle uğraşmaya çalışmıştı ve kendisi de o zamanlar henüz büyük şehir olmaya yeni yeni başlayan chicago’nun dışında, henüz mahallesine asfalt yolun bile yeni yeni geldiği ufak bir çiftlik evinde epeyce dindar bir ailenin çocuğu olarak dünya’ya gelmişti. henüz walt 4 yasındayken chicago’da yaşadığı mahallede 2 polis memuru gangsterler tarafından vurulunca babası ailesinin güvenliğinden endişe edip missouri’ye taşınma kararı almıştı. burada bir çiftlik evi alınmıştı. böylece walt’in chicago macerası çok kısa sürecekti.

köy yaşantısı küçük walt’a her anlamda iyi gelecekti ve ilerde üreteceği çizgi filmleri de büyük ölçüde etkileyecekti. zira walt disney’in bu kadar başarılı olabilmesinin en büyük sebebi o sıralar abd’nin çoğunluğunu oluşturan köylü ve küçük kasabalı insanları anlayabilmesi ve onlarla bağlantı kurabilmesiydi. yine walt’in köydeki yaşantısı onun doğayı, çevreyi ve hayvanları anlamasına ve bu öğeleri sıklıkla kullanmasına yardımcı olacaktı.

özellikle disney çizgi filmlerindeki hayvanlara insanı karakterlerin verilmesi ilerki yıllarda halkın gözünde hayvanların değerini kat kat arttıracak ve halka çevreyi koruma bilinci verecekti. sabahtan akşama kadar çiftliğin çevresine dolaşan ve etrafı inceleyen küçük walt, büyük ihtimalle gördüğü sincap, tavşan ve ceylan gibi hayvanlarla konuşmaya çalışıyordu ve onların da kendisiyle konuştuğunu hayal ediyordu.gerçekten sinema ekranında hayvanları insanlarla konuşturan ilk kişi kendisi olacaktı. ilerde bu amerikalılar’ın hayvanlara ve doğaya olan bakış açısını şekillendirip doğa konusunda daha hassas nesillerin yetişmesine sebep olacaktı.

walt’in babası elias oldukça sinirli biriydi ve çocuklarını döverek disiplin etme taraftarıydı. walt ise babasının bu baskıcı tutumundan bıkmış olacak ki oldukça şakacı biriydi. zaman zaman farklı kostümler giyip bazen de makyaj ve perukla kadın kılığına giren walt herkesi eğlendirmeye ve ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. bu da yıllar sonra onu kariyerinde oldukça başarılı yapan yeteneklerini geliştirmesine yardımcı oldu. walt bir gün okulda abraham lincoln gibi giyinip onun taklidini yapınca öğretmenleri ve müdür hayran kalmıştı ve tarih derslerinde onu çeşitli kostümlere sokup tarihi olayların canlandırmasını yapmasını istemişlerdi.

walt orta okul çağında bir tiyatro, müzik ve resim gibi bir çok sanat dalıyla uğraştı ve içlerinde en çok resim konusunda yetenekli olduğunu gördü. her hafta çizdiği resimleri mahalle esnafı satın alıp dükkanlarına asıyordu ve bu küçük walt’a bu yolda ilerlemesi konusunda cesaret veriyordu. orta okulu bitirince ailesi yeniden chicago’ya taşınan walt bir yandan lise okurken bir yandan da yerel dergilerden birinde karikatür çizmeye başladı. walt bir yandan da postahanede çalışacaktı. ilginçtir ki postahanedeki ise ilk başvurduğunda fazla genç gözüktüğü için ise alınmayan walt, eve gidip kalemle kendine bıyık çizip bir de şapka taktıktan sonra ertesi gün girdiği mülakatta ise alınmıştı. genç walt bu yeni işinde çok mutluydu ama bir gün postahaneye düzenlenen ve sebebi bugün bile bilinmeyen bombalı bir saldırıda canını zor kurtarmıştı.

walt 17 yasına geldiğinde abd birinci dünya savaşındaydı ve macera peşinde koşan walt bu savaşa katılmak istiyordu. abd ordusu 18 yasının altındaki çocukları kabul etmediği için kendisinin tüm ısrarları geri çevrildi. daha sonra kızılhaç’a katılan walt fransa cephesine ambulansçı ve mühimmatçı olarak gönderilecekti. walt fransa’ya gönderilmeden önceki hafta savaş bitmişti ama abd ordusu bir süre daha fransa’da takılacaktı. walt fransa’da birkaç ay kaldı ve bu süre içinde mühimmatçılığın yanında askerlerin karikatürlerini çizerek para kazandı. walt abd’ye döndüğünde kazandığı parayı cebine koydu ve ailesinin evinden kaçarak yeni bir iş kurma planları yapmaya başladı çünkü babası onun resim çizerek para kazanma fikrinin çılgınlık olduğunu düşünüyordu ve bir fabrikada veya masabaşında bir iş bulması konusunda ısrarcıydı.

chicago’daki ailesini terk edip kansas’a taşınan walt buradaki yerel gazetelere karikatürist veya çizimci olarak iş başvuruları yapmaya başladı. uzun uğraşlarına rağmen gazetelerde iş bulamayan walt sonunda bir reklam şirketinde poster çizicisi olarak ise başlayacaktı. walt bu yeni işinde çok mutluydu ama bu mutluluk sadece birkaç ay sürdü çünkü reklam şirketinde işler kötüye gidince eleman çıkartmaları gerekiyordu. bundan sonra birkaç yere daha başvuran ama hiçbir yerden cevap alamayan walt kendi işini kurmaya karar verdi. walt önceki işinde ub iwerks isminde bir karikatüristle tanışmıştı ve aynı walt gibi bu genç de işsiz kalmıştı. bu durumda ikisi güçlerini birleştirip yeni bir şirket kuracaktı (iwerks-disney). bu şirketin aldığı ilk ihale yerel restorantların reklam ve menülerini bastığı bir bülten oldu. kendilerine çalışmaları için ufak bir oda tahsis edilmişti ama her türlü malzemeyi kendilerinin tedarik etmesi gerekiyordu. bunlar için de walt’in fransa’da kazandığı paralar kullanılacaktı.

yeni şirket kurulmasına kurulmuştu ama walt birkaç ay sonra bir reklam şirketinden iş teklifi alınca kendi şirketindeki çalışma saatlerini part-time yani yarı-zaman seviyesine düşürdü. bu yeni reklam şirketi walt’in ufkunu ikiye katlayacaktı çünkü o ana kadar en büyük yeteneği karikatür çizmek olan walt disney bu şirkette ilk kez hareketli resim, yani animasyon yapmayı öğrenecekti. bu walt için yepyeni bir dünyaya giriş demekti.

o dönemde animasyon daha yeni doğmuş ve çok az kişinin kullandığı bir yöntemdi. abd’de bu konuda uzman olan kişilerin sayısı bir elin parmağıyla gösterilecek kadar azdı ve bu işin mevcut bir okulu da yoktu. bu yüzden animasyon yapmak isteyenler bunu deneme-yanılma yöntemiyle kendi imkanları dahilinde öğrenmek zorundaydı. açıkçası o zamanlar 2 dakikalık bir anımasyon yapmak için yüzlerce resim çizmek gerektiği için çoğu karikatürist bu işin bu zahmete değmeyeceğini düşünüyordu.

o zamanlar şimdiki gibi büyük bir hollywood sektörü yoktu ve yerel sinema salonları müşterilerine kendi çektikleri veya satın aldıkları kısa filmleri gösteriyordu. newman isimli birinin kansas’ta 3 sineması vardı ve walt disney bu kişiyle 2-3 dakikalık komedi türü animasyonlar yapmak üzere anlaşmıştı. bir yandan da yukarda bahsettiğim şirkette çalışan walt bu kontratta kazandığı parayla masraflarını zar zor çıkartıyordu ama şimdilik bu konuda bir endişesi yoktu. onun amacı kendini geliştirmek ve isim yapmaktı ve bunları yaptıktan sonra para bir şekilde gelecekti.

o zamanlar sinema deneyimi bugünküne göre çok farklıydı. 1910’lu ve 20’li yıllarda abd’nin bir çok şehrinde sinema salonları açılmıştı ve amerikalılar’ın en büyük eğlencelerinden biri bu salonlara gidip film izlemekti. günümüzün aksine o günlerde sinema salonuna giden biri 2 saatlik tek bir film izlemekten ziyade 2 saat boyunca kısa filmler ve çeşitli skeçler izliyorlardı. walt disney sinemalara iki skeç arasında reklam arası gibi oynayacak 5 dakikalık bir anımasyon satabiliyorsa kendini şanslı hissediyordu ve o dönemde kimse sinemaya hususi olarak çizgi film veya animasyon izlemeye gitmiyordu. o günlerde birkaç dakikalık bir anımasyon için günlerce, bazen haftalarca çalışılması gerektiği için animasyonlar pahalıya geliyordu ve bu da sinemaların animasyonlara sıcak bakmamasının bir başka sebebiydi.

walt disney ve ekibi bu yeni şirkette çok eğleniyordu ve çok şeyler öğreniyordu ama işin para kazanma kısmında pek şanslı oldukları söylenemezdi. şirket sürekli dışardan borç alıyordu ve her ay zarar gösteriyordu çünkü şirkete verilen projeler hep basit ve ucuz projelerdi. böyle giderse şirketin kısa süre içinde iflas edeceği çok açıktı. walt disney sırf ofisin kirasını çıkartabilmek için aile ve bebek fotoğrafçılığına başlamıştı. zaman zaman da kamerasını alıp şehir merkezine gidiyordu ve bir vukuat görürse bunu fotoğraflayıp yerel gazetelere satıyordu, yani bağımsız bir muhabir olarak da çalışıyordu. bu hareketler bile şirketin zarar etmesini engelleyemedi ve walt yanındaki adamların maaşlarını ödeyemez hale geldi.

bir süre sonra ev kirasını da ödeyemeyen walt ofiste yatıp kalkmaya başladı. çalışanlar maaşlarını alamadıkları için birer birer işten ayrılıyordu ve walt da düzenli yemek yiyemediği için bir verem hastası gibi hızla zayıflamıştı. walt’in ailesi şirketinin iflas ilan edip eve dönmesi için baskı yapıyordu. walt bu baskılara aylarca dayanıp son gücüyle bir projeye daha girdiyse de şirketini iflastan kurtaramadı.

21 yasındaki walt disney kendisine güvenip yatırım yapan ve borç veren bir çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmıştı ama iflas ettiği günün hemen ertesi gün yeni bir proje için kollarını sıvamaya başlamıştı bile. kendisi kolay kolay yenilgiyi kabul edebilecek biri değildi ve o zamanlar etrafındaki insanların “gerçeküstü” olarak nitelendirdiği bir iyimserliğe sahipti.

walt disney kansas city’den ayrılıp hollywood’a gitme kararı almıştı. böylece üzerinde emek harcadığı projelere alıcı bulma ihtimali daha yüksek olacaktı. yalnız kendisinin hollywood’a gitmek için tren bileti alacak parası dahi yoktu. bir dostundan aldığı borçla kamera kiralayan walt kapı kapı dolaşarak insanların aile fotoğrafını ufak bir ücret karşılığı çekip bir süre sonra kazandığı parayla hiç vakit kaybetmeden tren bileti aldı ve hollywood’un yolunu tuttu. walt hollywood’a giden trene binmeden önceki gece kendisine güvenip borç veren kişileri tek tek ziyaret edip “helallik” istemişti ve her ne kadar iflas etmiş olsa ve kağıt üzerinde borçları silinmiş olsa da borçlarını bir gün mutlaka geri ödeyeceğini söylemişti.

walt california’ya vardığında elinde bir dostundan ödünç aldığı ufak bir valiz ve bu valizde az mıktarda kıyafetle animasyon yaparken kullandığı birkaç araç gereç dışında hiçbir şeyi yoktu. kendisi hollywood sokaklarında adeta köyden şehre gelen bir kemal sunal naifliğinde dolaşıyordu. neyse ki walt’in abisi roy disney de bu şehirde yaşıyordu ve walt bir süreliğine de olsa bedavaya kalacak bir yer bulmuştu. walt her gün film stüdyolarına gidip kendisine iş vermeleri için yalvarıyordu ve ne iş olsa yapmaya hazır olduğunu söylüyordu ama kimse onu ise almıyordu. abisi roy da onun stüdyolara gidip aylak aylak dolaştığını ve tembel olduğunu düşünüyordu.

walt disney yeniden başkaları için çalışmak yerine kendi şirketini kurma fikrine odaklanmaya başlamıştı. kansas city’deki son projelerinden biri “alice harikalar diyarında” adli bir projeydi. bu projede alice isminde 4 yasında bir kız videoya çekilip arka plana da çizgi film öğeleri eklenmişti. böylece gerçek bir karakterin çizgi filmde gözüktüğü ve iki dünyanın başarıyla harmanlandığı ilk yapım bu olmuştu. walt bu projeyi hollwyood’daki bir çok yapımcıya gönderdiyse de hiçbirinin ilgisini çekemedi. bu projeye sıcak bakan tek kişi macaristan’dan göç edip anımasyon dünyasına atılan ilk kadın girişimci olan margaret winkler oldu. bayan winkler bu projeyi bazı sinemalara satabileceğini söylüyordu ve walt disney’e 2 sene boyunca çekilecek olan her biri 8-10 dakikalık 12 bölümlük bir dizi siparişi vermişti. siparişin şartları biraz ağırdı çünkü üretilecek olan animasyonun ilk bölümü çok kısa bir süre içinde isteniyordu ve üretilen tüm animasyonların tüm hakları bayan winkler’e ait olacaktı. walt’a verilecek olan para animasyonun masraflarını zar zor çıkartıyordu ama çaresiz kalan walt bu şartları kabul etmek zorunda kaldı.

yalnız bir sorun daha vardı. walt disney alice harikalar diyarında’yı çektiğinde kansas city’deydi ve filmde oynayan virginia davis adlı kız da orada yaşıyordu. walt dizinin bölümlerini çekebilmek için ya eski şehrine dönmeliydi ya da kızcağızı hollywood’a getirmeliydi. kızın annesine mektup yazan walt durumu anlattı ve kızın annesi küçük virginia’yı hollywood’a yollamayı kabul edince bir yandan sevindi bir yandan da şaşırdı. virginia’nın annesi zaten gelecek ay kızını hollywood’a götürüp film stüdyolarında iş baktıracaktı ve walt’dan gelen teklif tam zamanında gelmişti. bu problem de çözülmesine çözülmüştü ama yeni bir problem çıkmıştı. bayan winkler walt disney’in çektiği anımasyonu beğenmişti ama görüntü kalitesinin daha da iyileştirilebileceğini düşünüyordu. bu durumda walt yeni alet edevat alarak daha kaliteli animasyonlar çekebilecekti. kendisi amcası robert’a borç para için haftalarca yalvarmak zorunda kaldıysa da sonunda borç parayı kopardı ve çalışmalara başladı.

bayan winkler walt’in yaratıcılığını törpülüyor gibiydi çünkü ne zaman başka bir şirket tarafından üretilen bir anımasyon izlese bunu walt’a izletip “aynısını yapabilir miyiz” diye soruyordu. örneğin o sıralarda en ünlü animasyon karakterlerinden biri felix the cat adında bir kediydi ve bayan winkler disney’in alice serisine bir kedi eklemesi gerektiğini söylüyordu. seriye eklenen kediye julius the cat ismi verildi ve ilerleyen bölümlerde bayan winkler’in isteği üzerine bu kedi alice’den rol çalmaya başladı. her bölümde kedinin görünürlüğü artıyor, kızın görünürlüğü azalıyordu. bir süre sonra kedi başrole yükselmişti ve kız yan role düşürülmüştü.

1924 yılında bayan winkler evlenip hamile kalınca bir süreliğine işlerini kocasına bıraktı. bayan winkler’in kocası charles mintz isminde biriydi ve kendisi asker disiplinine sahip olmasıyla ve katı kalpli olmasıyla biliniyordu. bay mintz disney’in üzerindeki baskıyı giderek arttırmıştı ve bu da disney’in ürettiği anımasyonların kalitesini yükseltmişti ama aynı zamanda üretim masrafları da artmıştı. eskiden az da olsa kar eden şirket şimdi yeniden zarar etmeye başlamıştı. mintz disney’in ücretini arttırabilecek durumda değildi ve disney yeniden iflas etmemek için dışardan borç almaya başlamıştı. neyse ki birkaç aylık kemer sıkmanın sonunda bay mintz disney’e biraz avans vererek 26 bölüm daha sipariş etmişti ve bir süreliğine şirkete para girişi olacaktı. yine de şirket hem ürettiği anımasyonların sayısını hem de kalitesini arttırmak zorundaydı ve bunu yapabilmek için ek bütçe yoktu. yani şirketteki herkes eskisine göre iki kat daha ağır çalışmak zorundaydı ve ufukta bir zam da gözükmüyordu.

23 yasındaki walt insanlar kendisini daha ciddiye alsın diye bıyık bırakmaya karar vermişti. ayrıca yeniden borca girerek çekim kalitesini yükseltecek yeni kamera ve alet edevatlar almıştı. walt’in son hareketi kansas city’den 2 eski iş arkadaşını daha transfer etmek oldu. böylece şirketteki çalışanların sayısı 11’e yükseldi. şu anda kar etmek walt’in umurunda değildi ve kendisine hollywood’a isim yapmak istiyordu. ne de olsa isim yaptıktan sonra paralar gelirdi.

aynı yıl evlenip abisinden ayrı eve çıkan walt yeni masraflarını çıkartabilmek için alice dışında başka projelerde de çalışmaya başladı ama bu projeler genelde küçük ve tek seferlik olduğu için fazla kar getirmekten çok sadece masraflarını çıkartıyordu. bay mintz tarafından çok büyük baskı altında tutulan ve 2 defa kontratı yırtma noktasına gelen walt yaşadığı stresten dolayı çalışanlarına kötü davranmaya başlamıştı. daha birkaç ay önceye kadar mutlu mesut çalışılan walt disney stüdyolarında artık sınır harbi yaşanıyordu ve herkes birbiriyle kavgalıydı. walt’in sonradan şirkete kattığı 3 eski iş arkadaşı sirketten istifa edip rakip bir şirket kurmak için planlar yaparken bunu önceden anlayan walt ucunu de şirketten kovdu.

kontrata göre walt’in bay mintz’e her 3 haftada bir yeni bir film teslim etmesi gerekiyordu ama walt hem daha erken avans alabilmek için hem de bir sonraki kontratta daha iyi şartlar sağlansın diye çalışanlarına baskı yaparak 2 buçuk haftada bir yeni bir film teslim ediyordu. hatta zaman zaman teslimatların 2 haftada bir şıklığına düştüğü de oluyordu. bu da şirkette çalışanların yoğunluğunu ve çalışma saatlerini arttırırken maaşlarını arttırmıyordu. üstelik kendisine zengin bir patron gibi dev bir ofis odası yaptıran walt kendi maaşına da zam yapmıştı. alice’i oynayan küçük kız bile kovulmuştu ve yerine daha ucuza çalışacak biri bulunmuştu. yine de şirket bir türlü istenilen atılımı yapamıyordu.

artık tüm animasyon şirketleri kedili animasyonlar yaptığı için alice dahil bu tür animasyonların modası geçmeye başlamıştı. 10 yıldır animasyon işinden elini ayağını çekmiş olan dev film firması üniversal da yeni bir projeyle animasyon pazarına yeniden giriş yapmak istiyordu. hazırlanmak istenen proje bir tavşan animasyonuydu ve üniversal’dan bu işin kontratını alan bay mintz işi walt disney’e ihale etmek istiyordu. walt disney tip olarak mickey fare’ye de benzeyen oswald the lucky rabbit karakterini yaratmaya karar verdi. böylece alice serisi sona ermişti ve ilk kontrata göre 26 bölümlük yeni bir proje başlıyordu.

walt ilk oswald tavşan animasyonunu yapıp piyasaya sürmek için sabırsızlanıyordu. sabırsızlığına yenik düşen walt sabah akşam çalışarak animasyonun ilk bölümünü 2 haftada bitirdiyse de ne bay mintz ne de üniversal şirketi ortaya çıkan üründen memnun kalmamıştı. üniversal aceleye gelen ve kalite olarak bekleneni veremeyen bu filmi yayınlamayı kabul etmiyordu. walt alınganlık göstermeden hem bay mintz’in hem de üniversal şirketinin fikirlerini alarak animasyonu yeniden yapmak için kollarını sıvadı.

walt ikinci denemesine başlarken tavşan oswald’a karakter verme konusunda inatçıydı. o zamana kadar yapılan animasyonlarda çizgi film karakterlerinin kişiliği veya karakteri yoktu. genelde bu tür animasyonlarda kedi veya köpek kullanılıyordu ve bu karakterlerin tek görevi müza basıp düşmek, kafasına saksı düşmesi gibi komik durumların başına gelmesiydi. bu karakterler konuşmuyordu, düşünmüyordu ve hiçbir perspektifleri yoktu. dısney filmlerdeki insan karakterleri gibi kişiliği olan, düşünebilen, sadece basına kötü şeyler gelerek milleti güldürmenin ötesine geçebilen hayvan karakterler üretmek ve animasyonlarda anlatılan hikayelere derinlik katmak istiyordu. walt’in ikinci denemesi başarılı oldu ve üniversal çok büyük bir reklam kampanyasının ardından ülkenin bir çok sinemasında bu animasyon yayınlanmaya başlandı.

1927 yılının sonunda walt disney şirketi o dönemin parasıyla 10 bin doların üzerinde kar elde etmişti. artık şirketin zarar ettiği günler geride kalmıştı ve walt sadece kendi maaşına değil tüm çalışanların maaşına zam yapabilecek durumdaydı. depodan bozma bir bina satın alınmış ve binanın tepesine ışıklı tabelalarla “walt disney stüdyoları” yazılmıştı. walt binaya girerken bu yazıyı her görüşünde gururlanıyordu. walt artık yıllarca milletten aldığı borçları da geri ödeyebilecek duruma gelmişti. örneğin amcasına olan borcunu ödeyebilmek için ona çölde petrolle dolu olduğu söylenen bir arazi satın almıştı.

walt’in 1927’deki başarısı fırtına öncesi sessizlik gibiydi. ertesi sene üniversal ile yeni sezonun kontratını görüşmek için masaya oturan bay mintz, projeyi walt disney’den alıp başka bir ekibe verme kararı almıştı. bay mintz walt’in en yakın arkadaşlarından ve en sevdiği çalışanlarından iwerks’i bu yeni ekibe katmak için pazarlıklara başlamıştı. iwerks bunu walt’a sızdırdığına walt en başta olanlara inanmadı ve iwerks’in kendisinden zam kopartmaya çalıştığını düşündü. bay mintz üniversal’dan 3 yıllık kontrat kopartmıştı ve walt da bu kontrattan payına düşeni almak için bay mintz’i ziyaret etmek üzere new york’a gitmişti.

new york’a varan walt iwerks’in haklı olduğunu kendi gözleriyle gördü. bay mintz walt’a önceki kontratlardan çok daha az para öneriyordu ve pazarlığa açık olmadığını söylüyordu. yani walt kendisine verilen ve zarar etme ihtimali %100 olan kontratı ya kabul edecekti ya da kontratsız kalacaktı. hızla diğer yapımcılarla görüşen walt hiçbirini ikna edemedi ve ürününü kimseye satamayacağını görmüş oldu. bay mintz kapalı kapılar ardından walt disney’in tüm çalışanlarıyla anlaşmıştı ve walt’in şirketini satın almış gibi olmuştu. bu durumda walt’in yapabileceği pek bir şey yoktu. bay mintz’e geri dönen walt yeniden blöf yapıp “2 şirketten kontrat teklifi aldım ve onlardan birini kabul etmeden önce son teklifini duymak istiyorum” dedi. bay mintz bu blöfü tam olarak yemese de “film başı 1750 dolar veririm ve filmlerin karını da %50-50 paylaşırız. ayrıca filmlerin telif hakları bana ait ve filmlerdeki tüm kararlar da bana ait” teklifini yapmıştı. walt içi kan ağlayarak da olsa çaresiz bir şekilde bu teklifi kabul edecek gibiydi. o dönemde bir filmi çekmenin masrafı 2 bin doların üzerindeydi ve walt’in ürettiği filmlerin birçoğunda zarar edeceği belliydi.

mintz disney’le dalga geçercesine “bence sen en iyisi sana teklif yapan o 2 şirketten birinin teklifini kabul et. neyse yarın gel belki kontratı imzalarız” deyince disney mintz’in ofisinden çıkar çıkmaz üniversal’in new york’taki ofisine gidip direkt onlarla görüşmek için girişimde bulundu. söylenene göre üniversal bay mintz’e walt’in ürettiği film başına 3 bin dolar veriyordu. üniversal’daki yöneticiler walt ile görüştüklerinde mintz’den kurtulurlarsa daha fazla para kazanabileceklerine ve mintz olmadan da herşeyin yürüyebileceği konusunda ikna olmuşlardı. bu da disney’e umut veriyordu. yine de üniversal ile mintz arasında bir kontrat vardı ve disney en azından bir süreliğine de olsa mintz ile çalışmaya devam etmek durumundaydı.

uyanık bay mintz üniversal ile öyle bir antlaşma yapmıştı ki kendisini garanti altına almıştı. tavşan oswald’in tüm telif hakları bay mintz’e aitti ve her ne kadar karakteri walt disney yaratmış olsa da bay mintz’in imzası olmadan walt disney bu karakteri hiçbir şekilde çizemezdi. dısney yeniden bay mintz’in ofisine gitti ve bu kez kendisine yapılan teklif sonucu küplere bindi. bay mintz “walt disney şirketini ben yöneteceğim ve sen de benim çalışanım olarak maaş alacaksın, şirketin tüm hakları benim olacak” şeklinde bir teklifle gelmişti ve walt disney’in böyle bir teklifi kabul etmesinin imkanı yoktu.

walt disney los angeles’a döndüğünde elleri bomboş kalmıştı. çalışanlarının çoğu istifa edip bay mintz’in şirketine katılmıştı ve disney’in elinde hiçbir kontrat yoktu.

beş parasız kalan walt bundan sonra hiç kimse için çalışmamak ve kendi işini kendi yapmak konusunda bir karar almıştı. daha new york’tan los angeles’a dönerken trendeyken yeni projesinin çizimlerine başlamıştı. bu proje yıllar sonra disney deyince insanların aklına ilk gelen karakter, yani mickey mouse olacaktı. kansas’ta çiftlik hayatı yaşayan walt küçüklüğü boyunca farelerle iç içe yaşamıştı ve bir çok insan için fareler korkutucu veya ürkünç olsa da onun gözünde birer kedi veya köpek gibi sevimliydiler.

artık walt ve ekibinde kalan 3-4 kişi gece gündüz mickey mouse projesi üzerinde çalışacaktı ama ortada bir sorun daha vardı. mintz ile yapılan son kontrata göre walt disney’in şirketinin mintz’e hala 3 animasyon borcu vardı. bu yüzden bu 3 animasyon bitirilene kadar mintz’in disney’den çaldığı ekiple disney’de kalan ekip beraberce çalışacaktı. tabi ki iki taraf arasında en ufak bir dostluk bile kalmamıştı ve iki taraftaki çalışanlar da akşam işten çıkarken kaleme kadar herşeyini yanına alıp eve götürüyordu. walt disney mickey mouse projesinin çalınmasını istemiyordu ve bu proje üzerinde gizlice çalışılıyordu. bazen walt’in evindeki garajda, bazen de gece tüm işçiler eve gittikten sonra stüdyoda hummalı bir çalışma ile mickey mouse animasyonları hazırlanıyordu.

mickey mouse’un ilk animasyonu bitirilmişti ve şimdi sıra bu animasyona alıcı bulmaya gelmişti. en başta yerel bir sinemada reklam arasında gösterilen mickey mouse seyircilerin alkışını alınca cesaretlenen walt hemen film şirketleriyle masaya oturup pazarlıklara başladı. film şirketleri bu yeni projeyi beğenmesine beğenmişti ama kimse fazla para vermek istemiyordu. önerilen paralar masrafları bile çıkartmıyordu ve şirket yine iflasın eşiğine gelecek demekti.

walt disney bu yeni projesine paralı müşteri bulma umudunu arttırabilmek için o zamana kadar hiç denenmemiş bir fikri ortaya attı. mickey mouse sesli bir anımasyon olacaktı ve bu karakteri bizzat kendisi seslendirecekti. o güne kadar hiçbir film veya animasyonda hayvan karakterler konuşmamıştı ve halkın buna nasıl tepki vereceğini kimse bilmiyordu. zaten ses senkronizasyonu başta olmak üzere bir çok teknik detay bile çözülebilmiş değildi. örneğin müzisyen birinin tavsiyesiyle animasyonun filmiyle müziği arasında senkronizasyon sağlanması için metronom kullanılacaktı.

ilk denemede tüm ekipman hazırlandı ve müzik yapması için yerel bir müzik grubuyla anlaşıldı. gün boyunca yoğun uğraşlar ve çabalara rağme istenilen performans gösterilememişti ve bir türlü müzikle animasyon arasında senkronizasyon sağlanamamıştı. walt disney şirketin son bin dolarını da buna harcamıştı ve şirketin kasasında para kalmamıştı. walt disney şimdi hayatta kalmak için bankadan kredi çekmek zorundaydı ve alacağı kredi yeterince büyük değilse iflastan kurtulmama ihtimali vardı.

sonunda walt ve abisi roy’un evlerine ipotek konarak yüklüce bir kredi alındı ve bu para büyük ölçüde new york’ta ses stüdyolarında kullanılacaktı. walt’in başarılı olması için tek bir şansı kalmıştı ve bu iş başarısız olursa sadece işini değil evini de kaybedecekti. ikinci denemede ufak bir top kullanıldı ve topun yükselip alçalmasına göre müziğin temposu arttırılıp azaltılacaktı. bu teknik ise yaramış olacak ki video başarılı bir şekilde seslendirildi.

seslendirme problemi atlatılmıştı ama ortada hala bir müşteri yoktu ve binlerce lira harcanarak yapılan bu film epeyce paralı bir müşteri bulmak zorundaydı. walt disney seslendirme işini pat powers isminde bir işadamına ihale etmişti ve pat powers kendisine çok büyük yerlerde çok önemli tanıdıkları olduğunu ve mickey mouse projesini yağlı bir müşteriye satabileceğini söylemişti. walt disney bu söze inanmıştı ve pat powers ile anlaşma imzalamıştı. buna göre disney’in 2 yıl boyunca ürettiği tüm animasyonların satışı pat powers’a ait olacaktı ve her satışta kendisine %10 komisyon verilecekti. powers sözünü tutmasına tutmuştu ve walt disney ile üniversal şirketinin yöneticilerini bir araya getirip yöneticilerin mickey mouse’u izlemesini sağlamıştı. şirketin yöneticileri ortaya çıkan üründen oldukça memnun kalmıştı.

açıkçası üniversal walt disney’e pek de iç açıcı bir teklifle gelmemişti. gelen teklife göre üniversal animasyonun ilk gösterimi için disney’e hiç para ödemeyecekti. animasyonun ilk gösterimi film eleştirmenleri ve yönetmenleriyle dolu bir sinema odasında gerçekleşecekti ve gelecek tepkiye göre kontratın yönü belirlenecekti. eğer gelen tepki pozitif olursa 2 sezon ve 52 bölüm için anlaşılacaktı.

walt en başta bu teklifi kabul eder gibi yaptı ama kabul edemeyeceğini söyledi. powers’a geri dönen walt ondan tavsiye isteyecekti. powers walt’a “sakin pes etme, üniversal piyasadaki gücünü kullanarak projeni mümkün olduğunca ucuza satın almaya çalışıyor” tavsiyesinde bulundu. walt pazarlık masasına geri döndüğünde başka yerlerden de teklifler aldığını dile getirecekti ve çaresiz durumda olmadığını göstermeye çalışacaktı. bu taktik geçen sene bay mintz karşısında da kullanılmıştı ve işe yaramamıştı. yine böyle olma ihtimali mevcuttu. walt sadece blöf yapmakla kalmamış aynı zamanda paramount başta olmak üzere başka şirketlerle de masaya oturmuştu. haftalar süren pazarlıklar sonunda hiçbir şirket walt’a istediği gibi bir teklif vermedi ve üniversal da aradan çekildi.

26 yasındaki walt yine beş parasız ve kontratsız kalmıştı ve bu kez bir de borç içindeydi. zaten haftalardır pazarlık yapmak için new york’ta otelde kalıyordu ve bu seyahatin masrafı 6 bin doları aşmıştı. walt montunun cebinde bozuk para bulsa sevinecek durumdaydı. abisi roy bu kez çok sevdiği arabasını satmak zorundaydı ve bu bile şirketin iflasını 1-2 ay ertelemekten başka bir işe yarayacak değildi.

tam da her şey bitti derken harry reichenbach isminde biri çıkıp geldi. bay reichenbach küçükken evden kaçıp karnavallarda ve sirklerde tehlikeli hareketler yaparak para kazanan ve kazandığı parayla new york’ta sinema salonu açan ilginç bir adamdı. kendisi sinemasına yeni gelen filmleri tanıtıp reklam yapabilmek için sansasyonel gösteriler düzenlerdi ve karnavallardaki eski günlerini yad ederdi. bay reichenbach disney’e ilginç bir teklifle geldi. buna göre mickey mouse filmini satın almayacaktı ama sinemasında bir kez gösterilmesi için bin dolar ödeyecekti. sinemada eleştirmenler ve halk filmi görüp hayran kaldıktan sonra mutlaka teklif yapan başka bir şirket çıkacaktı. başka çaresi kalmayan walt bu teklifi kabul etti.

filmin gösteriminin yapılacağı akşam sinema salonuna gelip en arka koltukta oturan walt stresten tırnaklarını yemekle meşguldü. animasyon başlayınca perdeye bakmaktan çok diğer insanları izleyen walt onların reaksiyonuna göre konum alacaktı. daha filmin ilk dakikasından itibaren kahkahalar ve gülme sesleri gelince walt’a bir rahatlama geldi. film çok beğenilmişti ve o gece asıl gösterilecek olan ve bilet alanların asıl görmek istediği ana filmden bile daha çok konuşulmaya başlanmıştı. animasyon 2 hafta boyunca gösterilmeye devam edilecekti ve halkın tepkisi ölçülecekti. new york times dahil olmak üzere şehirdeki gazeteler ve film eleştiri dergileri bu animasyondan övgüyle söz etmeye başlamıştı ve daha önce walt’i reddeden film şirketleri onunla görüşmek için sıraya girmeye başlamıştı.

artık tüm film stüdyoları kendi sesli animasyonlarını yapabilmek için çalışmaya başlamıştı ama o günün teknolojisiyle walt disney’i yakalamaları epeyce zaman alabilirdi. dısney’den mickey’nin kontratını alan yapımcı şanslı sayılacaktı. walt disney’e kontrat teklifleri yağmaya başlamıştı ama hala onu memnun edecek bir teklif gelmemişti. gelen tüm teklifler aynı geçen sene bay mintz’in yaptığı gibi disney’in şirketini satın alma üzerineydi. dısney şirketini satmak istemiyordu ve onun yerine yaptığı anımasyonları satmak istiyordu. şirketini satması demek sıradan bir çalışan olması ve gelecekte üretilen animasyonlarda fikirlerinin uygulanmaması demekti.

pat powers yeniden sahneye çıktı ve walt disney’e “animasyonunu yurt genelinde tek bir şirkete satacağına her eyalette farklı bir distribütöre sat” tavsiyesinde bulundu. walt disney bu tavsiyeyi kabul etti. en başta new york’ta imzalanan kontratlardan sonra pennsylvania, michigan ve diğer eyaletler de bunu takip etti. mickey mouse’un unu giderek artıyordu ve bununla beraber bu animasyonu yayınlamak isteyen sinemaların sayısı da artıyordu. sinemaların sayısı arttıkça da mickey mouse’un unu daha da artıyordu. böylece mickey mouse serisi kar topu gibi büyümeye başlamıştı.

walt sürekli los angeles ile new york arasında seyahat ediyordu ve ömrü trenlerde geçiyordu. mickey animasyonları los angeles’ta çekiliyor ve new york’ta seslendiriliyordu. bu arada disney şirketi başka projeler ve başka ürünler ortaya çıkartmak için de çalışmalara başlamıştı. ortaya atılan fikirlerden biri “önce anımasyon yapıp sonra müziği ona uydurmaya çalışacağımıza önce bir müzik seçip sonra ona uygun animasyon çizsek daha kolay olmaz mı?” şeklindeydi. artık los angeles’ta bir ses stüdyosu açma fikri oluşmuştu ve bu fikir en kısa zamanda harekete geçirilecekti.

walt disney tam da “yırttık abicim yırttık” modunda gezerken yeni bir kazık kendisine doğru yaklaşmaktaydı. dısney’in her sözüne güvendiği pat powers “los angeles’ta ses stüdyosu açmana yardım edeceğim” deyip elindeki alet edevatları ve müzisyenleri los angeles’a yolladıktan sonra disney’e epeyce tuzlu ve pahalı bir kontrat dayattı. öyle ki animasyonların seslerini üretmek animasyonun kendisinden pahalıya gelecekti. üstelik pat powers 10 yıllık kontrat istiyordu ve her sene garanti para talep ediyordu. bu da yetmezmiş gibi bu 10 yıllık kontrat ne olursa olsun bozulamayan cinstendi ve walt uzun süre boyunca pat powers’ın ses stüdyosunu kullanmak zorunda kalacaktı. aslında pat powers’a sonsuz güven duyan ve o sıralarda imzaladığı kontratları okumamak gibi kötü bir alışkanlığı olan walt neye imza attığının farkında bile değildi.

mintz’in animasyon şirketi dahil olmak üzere rakipler birer birer küçülmeye gitmeye başlamıştı çünkü hiçbirinin yaptığı iş inovatif değildi ve birçoğu çağın gerisinde kalmıştı. walt fırsattan istifade rakip şirketlerdeki yetenekli çalışanları şirketinde toplamaya başladı. şirketin üretim kapasitesi hem hız hem de kalite olarak artış göstermişti. dısney şirketinin en önemli özelliği ve rakiplerinden bu şirketi ayıran en önemli farklılık şirkette çalışan herkesin animasyonlar konusunda hem uzman olması hem de bu konuya tutkuyla bağlı olmasıydı. çalışanlar sabahın erken saatlerinde ofise gelip gece geç saatlere kadar gönüllü olarak çalışıyordu ve herkes yaptığı işten zevk alıyordu.

dısney yaptığı işte en iyi olmak istiyordu ve şirketine en iyi elemanları en kaliteli aletlerle çalışıyordu. bunun da masrafı büyüktü. eskiden bin dolar civarında masrafla anımasyon yapıp 2 bine satarsa kar eden disney için şimdi her animasyon için 4-5 bin dolar harcıyordu. paralar gelmesine geliyordu ama paranın çoğu eski borçlara ve yeni giderlere gidiyordu. yıl sonunda şirket neredeyse hiç kar edemiyordu. walt için bunun bir sakıncası yoktu ve kendisine cüzzi bir maaş aldığı sürece şirket iflas etmediği sürece sıkıntı yapacak değildi. diğer animasyon şirketleri kar edemezse batıyordu ve onlar disney’in neden kar etme konusunda ısrarcı olmadığını anlayamıyorlardı.

walt disney sonunda o zamanlar çok da büyük olmayan ama hızla büyüyen columbia şirketini animasyonlarını satın alma konusunda ikna etmişti. artık disney’in animasyonları hem abd’nin tamamında hem de diğer ülkelerde izlenebilecekti ve disney’e animasyon başına 8 bin doların üzerinde para ödenecekti.

walt kar etmek veya para kazanmak konusunda çok agresif değildi ama yaptığı işte en iyi olmak ve en tanınan olmak konusunda aşırı derecede hırslıydı. tüm dünya’da animasyon denince akla ilk gelen kişi olmak istiyordu ve bunun için gerekirse geri kalan tüm animasyon şirketlerini eze eze yenmesi gerekecekti. kendisine isim yaptığı sürece kontrat ve para bir şekilde gelecekti ve bu eşik zaten aşılmış gibiydi. walt’in bir sonraki hamlesi bir troll ekibi kurmak oldu. bu troll ekibinin görevi sabahtan akşama kadar mickey mouse’u göstermeyen sinema salonlarını arayıp “mickey mouse ne zaman sinemanıza gelecek” diye sormaktı. böylece ülkedeki binlerce sinema salonu bu konuda bir talep olduğunu görmeye başlamıştı.

1930’un başında o zamana kadar animasyon deyince ilk akla gelen karakter olan “felix the cat” zamana ayak uyduramadığı için yayından kalktı. bu animasyon hiçbir zaman ses senkronizasyonunu çözemediği için çağın gerisinde kalmıştı. artık walt’in en büyük rakibi piyasadan silinmişti. artık bazı sinemalarda “mickey mouse fan kulübü” oluşmuştu. filmlerden önceki reklam arasında gösterilen 6-7 dakikalık animasyonlar yerine haftanın belli günlerinde çocukları toplayıp bütün gün boyunca mickey mouse oynatan sinema salonları ortaya çıkmıştı.

artık ülkenin dört bir yanında cumartesi günleri “mickey mouse matinesi” oynuyordu. çocuklar sabah 11’de başlayan matinede yer kapabilmek için sabah 8’de kuyruk oluyordu ve her matinede yüzlerce çocuk dışarda kalıyordu. bu matinelerde mickey mouse’un maskot, oyuncak ve benzeri henüz lisanslı olmayan ürünleri de satılmaya başlanmıştı. bir önceki sene mickey fareyi görüp de “hamile kadınlar sinemaya film izlemeye gidip dev bir fareyi görürse korkudan çocuklarını düşürürler” deyip kontrat vermeyi reddeden ünlü bir yapımcı artık dizlerini dövmeye başlamıştı.

aynı yıl çeşitli gazetelerde mickey farenin çizgi romanları yayınlanmaya başladı. böylece disney’e yeni bir gelir kapısı açılmış oldu. ocak ayında bir gazetede yayınlanan çizgi roman ağustos ayına gelindiğinde 22 farklı ülkede 40 farklı gazetede yayınlanmaya başlanmıştı. buradan disney şirketine yılda 20 bin dolara yakın ek gelir geliyordu ve çizgi romanları üretmek animasyonlara göre çok daha ucuz olduğu için bu işin karı da daha yüksek oluyordu. bunu lisanslı ürünler takip etti. artık üzerinde mickey mouse resmi olan her türlü çocuk ürünü piyasaya sürülecekti ve disney bu ürünlerden telif alacaktı.

dısney artık para konusunda çaresiz olmadığı için yaptığı kontratlarda alttan almak ve taviz vermek zorunda değildi. kontratta istediği bedeli ortaya atıyor ve bu bedel ödenmezse masadan kalkıyordu. artık walt disney’i kazıklamaya çalışan ve son aylarda sürekli huzursuzluk çıkartan pat powers’dan kurtulup büyük şirketlerle aracısız olarak kontrat imzalama vakti de gelmişti. pat powers kolay kolay pes edecek değildi. aynı 2 sene önce mintz’in yaptığı gibi disney şirketinin önde gelen çalışanlarını ayartmaya çalıştı ve disney’in en yakın arkadaşlarından iwerks’i ayartmayı başardı da. iwerks sadece şirketin önde gelen çalışanlarından biri değil aynı zamanda şirketin %20’sine de sahipti. ayrıca kendisi şirketten ayrılırken mickey mouse’un hakları için disney’i mahkemeye vermeye hazır olduğunu söylüyordu zira mickey mouse’un tüm çizimlerini kendisi yapmıştı.

birkaç gün sonra iwerks yaptığı ihanetin yanlışlığını anlamıştı ama artık şirkete dönmesi için çok geçti çünkü walt’in kalbi çoktan kırılmıştı. iwerks sahibi olduğu disney hisselerini satmayı kabul etti ve sessiz sedasız şirketten ayrıldı. iwerks’ten sonra animasyonların müziğini yapmaktan sorumlu olan stalling de şirketten ayrıldı. bu iki isim de mickey farenin başarısında çok önemli rol oynamıştı ve ikisi de elde edilen başarıda tüm itibarın walt disney’e gitmesinden rahatsızdı. walt ayrılanların yerine yeni elemanlar alarak yola devam etme kararı verdi. ilginçtir ki walt’in kendi maaşı haftada 150 dolarken ise yeni alınan elemanlara da aşağı yukarı 150-200 dolara haftalık maaş ödeniyordu.

dısney şirketi şimdi iwerks ayrıldığı için daha yavaş çalışıyordu ve bunda biraz da kasıt vardı. amaç columbia şirketine “bakın powers bizden en iyi elemanımızı çaldı ve işlerimizi sekteye uğrattı” dedirtmek ve columbia’yı müttefik olarak yanına çekerek powers ile yapılan kontratı sonlandırmaktı. powers buna cevap olarak disney’e haftada 2 bin lira maaş vermeyi yani o anki maaşını 10 kat arttırmayı teklif etti. bu sırada mgm ve warner bros disney’e oldukça karlı tekliflerde bulunmuştu ve disney bunlardan birini kabul edeceğini söylüyordu. powers aynı 2 sene önce mintz’in yaptığı gibi “mickey mouse’u pazarlama hakkı bana ait ve bu şirketlerden birine gidersen seni mahkemeye veririm” şeklinde cevap verdi. yine de bu kez disney şirketi para basıyordu ve disney’in eli 2 sene önceki pazarlıklara göre daha güçlüydü.

walt bundan sonra nasıl bir strateji güdeceğini bilmiyordu. en başta mickey fare serisinin üretimini durdurmaya ve columbia için yaptığı diğer projelere yoğunlaşmaya karar verdi. ayrıca karısıyla beraber evinden çıkıp sahte isimle otelde kalmaya başladı. böylece powers kendisini mahkemeye verirse mahkeme dökümanları eline ulaşamadığı için mahkeme ertelenmek zorunda kalacaktı. bu arada columbia şirketi walt disney’den aldığı 13 animasyondan 400 bin dolar gelir elde etmişti ve sonunda powers ile masaya oturup mickey farenin pazarlama haklarını satın almaya karar vermişti.

powers sonunda 50 bin dolar karşılığı columbia ile anlaşmayı kabul etmişti. sonradan ortaya çıktığı üzre son 2 senede powers mickey fare serisinden 100 bin dolar kazanmıştı ki bu parayı walt bile kazanamamıştı. sonunda columbia’nın ödemeyi kabul etmediği mahkeme masrafları ve diğer komplikasyonlar derken disney 2 senedir mickey fareden kazandığı tüm parayı bu davaya gömmüştü ama en azından geleceğe umutla bakabilirdi.

son 2 yılda 2 defa büyük kazık yiyen disney artık daha dikkatli olmalıydı ve bundan sonra sadece büyük ve köklü şirketlerle aracısız olarak çalışacaktı.

columbia’dan gelen yeni kontrata göre walt disney’e çizgi film başına 7 bin dolar artı çizgi filmlerin elde ettiği kar oranında komisyon verilecekti. bu durumda çizgi film başına disney’e 10-15 bin dolar kalabilirdi. artık mickey farenin en büyük rakibi charlie chaplin olmuştu ve mickey’nin popülerliği tüm çizgi filmleri aşıp normal filmlerin popülaritesini de geçmeye başlamıştı. columbia mickey fareyi pazarlamak için epeyce para harcayıp dergilere, gazetelere ve sinema salonlarına reklam vermeye başlamıştı ve o zamanlar zaten meşhur olan mickey’in ününe ün katılmıştı. columbia sürekli “mickey artık bizim çatımız altında” diyerek övünçle reklamlarına devam ediyordu.

1930 sonunda sinemalarda mickey mouse’u izleyen biletli seyirci sayısı 1 milyonu geçmişti. charlie chaplin meşhur filmi city lights’tan (ki kemal sunal aynı filmin türkiye versiyonunu çekmişti) önce sinema salonlarında mickey mouse’un oynamasını talep etmişti. artık diğer çizgi film şirketleri kendi animasyon farelerini yaratmıştı ve bazıları mickey fare’ye çok benziyordu. dısney’in avukatları bu şirketlere uyarı mektupları yollayarak onları durdurmaya çalışıyordu.

amerikan ekonomisi büyük depresyonu yaşayıp avrupa da yükselen faşizm ve nazizm rüzgarıyla boğuşurken disney’in çizgi filmleri halka umut ve iyimserlik aşılıyordu. bu yüzden ekonomik krizde hemen hemen tüm şirketler batma noktasına gelirken disney pek etkilenmiş gibi gözükmüyordu. dısney mutsuz halkın gerçeklerden kaçıp fantazi dünyasına sığınmasına yardımcı oluyordu ve halk kendisine şükran duymaktaydı. mickey mouse o dönemde akademik çalışmalara da konu olacaktı. örneğin bir araştırmaya göre mickey’nin vücudu yuvarlak hatlardan oluştuğu için bu hatlar insanlarda güven ve inanç duygusu veriyordu.

mickey halkın gözünde bir kahramandı çünkü afacan, maceracı, cesur ve girişken biri olarak tüm fizik kurallarını, doğa kurallarını, insanların hayatını kısıtlayan görünmez kelepçeleri yenerek her seferinde galip geliyordu. bu da insanlara fantazi dünyasında da olsa galip gelebileceklerini gösteriyordu. mickey’in görmezden gelmediği tek kural çeşidi ahlak kurallarıydı ve mickey asla kötü şeyler yapmıyordu. her çocuğun ve her yetişkinin içinde bir mickey yaşıyordu. bazı teorisyenler daha da ileri giderek freud’un süperego’suyla mickey’i eşleştiriyordu.

artık gelen parayla işe bir sürü eleman alan walt disney, şirketin işleyişini biraz değiştirmeye başladı. eskiden her çalışan 4-5 farklı iş yapıyordu ama artık herkes tek bir konuda uzman olup sadece o işi yapacaktı. çizimciler sadece çizim yapacak, seslendiriciler sadece seslendirme yapacak, animasyoncular sadece anımasyon yapacak, senaristler sadece senaryo yazacaktı. böylece herkes ne iş yapıyorsa o işte dünyanın en iyisi olacaktı ve sadece o ise yoğunlaşacaktı. o ana kadar şirkette “patron” veya “müdür” gibi roller yoktu ve tüm çalışanlar eşitti. walt diğer çalışanlara tavsiyede bulunsa da pek emir vermiyordu. şirket büyüdükçe kurumsallaşacaktı ve bu da değişecek gibiydi. bütün bunlar olup biterken walt daha 30 yasına bile girmemişti.

1931’e girilirken disney şirketinin önüne başka bir kriz çıkmıştı. charlie chaplin başta olmak üzere abd’nin bir çok önde gelen yıldızının filmlerini pazarlayan united artışts şirketi disney’e reddedemeyeceği bir teklifle gelmişti: animasyon başına 50 bin dolar artı elde edilen kardan da %50 pay. walt disney bu teklifi kabul etmeye havada karada razıydı ama columbia ile mevcut kontratının bitmesine aylar vardı. bu durumda gizlice bir anlaşma imzalanıp columbia kontratının bitmesi beklenecekti. bir şekilde columbia şirketi bu kontratı haber alınca şirketin yöneticileri disney’e karşı kin bürüdüler. bu yüzden disney’in kontrat süresinin sonuna kadar zarar etmesi için çaba harcadılar. örneğin disney bir anımasyonu bitirip yolluyordu ve columbia bu animasyonun eksiklerle dolu olduğunu söyleyip kabul etmiyordu. böylece normalde 2-3 haftada bitecek bir anımasyonun yapımı 5-6 hafta sürüyordu ve disney çalışanlarına maaş ödemekte zorlanmaya başlamıştı.

şirketi birkaç aylığına idare etmek için her zamanki gibi çevreden borç bulunabilirdi ama amerikan ekonomisi büyük depresyona girmişti ve bankaların verebileceği krediler çok kısıtlıydı. united artışts şirketinden gelecek senenin kontratı için avans istendiyse de bu başarısız oldu. walt’in abisi “belki şirketten hisse satmaya başlamalıyız ve ortaklar bulmalıyız” önerisiyle geldiyse de walt bu fikri beğenmedi. bir başka çare de işten eleman çıkartmak veya maaşlarda kesintiye gitmekti ama walt bunu da çok mecbur kalmadıkça yapmak istemiyordu. sonunda çalışma saatleri arttırıldı ve columbia’ya sözü verilen tüm projeler başarıyla bitirildi. şirket bir sonraki seneye üçü ucuna varmıştı ve her zamanki gibi yine iflasın kıyısından dönmüştü.

şirket ne zaman ciddi miktarda para kazanmaya başlasa walt bu parayı alıp eldeki ürünün kalitesini arttırmak için yatırımlarda kullanıyordu. kah yeni kamera ve aletler alınıyor, kah yeni uzmanlar ise alınıyor, kah stüdyoda iyileştirmelere gidiliyordu ve eldeki ürün giderek daha da gelişiyordu ama şirketin kötü günler için kenarda tuttuğu parası yoktu. şirket aydan aya, maaştan maaşa geçinen bir devlet memuru gibiydi ve bir ay parasını alamazsa iflasın eşiğine geliyordu. walt’a “bir süreliğine yatırım yapmak yerine para biriktirelim” dendiğinde “elimden gelen en iyi ürünü ortaya koyamayacaksam bu pazarda kalmamın bir anlamı yok” diyordu çünkü onun için kar marjinin önemi yoktu. walt’in filozofisine göre sen işini iyi yaparsan para bir şekilde mutlaka gelecekti.

walt disney şirketin kazandığı paraları 2 proje için harcayacaktı. ilk proje yılda 100 bin dolar masrafla tüm disney çalışanlarına belli konularda eğitim aldırmaktı. eğitim alınan konular arasında fizik kurallar, yer çekimi, hareket kanunları gibi konular vardı. bu da uzun vadede yapılan çizgi filmlerin daha gerçekçi olmasını sağlayacaktı. dısney çizgi filmlerinde sadece ayakta duran bir karakter değil aynı zamana karakterin giydiği kıyafet ve elinde tuttuğu nesneler bile yerçekimi dahil olmak üzere fizik kurallarına tabi olacaktı. bu daha önce hiçbir anımasyon şirketinin dikkat etmediği bir ayrıntıydı. walt disney’in ikinci hayali de renkli çizgi film yapabilmekti. 1932 yılında technicolor adlı renklendirici şirketle anlaşan disney flowers and trees adlı çizgi filmini renkli olarak çekti ve sinemada renkli olarak yayınladı. bu o dönem için devrim niteliğindeydi ve bu çizgi film oscar ödülü alacaktı.

dısney bundan sonra tüm çizgi filmleri renkli olarak çekmek istiyordu ama her zamanki gibi ortada yine bir sorun vardı. renkli çizgi filmlerin çekilmesi ve yayınlanması normal çizgi filmlerine göre 3-4 kat daha pahalıydı. ayrıca disney’in mevcut pazarlama kontratında renkli çizgi filmlerden bahsedilmiyordu. bu durumda fazladan masraf yapıp renkli çizgi film çeken disney fazladan para alamayacak ve masrafları cepten yapacak demekti. bu da normalde film başına 30-40 bin dolar kar eden disney’in bir çok filmden zarar etmesi anlamına geliyordu. o günlerde film renklendirme teknolojisine sahip olan technicolor şirketinde işler kesat gidiyordu ve disney’den kontrat koparmazlarsa iflas edebilirlerdi. bu yüzden disney’e müşteri olmaları halinde borç vermeyi teklif ettiler. iş bununla da kalmamıştı ve technicolor şirketi disney şirketinden hisse satın alarak ortak olmak istiyordu. dısney bunu kabul etmedi ve bunun yerine indirimli fiyattan 13 renkli çizgi film yapmaya karar verdi.

dısney yapacağı renkli çizgi filmler için fazladan para alamayacağını biliyordu ama bu onun umurunda değildi. ülke ekonomik depresyondayken ve tüm ülke para konusunda aşırı hassas durumdayken bile şirket iflas etmediği ve hayatta kaldığı sürece o mutlu olacaktı çünkü sevdiği işi yapıyor olacaktı. walt’in abisi ve şirketin en büyük ikinci ortağı roy disney bu işten hiç memnun değildi ve şirketin sürekli para harcamak yerine biraz para biriktirmesi gerektiğini düşünüyordu. işin kötü yani walt abisine “bir yerlerden borç bulma” görevini vermişti. bu da yetmezmiş gibi önceki yıllarda alınan borçların bir kısmının ödenme tarihi yaklaşıyordu. roy istemeye istemeye bankalardan ve çeşitli kurumlardan borç aramaya çıkmıştı.

roy’un imdadına italya’dan gelen göçmenlerin kurduğu ve bugün bile abd’nin en büyük bankalarından biri olan bank of america yetişti. bank of america’daki yöneticilerden biri film endüstrisine girmek istiyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. dısney’e hayranlık duyan bu yönetici açacağı düşük faizli krediyle disney’in tüm borçlarını ödeyip üstüne de avans vermeyi kabul etti. walt disney yeniden rahatlamıştı ve bu kez yeni projeleri için kolları sıvamıştı. artık mickey mouse dışında başka işlere de imza atılacaktı ve klasik masallar çizgi sinemaya taşınacaktı.

dısney’in ilk projesi “üç küçük domuz” isimli masalın sinemaya aktarılmasıydı. bu animasyon sinemalarda yayınlanır yayınlanmaz ortalık ayağa kalkacaktı. filmin fon müziği haftalarca tüm abd’de ıslıklarla söylenecek, radyolarda çalacak, ve her türlü ortamda bu film konuşulacaktı. film o kadar popüler olmuştu ki pazarlama şirketi united artışts filmin kopyalarını sinemalara yetiştiremiyordu ve özel tutulan kuryeler yardımıyla kopyalar sürekli bir o sinemaya, bir bu sinemaya yollanıyordu. amerikalılar filmde domuzları yemeye çalışan kurtun “ekonomik depresyon” domuzların da ekonomik krizin altında inim inim inleyen halk olduğunu düşünüyordu ama bu tesadüften ıbaretti çünkü disney bu filmde bu tür bir sembolizm kullanmamıştı. sonradan çeşitli dillere de tercüme edilen bu animasyon sayesinde walt disney bir oscar daha kazanacaktı.

1935 yılına gelindiğinde biletli olarak mickey mouse animasyonlarını izleyen toplam seyirci sayısı 500 milyonu aşmıştı. ingiltere kraliçesinden abd başkanına kadar herkes mickey mouse’dan bahsediyordu. örneğin ingiltere kraliçesi bir toplantıya geç kaldığında mickey mouse’un özel gösterimini izlediğini söyleyecekti. dısney’in unu sosyalist rusya’ya kadar ulaşmıştı ve bazı mickey animasyonları moskova’da gösterime girmişti. onlarca yıl sonra 1991’de rusya’ya mcdonald’s ilk kez geldiğinde oluşan yüzlerce metre uzunluğundaki kuyruklar 1935’te mickey mouse’u izleyebilmek için oluşmuştu. mickey mouse neredeyse tüm dünyada en çok tanınan ve en popüler isim haline gelmişti. öyle ki mickey mouse’un ismi abd başkanı roosevelt’den de almanya başbakanı hitler’den de daha çok biliniyordu.

aynı sene lisanslı disney ürünlerinin satışlarından yarısı abd’de yarısı diğer ülkelerde olmak üzere 70 milyon dolar ciro elde edilmişti. dısney şirketi yiyecekten oyuncağa 40 farklı sektörde çeşitli şirketlerle anlaşmıştı ve üzerinde mickey mouse’un resmi veya ismi olan ürünler en popüler ürünler haline gelmişti. buradan gelecek olan parayla yüksek kaliteli renkli ve sesli animasyonlar üretmek mümkün olacaktı. artık filmlerden gelen paranın kat kat fazlası yan ürünlerden geliyordu ve yan ürünler filmlerin sponsoru gibiydi.

işler şimdilik iyi gitmesine iyi gidiyordu ama mickey fare karakteri artık sıkıcılaşmaya başlamıştı. mickey fare her zaman iyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun yanındaydı ve sürekli meraklı ve maceracı olduğu için başını derde sokup sonunda bir şekilde kurtuluyordu. mickey fare’nin kullanılabileceği senaryolar ve malzemeler giderek tükeniyordu ve onu yeniden heyecanlı hale getirmek için bir rakip getirmek gerekiyordu. bu rakip mickey’nin “iyi çocuk” öldüğündan yapamadığı herşeyi yapabilmeli, gerektiğinde insanları sinirlendirmeli veya gıcık etmeli, basına kötülük geldiğinde insanların gülüp geçeceği bir karakter olmalıydı. bulunan karakter tabi ki donald duck’tan başkası değildi. donald duck en başta mickey’nin animasyonlarında yan karakter olarak görev aldı ve kısa sürede popülaritede mickey mouse’u yakalayınca kendi animasyonuna sahip oldu.

bütün bunlardan sonra walt disney hala doymuş değildi ve o ana kadar oynadığı en büyük kumarı oynamaya hazırdı. şirketin o ana kadar kazandığı tüm paraların üzerine bir sürü de borç eklenecekti ve disney ilk uzun metrajlı filmini çekecekti. şu ana kadar çekilen tüm disney animasyonları 5-10 dakikalık kısa animasyonlardı ve sinemada ana filmin öncesinde gösterilmekteydi. yeni yapılacak olan film 1 saatin üzerinde olacaktı. film dönemin en ünlü masallarından “pamuk prenses ve yedi cüceler” masalının animasyonu olacaktı.

bu proje beklenenden çok daha pahalı ve uzun sürdü. filmin projesi tam olarak 3 yıl sürdü çünkü walt disney bir türlü ortaya çıkan üründen memnun olmuyordu. walt takıntılı bir şekilde animasyonun her karesine, her ayrıntısına, senaryonun her kelimesine karışıyordu. öyle ki senaryo 30’dan fazla sefer revizyon geçirmişti, 2 binden fazla farklı fikir tartışmaya yatırılmıştı ve animasyondaki tüm kareler tekrar tekrar çizilmişti. walt disney filmde çalan şarkıların sözlerinden kullanılan renklerin tonuna kadar her türlü ayrıntıya karışıyordu ve her türlü ayrıntıda mükemmeliyetçiliği göze çarpıyordu. söylenene göre sırf filmdeki çimlerde kullanılacak olan yeşilin tonunu belirlemek için bile saatlerce süren toplantılar yapılmıştı.

dısney bu animasyonu bitirebilmek için onlarca kişiyi şirkete katarak hepsini ağır bir eğitimden geçirmişti. her türlü ayrıntı düşünülmüştü ve hiçbir konuda cimrilik yapılmamıştı. animasyondaki efektlerin gerçekçi olması için sayısız fizik deneyi yapılmıştı. örneğin bir tuğla bir cama fırlatılarak cam kırılmış, sonra bu olay ağır çekim kameralarıyla çekildikten sonra fırlatılan tuğlanın cami tam olarak nasıl kırdığı ve camın parçalarının nasıl uçuştuğu gözlemlenmişti ve bu gözlemler animasyonda kullanılmıştı. walt disney’in yaptığı bir başka ilginçlik animasyondaki tüm karakterlere bir anımasyon ekibini atamasıydı. örneğin 7 cücelerden “huysuz” olanı bir anımasyoncu, “mutlu” olanı başka bir anımasyoncu çiziyordu ve animasyon boyunca herkes kimi çiziyorsa o karakteri en iyi şekilde öğrenmeli, sadece tek bir karaktere yoğunlaşarak onu adeta çizimleriyle oynamalıydı. bu durumda her animatör normal filmlerdeki aktörler gibiydi ve kendi karakterlerini en iyi şekilde yorumlamak zorundaydılar.

bu animasyon filmi bir çok konuda masraflı olmuştu. animasyonun üzerinde 500’e yakın kişi çalışmıştı ve bu kişiler disney’in binasına sığmadığı için ek binalar kiralanmıştı. dısney binasına yakın boş bir arazide ahşap binalar inşa edilmişti ve civardaki tüm boş daire ve ofisler tutulmuştu. dısney bu filme servet harcamıştı ve o güne kadar hiçbir anımasyon sinemada ana film olarak gösterilmemişti. bu filmin batması demek disney şirketinin o güne kadar elde ettiği tüm başarı ve karların silinmesi ve şirketin iflas etmesi demekti.normalde 1935’in sonunda bitirilip sinemaya verilmesi planlanan filmin sinemaya verilmesi 1937’nin aralık ayını bulmuştu ama mükemmeliyetçiliğiyle artık un yapan walt filmin son halinden memnundu ve geç kalınmış olması onun için hiç önemli değildi. bu proje disney şirketine sadece para değil aynı zamanda müthiş bir tecrübe kazandırmıştı ve şirketteki en üst düzey çalışandan en alt düzeye kadar hepsi konularında uzmanlaşmıştı.

filmin mümkün olan en yüksek hasılatı yapabilmesi için noel zamanı yayınlanması gerekiyordu ve açıkçası disney şirketinin filmi yayınlanmaya hazır hale getirmesi filmin açılışından sadece birkaç gün önce mümkün hale gelmişti. az kalsın filmin açılışı kaçırılacaktı ve bunca yıllık çalışmalarla beraber aylardır yapılan reklam kampanyaları da boşa gitmiş olacaktı. 1935’in başında walt disney bu filmin 250 bin dolara malolacağını tahmin etmişti ama film 2 milyon dolara yakın bir bütçeye sahipti. öyle ki disney borç para bulabilmek için mickey mouse ve donald duck’in pazarlama ve marka haklarını bile ipotek altına aldırmıştı.

film bitmesine bitmişti ve sinemalarda yayınlanmaya başlamıştı ama parasını çıkartıp çıkartamayacağı belli değildi. öncelikle o ana kadar diğer çizgi film ve animasyonlarla rekabet eden disney şimdi ilk kez gerçek filmlerle rekabet ediyordu ve önceden film izlemek için bilet alan seyirci yanında çizgi filmi eşantiyon olarak izlerken şimdi çizgi film izlemek için bilet alması gerekiyordu. bu konuda insanların ikna olup olmayacağı belli değildi. bir başka problem daha vardı, o da bu animasyonda ilk kez başrolü bir insan oynayacaktı. dısney karikatürvarı hayvan çizgi filmleri yapmakta uzmandı ama o ana kadar hiç insanların başrolde oynadığı bir anımasyon yapılmamıştı. filmlerle rekabet edebilmek için mümkün olduğunca gerçekçi ve karikatürden uzak figürler kullanılması gerekiyordu. ayrıca yedi cüceler biribirnin aynısı tipe sahip olmasına rağmen 7 farklı karaktere sahipti ve bunun da en iyi şekilde perdeye yansıtılması gerekiyordu. işte bütün bu zorluklardan dolayı filmin seyircilerden nasıl tepki çekeceği ve hasılatın nasıl olacağı belli değildi.

günün sounda walt disney evi, tarlayı, şirketi, herşeyi satıp tüm parasını pamuk prenses’e bahis basmış gibiydi. film yayına girdiği gün disney’in ofisinde “şirkete her an bank of america el koyabilir” söylentileri dolaşıyordu ve bazı çalışanlar iş aramaya başlamıştı bile.

21 aralık’ta los angeles’ta filmin premier’i yapıldığında yer yerinden oynamıştı. premier’i görmeye gelen seyirciler filmin etkisinden günlerce çıkamamıştı ve her biri büyülenmiş gibiydi. filmin başından sonuna kadar alkış sesleri kesilmemiş, pamuk prenses’in zehirli elmayı yediği sahnede tüm sinema hüngür hüngür ağlamıştı. ertesi gün gazetelerde, radyoda, ve her ortamda bu film konuşulmaya başlanmıştı. rusya’daki gazeteler bile yedi cüceleri komünist bir topluluğa benzeterek bu filmi sayfalarca övmüştü. abd’deki tüm sinemalar filmi yayınlamak için birbiriyle yarışıyordu ama filmin yeterli sayıda kopyası yapılmış bile değildi.

bir yandan abd ekonomisi büyük depresyondan çıkmaya çalışırken diğer yandan tüm dünya ikinci dünya savaşının eşiğindeydi ama herkes bu filmi konuşuyordu. insanlar bir buçuk saatliğine de olsa gergin ortamdan uzaklaşıp masal dünyasına adım atmayı memnuniyetle karşılıyordu. film en başta sadece büyük şehirlerde sinemada yayınlandığı için küçük şehir ve köylerde yaşayan amerikalılar trenlere, otobüslere, atlara atlayıp saatlerce yolculuk yaptıktan sonra apple dükkanı önünde ramazan pidesi kuyruğu oluşturan hipster gençler gibi saatlerce kuyruk bekliyordu ve filme girebilenler kendilerini şanslı hissediyordu. sırf bu filmi izlemek için küçük şehirlerden büyük şehirlere akın edenler küçük bir kavimler göçünü andırıyordu.

sinemalar mevcut talebi karşılayabilmek için ek seanslar koyuyordu ve bazı sinemalarda film 10-15 saat boyunca sürekli gösterimde olduğu için yanmıştı ve yeni bir kopya gelene kadar filmin gösterimi aksamıştı. londra’da sinemalar bu filmi izlemek isteyenlere 3 hafta önceden rezervasyon veriyordu ve rezervasyonu olmayanlar geri çevriliyordu. sırf londra’daki bir sinemada filmin hasılatı 500 bin doları yani filmin bütçesinin dörtte birini geçmişti. sabah erken saatlere bile seanslar konulan paris’te filmin hasılatı 1 milyon doları geride bırakmıştı ama 2 aylık gösterimden sonra hala talep bitmiş değildi. bazı yerlerde 2 yıl boyunca gösterimde kalan filmin bu dönemde yaptığı toplam hasılat 10 milyon doları geçmişti ve film tüm zamanların en çok hasılat yapan filmi haline gelmişti.

yukarıda bahsettiğim gibi walt disney varını yoğunu bu filme yatırarak çok büyük bir kumar oynamıştı ama o bile 2 milyon dolar koyup 10 milyon doların üzerinde hasılat yapmayı beklemiyordu. üstelik bu hasılata filmin sonradan çıkan hediyelik eşya tarzı ürünler dahil değildi. sadece üzerinde pamuk prensesin resmi olan bez mendillerin satışından bile 2 milyon dolar elde edilmişti ve oyuncaklar, bardaklar, okul çantaları derken toplamda tüm ürünlerden elde edilen para filmin hasılatına yakındı.

pamuk prenses ve yedi cüceler projesi walt disney için müthiş bir para kaynağına dönüşmüştü, öyle ki o günlerde evinin bahçesinde petrol bulsa belki bu kadar para kazanırdı. walt disney bu filmi çizgi film olarak değil normal bir film olarak görüyordu. normalde bu alanda oscar kazanması gerekiyordu ama günün sonunda ürün animasyon olduğu için normal filmlerin kategorisinin dışında kabul edilmişti. bununla birlikte disney onursal özel bir oscar ödülü kazanmıştı ve bu oscar pamuk prenses ve 7 cüceleri sembölen 1 normal boyutta oscar heykeli ile 7 tane ufak boyutta heykelcik şeklindeydi.

artık disney ülkenin en popüler ve en zengin isimlerinden biri haline gelmişti ama tek düşünebildiği şey pamuk prenses’ten gelen parayla çekeceği yeni animasyonlardı ve yapacağı yeni projelerdi. dısney neredeyse rakipsiz kalmıştı ve her seferinde önüne koyup gerçekleştirdiği hedeflerle kendisini aşıyordu. gün itibariyle 500’den fazla çalışanı olan şirkete 800 kişi daha alan walt artık pamuk prenses benzeri çok sayıda proje üretip piyasaya sürmek ve insanlara pamuk prenses’in tek seferlik bir başarı olmadığını göstermek istiyordu. artık şirket kurumsallaşacaktı ve bambaşka bir kimliğe bürünecekti. yeni gelenlerin şirkete alışması ve şirketteki eski çalışanların yeni gelenlere alışması zaman alacaktı ve bu kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı 1-2 senelik bir kargaşa kültürüne sebep olacaktı. pamuk prenses şirkete bir çok konuda başarı ve eşek yüküyle para getirmişti ama aynı zamanda şirket büyüyüp eski kimliğinden uzaklaşarak kurumsallaştıkça çalışanlar arasında büyük bir soğukluk ortaya çıkmıştı.

bu süreçte walt disney bir yandan 2 yıl boyunca sinemalarda gösterilecek olan pamuk prenses’ten gelen paraları sayıyor, bir yandan bu paraları nerede ve nasıl kullanabileceğini düşünüyor, bir yandan şirkete yeni bir kampüs inşa ettirmek için boş arazi bakıyor, bir yandan da yeni gelen çalışanları şirkete bir an önce adapte edebilmek için uğraşıyordu. şirket de bir yandan 5-10 dakikalık mickey mouse, donald duck ve diğer çizgi film bölümlerini üretmeye devam ederken bir yandan da bir sonraki büyük projeler olan bambi ve pinokyo için hazırlıklara başlıyordu. iki proje aynı anda başlayacaktı ama walt disney bambi’de çıkartılan işten bir türlü memnun olamadığı için bu projeyi erteleyip pinokyo’ya yoğunlaşılması kararını verecekti.

avrupa’da çıkan ikinci dünya savaşı devam ededursun, dısney 1940’da pinokyo filmini yayınladı ve 8 ay sonra tarihteki ilk animasyon-müzikal olan ve bugün bile etkisi devam eden fantasia yayınlandı. iki animasyon da dönemin teknik ve teknolojilerini düşününce çok zor şartlar altında bitirilmişti ve ikisi de zamanının en az 10 yıl ötesindeydi. gazete ve dergilerdeki tüm övgü ve yüksek puanlamalara rağmen pinokyo hasılat olarak beklentilerin çok altında kalacaktı. bütçesi 3 milyon dolara yakın olan filmin hasılatı 2 milyon dolar olmuştu ve bu paradan disney’e kalan pay 1 milyon dolardı. yani disney bu filmden 2 milyon dolara yakın zarar elde etmişti. bunun sebeplerinden biri avrupa’da devam eden savaştan dolayı sadece abd’de hasılat elde edilmiş olmasıydı. ikinci sebep de filmin gençler için fazla karanlık, yetişkinler için fazla çocukça görülmüş olmasıydı. yine de bu kadar kaliteli ve zamanının ötesindeki bir filmin gişede en azından masraflarını çıkartmış olması gerekiyordu.

pamuk prenses sonrası bank of america’ya olan borcunu ödeyen disney yeni kampüs ve yeni filmler için harcadığı paralar sonrası yeniden 4,5 milyon dolarlık bir borç yapmıştı. bu da masrafları ve zararları karşılamaya yetmeyince şirket halka açıldı ve mevcut hisselerin %6’sı satışa çıkartıldı.

fantasia müzikalinin hasılat hikayesi daha da ilginçti. film şirketleri bu deneysel animasyonun fazla para kazanamayacağını düşündükleri için hiçbiri filmin pazarlama ve dağıtımını üstlenmek istemiyordu. görünüşe göre iş başa düşmüştü ve disney ilk kez kendi filminin dağıtımını kendisi yapacaktı. o dönemde film dağıtıcıları sinema salonlarını belli bir süreliğine kiralayıp hasılata el koyuyordu. dısney de bunu yapacaktı. new york ve los angeles başta olmak üzere bir çok amerikan şehrinde en büyük sinemalar kiralanmıştı ve savaştan dolayı film avrupa’ya gönderilmemişti. daha da ilginci filmin müziği daha etkili bir şekilde duyulsun diye fantasound isminde bir ses sistemi icat edilmişti ve kiralanan sinema salonlarına bu ses sistemi takılmıştı. bu sistem sayesinde seyirciler müzikaldeki orkestrayı sanki salondaymış gibi kaliteli bir şekilde duyacaktı.

filmin ilk haftası kıyamet koptu çünkü filme giden eleştirmenlerin yarısı filme aşık olmuştu, yarısı da filmden nefret etmişti. gazetelerin bir kısmı film için methiyeler düzerken bazı gazeteler filmi fazla saykodelik bulmuştu ve filmi yerden yere vuruyordu. walt disney bu müzikalde gerçekten de bir çok soyut ve saykodelik öğe kullanmıştı ve onun amacı normalde opera ve klasik müzik sevmeyen amerikalılar’a bu müziği bol aksiyonlu bir anımasyona yedirerek sevdirmekti. yine de onun en fazla eleştirildiği konu da bu oldu ve bazı müzisyenler onu ticari kaygıları yüzünden müziği katletmekle suçladı. gazetelerin ateşli bir şekilde filmi tartışması filme olan ilgiyi hiç yoktan arttıracaktı. filmi gösteren sinemalar ful çekmeye başlamıştı ve daha filmin gösteriminin 3. ayında filmin çok kar etmese de en azından masraflarını çıkartacağı belli olmuştu.

bambi filmi hala bitirilebilmiş değildi. dısney bu animasyonu mümkün olduğunca gerçekçi kılabilmek için onlarca saatlik ceylan videosu satın almıştı ve bir fotoğrafçı tutup binlerce ceylan fotoğrafı çektirmişti. dısney’in çizerleri bir ceylanın nasıl hareket ettiğini en ufak kaş yapısına kadar ezberlemişti ve çizgi filmde yine her türlü ayrıntıya dikkat edilmişti. bu arada walt disney ilk kez ticari kaygılarla hareket ediyordu çünkü bambi ile beraber aynı zamanda çekilen bir başka film dümbo’ydu. dümbo çekilirken önceki filmlerin aksine ayrıntılara takılmayan walt, çalışanlarına “filmi bir an önce bitirip piyasaya sürmeliyiz” diyordu çünkü şirketin acilen paraya ihtiyacı vardı. açıkçası şirketin boğazına kadar borçlu olduğu bank of america walt disney’i san francisco’daki ofisine çağırıp kalaylamıştı ve “bundan sonra etrafa para saçmak yerine harcamalarda kesintiye gideceksin yoksa şirkete el koyarız” tehdidinde bulunmuştu. walt ilk kez işlerin ne kadar ciddi olduğunu görmüştü.

dısney’in 1200 çalışanı vardı ve bank of america şirketin işçilerin bir kısmını işten çıkartmasını, geri kalanların maaşında azaltmaya gitmesini ve bazı projeleri iptal etmesini istiyordu. şu andan itibaren walt disney’in kişiliği değişmeye başlamıştı. eskiden çalışanlarıyla oturup, yiyip içen, sürekli stüdyoda sabahlayan, tüm projelerin en ufak ayrıntısına kadar ilgilenen walt gitmiş yerine kendisini ofisine kapatan, hiçbir şeye karışmayan, çalışanlarını en ufak bir hatada işten atan despot biri gelmişti. eskiden ofiste walt disney’i görenler enerjiyle ve neşeyle doluyorken artık onun yüzünü görenler korkuyla doluyordu ve çalışanlar bir bahaneyle kendilerini işten atmasın diye onunla göz göze gelmeye bile çekiniyordu. walt depresyon hırkasını giymişti ve etrafındaki herkes bunu görebiliyordu.

işler daha da kötüye gidecek gibi gözüküyordu. bir çok amerikan firmasında olduğu gibi disney’de de sendikalaşma hareketi başlamıştı ve bu da şirketin elini zayıflatan bir gelişmeye dönüşebilirdi. walt disney en başta sendikalaşmayı engellemeye çalıştı ama bunun önüne geçemeyeceğini anlayınca tüm çalışanları bir salona toplayıp onlara uzunca bir konuşma yaptı. walt çalışanlara “itiraf etmeliyim ki yaptığım bazı hatalardan dolayı şirket ekonomik kriz yaşıyor. kendi maaşımı %75 oranında düşürmeyi kabul ettim ve bankalar sizin maaşınızı düşürüp birçoğunuzu işten atmam için baskı yapıyor. eğer bunu kabul etmezsem bankalar şirkete el koyacak ve şirketin tek amacı kar yapmak olacağı için şirket eski günlerini mumla arayacak” demişti. walt çalışanlardan biraz daha sabırlı olmalarını ve birçoğunun maaşında ufak da olsa indirime gitmeyi kabul etmesini istiyordu. toplam 6 saat süren konuşmalarda walt hiçbir şekilde sendikalardan söz etmemişti ama çalışanlar asıl konunun sendikalaşma olduğunu biliyordu.

bu konuşma walt disney için hiçbir işe yaramamıştı. aksine kendisi yaptığı hataları kabul ve itiraf ettiği için sendikaya katılımlar hızlanarak artmıştı. üstelik abd’nin er ya da geç ikinci dünya savaşına katılacağı ortaya çıkınca bir çok disney çalışanına askerlik yolu gözükmüştü, zira şirketin çalışanlarının ortalama yaşı 26’ydi. walt sendikalaşmaya çalışan bazı çalışanları işten çıkartmak istese de bunu yapmaya eli gitmiyordu. bir süre sonra çalışanların maaşlarında %5-15 arasında indirime giden disney, aynı zamanda sendikalaşmayı engellemek için türlü işlemler yapsa da bir türlü başarılı olamadı.

bunun üzerine walt disney sendikanın önde gelen 20 üyesini çeşitli bahanelerle işten çıkarttti. sendika da disney’i greve gitmekle tehdit etti. iki taraf arasındaki savaş giderek alevleniyordu ve iki taraf da pes edecek gibi değildi. walt disney “şirketin çalışanları arasında gizli oylama yapalım ve eğer çoğunluk sendikayı destekliyorsa sendikayı tanıyacağım, aksi taktirde sendika kapanmayı kabul etsin” şeklinde bir restte bulundu. sendika üyeleri şirkette çoğunlukta olup olmadıklarını bilmiyorlardı çünkü şirketin tam olarak kaç çalışanı olduğunu bilmiyorlardı. sendika bu riski almak istemediği için oylama yerine walt’a işten çıkarttığı 20 kişinin hesabını vermesi için 36 saat verdi. dısney geri adım atmak istemediği için sendikanın önde gelen isimlerinden birkaçını daha işten çıkarttı. bu sendikanın geri kalanına verilmiş bir gözdağıydı. artık şirketin kampüsünde sürekli polis ve silahlı güvenlik görevlileri dolaşmaya başlamıştı.

ertesi sabah megafonlarla şirketin kapısının dışında biriken sendikalaşmış işçiler protestolara başlamıştı. walt disney ne yapacağını bilemiyordu ama sendikaya ve greve katılmayan çalışanlar bir şekilde çalışmaya devam ediyordu. şirkette yapılacak çok iş vardı ve bazı projelerin geri düşmesi borç içinde yüzen şirketin varlığını bile tehdit edebilirdi. toplamda tam olarak kaç işçinin grev yaptığı bilinmiyordu ama tahminler 300-400 arasındaydı. ayrıca grev yapan çalışanların büyük çoğunluğu alt kademelerde çalışan gençlerdi. walt disney “ülke ekonomisi büyük depresyondayken ben onlara iş ve ekmek verdim ve hiçbirini işten çıkartmadım. şimdi ekonomi biraz düzelince beni satmaya başladılar” diyerek grev yapanları suçlamaya devam etti.

haftalarca süren pazarlıklar sonunda walt disney işten çıkarttığı herkesi ise geri almayı ve birçoklarının maaşına zam yapmayı kabul edince grev sona erdi. herşeye rağmen şirketin gelirleri ve giderleri belliydi ve şirketin ayakta durabilmesi için belli sayıda kişiyi işten çıkartması gerekiyordu. işten çıkartılacaklara da şirket ve sendika beraberce karar verecekti. tam bu esnada bu stresten uzak kalmak isteyen walt disney güney amerika’ya birkaç aylığına “iş gezisine” çıkmıştı ve şirketin yönetimini abisi roy disney’e bırakmıştı. sonunda walt disney’in yokluğunda 250 kişilik bir işten çıkartma listesi hazırlandı ama bu listenin 200 kişisi greve katılanlardan seçilmişti. sendika tabi ki buna itiraz etti ve pazarlıklar yeniden başladı. pazarlıklar sona erip şirket yeniden çalışmaya başladığında 1200 çalışanlı şirketten geriye 700 kişi kalmıştı.

şirket aynı anda bir sürü projeyi bitirmeye çalışıyordu ama bir süredir hiçbir büyük proje bitirilemiyordu. örneğin yıllardır bitirilmeye çalışılan bambi projesi vardı. bankalar walt disney’e yeniden ültimatom vermeye karar vermişti. yeni ültimatoma göre disney şirketi herhangi yeni bir projeye başlayabilmek için önce eldeki mevcut projelerin tamamını bitirip piyasaya sürmek zorundaydı. bu durumda şirketin üzerinde çalıştığı 3 film bitirilmeden yeni projeye başlanamayacaktı. ayrıca şirketin borç limiti de 3,5 milyon dolara düşürülmüştü. iş bununla kalsa iyiydi. artık şirketin başında bir denetleme komitesi olacaktı ve bu komitenin üyelerinin bazılarını şirket, bazılarını da banka atayacaktı. bu komitenin amacı walt disney’in aldığı kararların gerçekçi olup olmadığını denetlemek ve şirketin yatırımcılarını olası zararlardan korumaktı.

son iptal edilen projelerden dolayı artık yapacak işi kalmayan 100 kişi daha işten çıkartılmıştı ve şirketin mevcudu 600’e düşmüştü. şirkette esen soğuk rüzgar herkesi etkilemişti ve eskiden dostça çalışan insanlar artık kendi aralarında rekabete başlamıştı. çalışanlar birbirine selam bile vermemeye başlamıştı ve herkes son derece mutsuzdu. böyle bir ortamda disney’i disney yapan ve rakiplerinden ayıran kaliteli ve hayalgücüne hitap eden ürünler ortaya koymak hiç de kolay olmayacaktı.

1941’in ekim ayında dümbo filmi bitirildi ve piyasaya sürüldü. film önceki filmlere göre aceleyle ve düşük bütçeyle hazırlanmıştı ve filmin yapılmasının en büyük sebebi biraz para kazanıp özellikle pinokyo filminin yaptığı zararı karşılayıp borçların bir kısmını ödeyebilmekti. bütçesi 900 bin dolar olan film devam etmekte olan savaş yüzünden sadece abd’de sinemalara verilmişti ve kısa sürede 2 milyon dolara yakın hasılat elde edilmişti. bu arada aralık ayında film hala yayındayken pearl harbor saldırısı yaşandı ve abd dünya savaşına katıldı. dısney’in california’daki kampüsünün hemen yanında askeri bir fabrika vardı ve 500 kadar amerikan askerinin görevi bu fabrikayı korumaktı. bu askerlerin çoğunluğu disney’in kampüsünde kamp kurunca şirketin işleyişinde bazı aksamalar olacaktı.

iş bu kadarla da kalmıyordu. amerikan hükümeti disney’in bazı filmler yapmasını istiyordu. bu filmlerden bazıları kısa reklam ve propaganda filmleriyken bazıları da askerlere izletilecek olan eğitim filmleriydi. hatta sivil vatandaşlara vergilerin önemini anlatan kısa filmler ve anti-nazi propagandası yapan animasyonlar da mevcuttu. walt disney devlet için çalışmak istemiyordu ve yapılan işlerin çoğunun kar getirmeyeceği ve masraflarını ancak çıkartacağı da biliniyordu. buna rağmen disney bu projeleri kabul etti çünkü bu projelerle şirket kendi reklamını yapabilirdi ve savaş ortamında ne bir banka bu tür projelere karşı çıkardı ne de vatanına hizmet ettiğini düşünen çalışanlar işini ciddiye almamazlık yapardı. şirket sonradan bu projelerin bazılarında görev aldığı için pişman olacaktı çünkü devlet sipariş verdiği tüm projelerin parasını ödemeyecekti.

bu arada disney’in yıllardır üzerinde çalıştığı ve 1,7 milyon dolar akıttığı bambi filmi zar zor da olsa bitirilmişti ve 1942 yılında sinemalarda yayınlanmaya başlamıştı. film tam da olabilecek en kötü zamanda piyasaya sürülmüştü çünkü hem ülkede en büyük gündem maddesi savaş olmuştu hem de piyasaya (çoğu savaş filmi olmak üzere) çok sayıda film vardı. üstelik yıllardır bu proje üzerinde çalışmaktan bıkmış olan walt disney filmden bir çok sahneyi keserek uzunluğunu %20 kadar düşürmüştü. en büyük eleştirilerinden biri “bir çizgi film için fazla gerçekçi ve fazla dramatik, eğer gerçekçilikten çıkmayacaksak ve fantazi dünyasına girmeyeceksek normal film yerine çizgi film yapmanın ne anlamı kaldı ki?” olan film toplamda 1,6 milyon dolar hasılat yapmıştı ve zarar etmişti. yine de zarar pinokyo’da olduğu kadar büyük olmadığı için walt disney çok da şikayet etmiyordu.

bu arada geçen sene gittiği güney amerika’dan bazı kontratlar koparan disney, saludo isminde ispanyolca çizgi film serisini çekmeye başlamıştı. bu çizgi filmler genelde 5-10 dakikalık kısa skeçlerden oluşuyordu ve şirkete az da olsa para getiriyordu. bu filmlerde yapılan anti-nazi propagandasının amacı da o dönemde nazi almanya’sıyla iyi ilişkiler içinde olan bazı güney amerika devletlerindeki nazi etkisini azaltmaktı. dısney 1943’te 45 dakikalık bir saludo filmi yapıp güney amerika’dan daha fazla para kaldırmayı planlıyordu. bu filmin sponsoru o dönemde güney amerika ile iş ilişkileri kurmaya çalışan ve bölgeyi daha iyi tanımak isteyen rockefeller vakfıydı. bu da filmin zarar etme ihtimalini düşüren bir etkendi. film abd’deki eleştirmenler tarafından topa tutulsa da güney amerika’da inanılmaz bir popülarite kazanmıştı ve disney şirketi bu filmden az da olsa kar etmeyi başarmıştı. işin ilginç tarafı, bu filmden sonra daha önce çekilen dümbo gibi diğer disney filmleri de güney amerika’da sinemalarda oynamaya başlamıştı ve bu filmlerden de ekstra gelir elde edilmişti.

walt disney o ana kadar hiç yapmadığı yeni bir şey denemek istiyordu. alexander de seversky isminde emekli bir rus havacı nazilerin sadece uzun mesafeli bombardıman uçaklarıyla yapılacak olan stratejik bombardıman sonrası yenilebileceğine dair bir teori ortaya atmıştı ve bu teorisini “victory through air power” ismindeki kitabında açıklamıştı. walt disney bu kitaptan çok etkilenmişti ve bunu çizgi-belgesel haline getirmek istiyordu. abd devleti bu filme soğuk bakıyordu çünkü hesaplamalara göre bu kitapta anlatılan gibi bir bombardıman uçağının piyasaya sürülmesi en az 1945’i bulacaktı ve elde bu tür bir uçak yokken halkın böyle bir beklentiye sokulması tehlikeli olabilirdi. walt bu film için bir sponsor bulamamıştı ve bu film finansal olarak öldükça riskliydi çünkü filmin yapımı bitmeden savaş biterse tüm çabalar boşa gitmiş olacaktı.

alexander de seversky ile anlaşan disney, kitapla aynı ismi taşıyan filmi hazırlamak için hummalı bir çalışma başlattı. bu filmin bitmesini istemeyen devlet disney’i meşgul tutabilmek için proje üstüne proje siparişi veriyordu ama disney bu projeye karşı obsesyon duyduğu için geceleri gizlice çalışıyordu. belgeselin bir kısmı animasyon şeklinde bir kısmı gerçek videodan oluşacaktı ve gerçek videodan oluşan kısımlarda alexander de seversky oynayacaktı. bu film 17 temmuz’da sinemalarda gösterime girdiğinde askeri çevrelerde o kadar büyük etki yarattı ki o zamana kadar deniz kuvvetlerinin içinde bir birim olan abd hava kuvvetlerinin 1947’de ayrı bir kurum olarak kurulmasında büyük bir rol oynamıştır. filmi izleyenler içinde en önemli kişiler şüphesiz abd başkanı roosevelt ile ingiliz churchill ikilisiydi.

herşeye rağmen bu film de gişede istenen etkiyi gösterememişti ve şirket bu filmden de zarar etmişti. bu film walt disney’in 2. dünya savaşı devam ederken yaptığı son film oldu ve 1945’te savaşın bitişine kadarki 2 yıllık dönemde başka film gelmedi. bu sürede devletten aldığı ihalelerle eğitici filmler ve propaganda reklamları üreten disney bu projelerin çoğunu masrafına yapıyordu ve hiçbirinden kar elde etmiyordu. bu da şirkete yatırım yapan bankaları yeniden küplere bindirecekti. dısney sonunda hem para getirecek hem de yapımı yıllarca sürmeyecek bir alan keşfetti: reklamlar. 1940’li yıllarda amerikalılar evlerine tv almaya başlamıştı ve büyük şirketler tv’lere reklam vermeye başlamıştı. ford, coca cola, pepsi gibi ülkenin önde gelen firmaları disney ile reklam anlaşmaları yapmaya başladı ve mickey farenin unu ürün satmak için kullanılmaya başlandı.

açıkçası walt disney bu reklam projelerinden hiç keyif almıyordu ve bunları sadece savaş bitene kadar şirketi batmaktan kurtarmak için kabul etmişti. savaş biter bitmez dünya eski haline dönünce o da reklam yapmayı bırakacak ve eskiden olduğu gibi animasyon filmlerine odaklanacaktı. 1945 yılında uzun zaman sonra piyasaya çıkan ilk disney filmi güney amerika’da çekilen “the three caballeros” oldu. bu filmde donald duck ile 2 güney amerikalı karakter (brezilyalı papağan çarıoca ve meksikalı horoz pistoles) başrolü paylaşıyordu. aynı anda abd’de ve latin amerika ülkelerinde yayınlanan film abd’de fazla ilgi görmese de latin amerika ülkelerinde müthiş bir ilgiyle karşılaştı ve masraflarını 10 haftada çıkartıp sonraki haftalarda kar elde etti. bu filmin yardımıyla disney şirketi 1945’i karla kapatmıştı.

1946 yılı disney için müthiş bir yıl olacaktı çünkü şirket fazla emek harcamadan eşek yüküyle para kaldıracağı yeni bir kaynak keşfetmişti: son 10 yılda sinemada yayınlanan disney filmleri törpülenip biraz da modernizasyondan geçirildikten sonra yeniden sinemaya verilecekti ve elde edilen hasılatın tamamına yakını kar olarak kalacaktı. örneğin ikinci kez yayına sürülen pamuk prenses’in elde ettiği hasılat bir çok yeni filmin ilk seferdeki hasılatını geride bırakacaktı ve buradan gelen paralarla bank of amerika’ya olan 4,5 milyon dolarlık borç 1 milyona düşürülecekti. ilk sinemaya çıktığında çok büyük zarar eden pinokyo bile ikinci seferde şirkete para kazandırmıştı. dısney yeniden derin bir nefes almıştı. ayrıca savaşın bitmesiyle avrupa pazarı yeniden açılmıştı ve bundan sonra yapılacak filmler aynı anda abd, avrupa ve latin amerika’da piyasaya sürülebilecekti.

1946 yılında biraz da aceleyle yapılan ve hızlıca yayınlanan make mine music adlı müzikal eleştirmenlerin çok sert tepkisini çekmişti. dısney bu filmi yayınlamadan kısa süre önce kurumsallaşmıştı ve şirkete bankalar tarafından 2 genel müdür atanırken walt disney de 9 kişilik direktörler grubu atamak zorunda kalmıştı. artık şirketin yönetimini paylaşmak zorunda kalan walt disney kaliteye eskisi kadar önem veremez haldeydi çünkü ne zaman başkalarının bir fikrini veto etse direktörler onun bir fikrini veto ederek karşılık veriyordu. veto savaşı sonunda hiçbir proje bitmeyecek ve şirket yeniden krize girecek gibi gözükmüştü. bu yüzden hızlıca piyasaya sürülen make mine music projesi disney’in diğer projelerinden kalite olarak çok aşağılardaydı. tüm eleştirilere rağmen film sinemalara epeyce seyirci çekmeyi başarmıştı. sonuç olarak film kar getirmişti.

walt disney uzun metrajlı orijinal filmler üretmek istiyordu ama bankalar ve yatırımcılar bunun için ödenek vermekten çekiniyordu. bu dönemde eski filmlerden sahneler ve bölümler kesip & yapıştırılarak (copy paste) yamalı bazı kısa filmler piyasaya sürülmeye başlandı. walt disney salvadore dalı ile tanışmıştı ve onun soyut sanatından etkilenip ortak iş yapmak için kollarını sıvamıştı ama projenin ortasında bankadan veto gelince bu proje tamamlanamamıştı. iş bununla da kalmamıştı ve artık büyük film firmaları çizgi film stüdyolarına para akıtarak epeyce bir rekabet ortamı oluşmasına sebep olmuştu. dısney olanlardan o kadar usanmıştı ki şirketi de işi de bırakıp atom fiziğine de lanet okumak istiyordu. eğer istediği gibi film yapamayacaksa ve herşey ticari kaygılar gözetilerek yapılacaksa kendi şirketini kurmuş olmasının hiçbir anlamı yoktu ve 30 yıldır yaptığı herşey boşunaydı.

dısney ile rakip şirketler arasında bazı farklar mevcuttu. rakip şirketlerin çoğu aslında film şirketiydi ve çizgi filmler sadece yan ürün olarak görülüyordu. dısney’de ise çizgi filmler ana üründü. dısney’in ürettiği çizgi filmlerde çok büyük bir ekip çalışması vardı. örneğin her çizgi filmde senaryo ekibinde 4-5 kişi, çizim ekibinde 4-5 kişi, animasyon ekibinde 4-5 kişi, seslendirme ve müzik ekibinde 4-5 kişi çalışırken rakiplerin ürettiği çizgi filmlerde tüm projede toplam 3-4 kişi çalışıyordu. dısney’de senaryodaki ayrıntıları konuşmak için toplantı üzerine toplantı yapılırken rakiplerde senaryoyu bir kişi yazıyor ve bir müdür onaylıyordu. rakiplerin çizgi filmleri daha ucuzdu ve daha hızlı üretiliyordu. en önemli farktan bahsetmek gerekirse disney’in çizgi filmlerinde ince mizah ve göndermeler mevcutken rakiplerin ürettiği çizgi filmlerde aşırı derecede şiddet ve vahşet kullanılıyordu (örneğin tom ve jerry) ve senaryonun zayıflığı bu şekilde bir mizah türüyle kapatılmaya çalışılıyordu.

1946’nin sonunda disney’in yeni filmi olan song of the south geldi. bu projede aynı yıllar önce alice in wonderland’de olduğu gibi gerçek video ile çizgi film harmanlanmıştı. çizgi film arka planında hareket eden gerçek karakterler sayesinde animasyon masrafları kısılmış ve film daha ucuza getirilmişti. abd’nin güney eyaletlerinde geçen hikayede zenci ve beyaz karakterler vardı. o dönemde beyazlar ve zenciler arasındaki sürtüşmeler oldukça yüksek seviyede olduğu için film de oldukça tartışma çekeceğe benziyordu. yine o dönemde özellikle güney eyaletlerinde beyazlarla zenciler farklı sinema salonlarına gittiği için filmin her iki sinema salonuna gönderilen versiyonunda da iki taraftan biri alınmasın diye bazı sahneler kesilecekti.

filmdeki bir çok ayrıntı hem beyazların hem siyahların tepkisini çekse ve protestolara sebep olsa da sonunda film 1 milyon dolarlık masrafın ardından 3,3 milyon dolar hasılat elde etti ve disney’in ekonomik durumu epeyce iyileşti. şirket uzun zamandır hiçbir filmde bu kadar kar edememişti ve walt yeniden geleceğe umutla bakmaya başlamıştı.

1947 ile 1950 arasındaki dönemdeki projelerde pek başarı elde edemeyen disney şirketi yeniden para kaybetme ve zarar evresine girmişti ve 1950’ye gelindiğinde şirketin hayatta kalıp kalamayacağı yine belli değildi. walt disney artık eski coşkusunu kaybetmişti ve her ay çeşitli bahanelerle şehir veya ülke dışına çıkıp ya tatil yapıyordu ya da başka şeylerle ilgileniyordu. 1950’de şirket 2 projeyi piyasaya sürecekti ve bunların da başarısız olması halinde şirketin satılması gündemdeydi. bu iki projeden biri 3 yıldır üzerinde çalışılan çinderella anımasyonuydu ve diğeri de şirketin tarihinde içinde animasyon olmadan çektiği ilk normal film olan treasure ısland’di.

bir korsan hikayesi olan treasure ısland beklenenden çok daha fazla ilgi görmüştü ve 4 milyon dolar hasılatla beraber 2,5 milyon dolar kar getirmişti. bundan sonra bir çok insan disney’in çizgi film ve animasyon yapmayı bırakıp sadece normal filmlere yoğunlaşacağını düşünüyordu. bu endişeler çinderella’nın 8 milyon dolar hasılat yapmasıyla son buldu. üstelik bu rakama satılan lisanslı ürünler dahil değildi. böylece 1950’deki iki film disney’i kurtarmıştı ve şirket bir kez daha iflasın eşiğinden dönmüştü.

walt disney amerikalılar’a ve dünya’nın geri kalanındaki insanlara günlük hayatlarından kaçıp kurtulabilecekleri ve kısa süreliğine de olsa tüm dertlerini unutabilecekleri bir fantazi dünyası yaratmıştı ve insanlara çizgi film veya animasyondan ziyade başka hiçbir yerde tadamayacakları eşsiz bir deneyim pazarlamıştı. sırada bunu bir adım öteye taşımak vardı. dısney insanların sadece uzaktan izleyeceği değil aynı zamanda içinde gezebileceği ve parçası haline gelebilecekleri bir fiziki bir fantazi dünyası yaratmak istiyordu. ikinci dünya savaşından çıkan abd müthiş bir refah toplumu haline gelmişti ve bununla beraber toplumun tüketim toplumuna dönüşmesi müthiş bir ivme kazanmıştı. insanlar zenginliğe ve refaha kavuşmasına kavuşmuştu ama bunun tadı uzun sürmedi çünkü sıcak savaş yerini soğuk savaşa bırakmıştı.

ülkenin her yerinde ortaya çıkan yeni kara yolları ve havayolu şirketleri ulaşımı kolay hale getirirken milyonlarca eve girmeye çalışan televizyon ve diğer teknoloji ürünleri de iletişimi kolay hale getiriyordu. dısney’in yeni fikri disneyland ismiyle bugün bile tüm dünyada ün yapan bir park kurmaktı. aslında en başta planlanan o kadar da büyük bir şey değildi. walt disney’in orijinal planına göre parkta ufak bir trenle dolaşan misafirler içinde disney filmlerinden sahnelerin tablolarının bulunduğu bir alanı turlayacaktı ve çıkışta da hediyelik eşya satan bir dükkandan alışveriş yapacaklardı. yani disneyland’ın orijinal fikrine disney müzesi demek daha uygun olacaktı.

zaman içinde fikir ilerledikçe ve geliştirildikçe tabloların yerini biblolar, heykeller ve hareketli animasyonlar alacaktı. walt disney küçükken çiftlikte yaşarken arada sırada köye gelen karnavallarda çeşitli aktivite ve eğlenceler olurdu. aynı zamanda portatif lunaparklar kurulurdu ve çocuklar çeşitli oyuncaklara binerek eğlenirdi. walt disney bu proje üzerinde düşündükçe bu karnavalları ve fuarları düşünüyordu.bir süre sonra projeye opera evi, tiyatro ve sinema salonu da eklendi. walt proje üzerinde düşündükçe yeni fikirler ediniyordu ve yeni fikirler edindikçe proje üzerinde daha da çok düşünüyordu. artık şirketin film projelerini müdürlerine paylaştıran walt sadece bu projeye yoğunlaşmaya başladı. sonunda ortaya bir ailenin çocuklarıyla gelip günlerce kalsa da sıkılmayacağı bir proje çıkacak gibiydi. en başta ufak bir park olarak başlayan proje şimdi ufak bir kasabaya dönüşmüştü.

walt disney bu fikre kendini o kadar çok kaptırmıştı ki los angeles’ın dışında sahip olduğu bir evin 2 dönümlük arazisine portatif bir tren yolu inşa ettirmişti. bu tren yoluna da akülü araba boyutunda vagonları olan ufak bir tren yaptırmıştı. artık walt’in en büyük eğlencesi bu araziye giderek araziyi içine zar zor sığdığı minyatür trene binerek turlamaktı. ortaya matrak bir görüntü çıkıyordu ama walt bunları pek takmayıp eğlencesine bakan biriydi.

dısneyland projesi kelimenin tam anlamıyla kapalı kapılar ardından yürütülen gizli bir projeydi. walt disney projeyle ilgili tüm fikirlerini ve çizimlerini şirketin gizli odalarından birinde saklıyordu çünkü rakiplerinin fikrini çalmasından çok bankaların bu fikri aptalca bulup bloke etmesinden korkuyordu. ilk kez fikri hanımına anlattığında hanımı “yetişin komşular, kocam kafayı yedi” benzeri bir tepki vermişti. walt resmen los angeles’ın dibinde sıfırdan yeni bir şehir kurmaktan bahsediyordu ve şirketin bunu gerçekleştirebilecek kaynağı hiçbir şekilde yoktu. walt’in buna cevabı projeyi daha da çılgın hale getirmek oldu. walt’in projeye yeni eklediği şeyler kanoyla gezilecek yapay gol, içine tırmanılabilecek büyüklükte uzay mekiği maketi ve yine aynı büyüklükte bir denizaltı maketiydi. çılgın proje giderek daha da çılgınlaşıyordu.

o ana kadar hiç park yönetmemiş olan walt disney bundan sonra oldukça uzun bir iş gezisine çıktı ve ülkenin çeşitli şehirlerindeki festivalleri, karnavalları, parkları, müzeleri, hayvanat bahçelerini ve benzer kurum ve mekanları gezerek sayfalarca not aldı ve yeni fikirler edindi. proje gittikçe şekilleniyordu ve proje şekillendikçe walt daha da hevesleniyordu. walt kişisel servetinin önemli bir kısmını bu projeye ayırmıştı. kendisi bununla da kalmamıştı ve disney şirketinden farklı bir şirket kurarak projeyi bu şirkete vermişti. böylece bankalardan ve onların disney şirketine atadığı yöneticilerden de kurtulmuş olacaktı. en başta 3 dönüm arazi üzerine çizilen proje planı kısa süre içinde 7 dönüme yükselmişti ve bu da yetmeyecek gibiydi. projenin çizimi bitip inşaatına başlandığında proje için 85 dönümden fazla bir alan ayrılacaktı.

proje bu kadar büyüyünce walt disney’in kişisel serveti de yetmeyecekti ve her halükarda çebi bol bir sponsor bulunması gerekecekti. walt projeyi planlarken ise “sonsuz param, imkanım ve kaynaklarım olsa nasıl bir proje çizerdim” diyerek girişmişti ve proje bittikten sonra da projeyi evladı gibi görüp hiçbir parçaya kıyamamıştı. eline proje çantasını alıp bankaları kapı kapı dolaşmaya başlayan walt, bir yerlerden para geleceğini biliyordu ama nereden geleceğini bilmiyordu.

o dönemle ilgili ilginç bir istatistik paylaşmakta fayda var. 1950’de abd’de 4 milyon evde televizyon vardı. ertesi yıl bu rakam 10 milyona fırladı ve 1952’de 15 milyon evde televizyon vardı. bu rakam o kadar hızlı büyüyordu ki 1955’e gelindiğinde abd’deki televizyonlu ev sayısı 30 milyonu geçerken 1960’da 46 milyona ulaştı. işte evlerde tv kullanımı bu kadar hızlı bir şekilde büyürken disney’in büyük ölçüde sinema salonlarına bağımlı kalması yanlış ve eksik olacaktı.

diğer film şirketleri ve stüdyoları yükselen televizyon trendini bir tehdit olarak görürken disney bunu bir fırsat olarak görüyordu. yıllardır bir sürü kısa ve uzun metrajlı anımasyon çeken disney’in elinde ciddi miktarda arşiv oluşmuştu ve zamanında sinemada yayınlanmış bu arşivdeki filmler tv kanallarına satılıp neredeyse hiç ek masraf yapmadan temizinden kar sağlanabilirdi. üstelik sinemaya gitme alışkanlığı olmayan ama televizyon izleyen insanlar bu sayede ilk kez disney’in yaptığı işlerle tanışmış olacaktı.

dısney abd’nin önde gelen tv kanallarından abc ile anlaşmıştı. buna göre abc haftada bir 1 saatlik disney programının yanısıra haftada 5 gün 15 dakikalık bir disney programı yayınlayacaktı. bu programlarda bazen eski disney videoları gösterilirken bazen yeni videolara yer verilecekti. abc’nin disney’e ödeyeceği miktara gelince walt disney ortaya ilginç bir fikir attı: “inşa etmeyi planladığımız disneyland’a sponsor olun ve bu programları bedavaya yapalım.” abc yöneticileri hayatlarında ilk kez disneyland’ın ismini duyuyordu ve disney ile abc arasında aylar süren toplantılar ve pazarlıklar başladı. bu toplantılar sonucunda abc disneyland projesine epeyce umutla bakıyordu. öyle ki kendileri tarafından disney’in kanal için hazırlayacağı bazı çocuk programlarının disneyland’da çekilip yayınlanacağı fikri bile ortaya atılmıştı.

dısney’in bu işten kazancı abc tarafından inşa edilecek olan disneyland ve yine abc’deki tv programları sayesinde disneyland’ın sürekli bedavaya reklamının yapılacak olmasıydı. o sıralarda abc’nin de öyle çok parası yoktu ama oradan buradan 5 milyon dolar borç bularak disney’e bu parayı vermişlerdi ve disneyland’ın hayata geçirilmesini sağlamışlardı. walt disney pamuk prenses projesinden beri hiç bu kadar mutlu olmamıştı ve yıllar sonra yeniden eski neşeli günlerine geri dönüş yapmıştı.

daha disneyland’ın inşaatı bitmeden disneyland bünyesindeki dükkanlar, restorantlar ve diğer binalar 3’er 5’er yıllığına kiralanmıştı ve gelen kira gelirleri disney’in elini epeyce rahatlatmıştı. dısney bu olayda henüz inönü stadı bitmeden sonraki sezonlar için kombine bilet satıp kulübüne nefes aldıran fikret orman gibiydi. abc de bu projeden pek zararlı çıkmayacaktı. daha ilk bölümden itibaren %50’ye yakın rating kazanan disney programı özellikle çarşamba akşamlarını domine etmişti ve büyük şirketler bu programa reklam verebilmek için birbirleriyle yarışıyordu. dısney’in programındaki reklam seansları aylar önceden dolmuş oluyordu. abc bunun üzerine disney’in programını tekrar şeklinde haftada birden fazla sefer yayınlamaya başladı ve çoğu zaman programın tekrarı bile reytinglerde ilk 3’e girmeyi başarıyordu. programın 3 defa tekrar gösterildiği bir haftada rating’lerde birçok zaman ilk 3 sırada bu program vardı. işin ilginç tarafı disney’in programları sırasında oynayan bir çok reklamı da disney çekmişti ve disney her türlü para kazanmaya devam ediyordu.

bu arada abc kanalında haftada 5 gün yayın yapan “the mickey mouse club” adli yeni bir program başlamıştı ve böylece kanalda haftanın her günü disney programları yayınlanır olmuştu. bu programın ilk sezonunu 10 milyon çocuk ve 5 milyon yetişkin düzenli olarak izlemişti. dısney bu programdan pek kar etmiyordu ve sadece masraflarını çıkartıyordu ama onun için bu programın görevi para kazanmaktan çok disneyland’ın reklamını yapmaktı. bu sırada disney yeni bir gelir kapısı keşfetti. o ana kadar çıkan disney filmlerindeki ve disney çocuk programlarındaki şarkılar albümler haline getirilip satılacaktı. bu albümler beklenenin de üzerinde satmıştı ve şirket için para basma makinesi gibi işliyordu.

dısneyland inşa edilirken walt disney aynı filmlerde olduğu gibi titizlik gösteriyor ve en ufak ayrıntılara bile takıntılı bir şekilde ilgi göstermişti. walt’in bu inadı yüzünden en başta bütçesi 6-7 milyon dolar olarak belirlenen inşaat toplamda 17 milyon dolara malolmuştu. bu maliyetin önemli bir kısmı walt’in fikir değiştirmelerinden veya tatmısızlığinden kaynaklanıyordu. parkın bir çok öğesi tekrar tekrar inşa edilmiş, defalarca düzeltmelere uğramış ve en ufak ayrıntıların üzerinde bile haftalarca durulmuştu. mesela bir ağacın yaprakları bir patikanın görüş mesafesini azaltıyorsa o yapraklar kırpılmıştı veya ağaç 1-2 metre geriye çekilmişti.

parkın açılışı her anlamda çok büyük bir olay olmuştu. parkın kapasitesi 15 bin kişiydi ve açılış günü için 15 bin bilet basılmıştı. biletlerin önemli bir kısmı karaborsaya düşmüştü ve bazı bölgelerde sahte bilet satan satıcılar ortaya çıkmıştı. sahte biletlerle beraber toplam 23 bin bilet satıldığı için içerde müthiş bir izdiham vardı ve ortam ana baba günü gibiydi. açılış televizyonlarda canlı yayınlanırken abd’nin mevcut nüfusunun yarısı açılışı izlemişti. arada izdihamdan dolayı bazı aksaklıklar yaşansa da o gün walt disney’in belki de en mutlu günüydü.

ilk haftası sonunda 150 bin biletli ziyaretçiyi geçen disneyland, 4. hafta sonunda 500 bin ziyaretçiye ulaştı. ilk senenin sonunda 3,5 milyon kişinin ziyaret ettiği park ziyaretçi sayısı olarak abd’nin en popüler milli parkları olan büyük kanyon, yellowstone ve yösemite’yi geride bırakmıştı. söylenenlere göre 1956 yılında los angeles’ı ziyaret eden her 2 turistten biri disneyland’ı ziyaret etmeyi ihmal etmemişti. park açıldıktan 2,5 sene sonra 10 milyonuncu ziyaretçi parka giriş yapmıştı.

walt disney de parkın açıldığı günden itibaren parka taşınmış gibiydi. her gün sabahın erken saatlerine eline aldığı not defteriyle parka gelen disney bütün gün parkı dolaşıp not tutuyordu ve sürekli parktaki belli ögeleri düzeltiyor veya geliştiriyordu. bir keresinde aklına bir fikir gelince gece uyuyamayan walt, sabah 4’te parka gelerek fikrini uygulamaya koyacaktı. artık walt disney neredeyse zamanının %90’ini burada geçiriyordu ve şirketin bundan sonra çektiği filmlerde kendisinin minimum etkisi vardı (patron çıldırdı). artık walt disney’in öne çıkan ünvanı “dısney’in ceo’su” olmaktan çok disneyland’ın müdürü olmaktı.

anlatılana göre 1959 yılında sscb lideri nikita kruşçev abd’yi ziyarete gelir ve ziyaret edeceği şehirler arasında los angeles da bulunmaktadır. kruşçev’e los angeles’da gezeceği mekanların listesi verildiğinde oldukça sert ve soğuk bir ses tonuyla “listede disneyland niye yok?” diye sorar. kruşçev disneyland’e alınmamıştı çünkü disneyland’e yeterince güvenlik önlemi yoktu ve disney sscb başkanının başına bir iş gelirse sorumluluk almak istemiyordu. kruşçev disneyland’ı gezemeyeceği için çok sinirlenmişti ve geziyi planlanandan daha erken bitirmişti. üstelik son konuşmalarından birinde oldukça sinirli bir ses tonuyla “abd bizimle barış ortamı değil de savaş ortamı yaratmak istiyorsa buna hazırız” gibi sözler söyleyecekti. dısneyland yüzünden az kalsın uluslararası kriz oluşacaktı.

1960’ların başlarında disneyland’den yavaş yavaş sıkılmaya başlayan walt disney yeniden stüdyosuna döndü ve çekilen filmlere yeniden karışmaya başladı. bu dönemde walt disney’in birkaç “çılgın projesi” daha vardı ama bunların bazıları hayata geçerken bazıları için fazla vakit ve kaynak kalmamıştı. walt disney’in en önemli projelerinden biri sıfırdan bir şehir kurmaktı. bu şehir disneyland’dan kat kat daha büyük olacaktı ve disney’in damak tadına göre dizayn edilen şehirde diğer şehirlerde olduğu gibi insanlar yaşayacaktı, itfaiye ve polis servisi olacaktı ve diğer şehirlerdeki her şey burada da olacaktı. bu proje hiçbir zaman hayata geçirilemedi.

dısney’in bir başka projesi de tamamen robotlardan oluşan bir tiyatro kurmaktı. robotlar insanlar gibi dinlenme ihtiyacı duymadığı ve hastalanmadığı için tiyatro oyunları 7 gün 24 saat devam edebilecekti. ilk olarak abraham lincoln’un gerçekçi bir robotunu yaptıran disney bütçe yetersizlikleri ve ilgisizlikler yüzünden projenin devamını getiremedi. gerçi günümüzde disneyland’de abraham lincoln robotu mevcut ama disney’in ilk projesi tüm abd başkanlarının robotlarını yapıp sonra da bunları tarihi tıyatrolarda oynatmaktı.

bu dönemde ford, general electric, coca cola gibi şirketler disneyland’den çok etkilenmişlerdi. bu şirketler çeşitli şehirlerde yaptıkları fuar gösterilerini dizayn etmesi için walt disney’e yüklü miktarda para ödemişti ve disney bu şirketler için geçici park ve fuarlar dizayn etmişti.

her şeye rağmen disney en eski tutkusuna geri dönmeye karar vermişti. artık yapılan filmlerle ve animasyonlarla daha yakından ilgilenmek istiyordu ve stüdyoyu eski günlerine taşımak istiyordu. son 10 yılda kendisi disneyland ile ilgilenirken disney stüdyolarında film ve animasyon yapımları devam etmişti ve her ne kadar stüdyo kar etse ve sayıca çok fazla ürünü piyasaya sürse de kalitenin düştüğü gözlemlenebiliyordu. bu arada eski filmler yeniden revize edilip piyasaya sürülmüştü ve zaman içinde disney’in yaptığı tüm filmler kar etmeyi başarmıştı. ilk sinemaya çıktığında büyük zarar eden pinokyo gibi filmler bile 1960’lara gelindiğinde defalarca sinemada oynatıldıktan sonra kar etmeye başlamıştı. böylece uzun vadede zarar eden hiçbir film kalmamıştı.

walt disney’in son büyük projelerinden biri 5 milyon dolar harcanip 50 milyon dolardan fazla ciro yapan ve sovyetler birliği’nde bile stadyumlarda gösterilen mary poppins filmiydi. bu filmden sonra disney şirketinin artık uzun süre boyunca para konusunda sıkıntı çekmeyeceği ve dünya’nın önde gelen stüdyolarından biri haline geleceği ortaya çıkmıştı. ömrü boyunca borç içinde gezen disney artık ömrünün sonbaharında ımf’ye borç verebilecek hale gelmişti. kazanılan paralar bir yana, walt disney o güne kadar yaptığı film ve animasyonlarla toplam 26 oscar ödülü kazanmıştı ve kendisi 2017 itibariyle hala bu rekorun sahibi.

her toplantıda sigara üstüne sigara içen ve gün boyunca kendisini sigarasız neredeyse hiç göremeyeceğiniz walt disney’in akciğerinde kanser ortaya çıkmıştı. kendisi henüz 60’li yaşlarının başındaydı ve kanser olmak için genç sayılırdı ama 45 yıldır sabah akşam filtresiz sigara içen birinin sağlıklı akciğerlere sahip olması da mucize sayılırdı. tam herkes disney’in şirketini satıp emekli olmasını beklerken bu lanet olası hastalık çıkıp gelmişti.

walt bu dünyadaki günlerinin sayılı olduğunu biliyordu ve bu dünya’dan göçtükten sonra şirketinin durumunun ne olacağını merak ediyordu. bir yandan geride kalanların şirketi ayakta tutup disney’i disney yapan ürünleri üretmeye devam etmesini istiyordu ama bir yandan da geride kalanların kendi ismini yeterince iyi yaşatamayacağını ve şayet kötü iş çıkartırlarsa disney’in isminin sonsuza kadar kirleneceğini düşünüyor ve endişe ediyordu. walt disney bu dünyada göçmeden en azından bir eser daha bırakmak istiyordu, o da disneyland’ın bir benzeriydi.

dısneyland abd’nin batı yakasındaydı ve müthiş bir popülarite yakalamıştı. insanlar abd’nin ve dünya’nın çeşitli yerlerinden disneyland’a gelip “hac vazifelerini” yerine getiriyorlardı. dısney ise “kolaylıklar dini” öldüğü için doğu yakasında da bir tane park açıp o yakadaki insanlara kolaylık sunmak istiyordu. walt disney en başta yeni parkı new york civarına kurmak istiyordu ama sonradan vazgeçmişti. öncelikle new york civarında araziler çok pahalıydı ve böyle bir park müthiş masraflı olacaktı. ayrıca o bölgede kış mevsimleri çetin geçtiği için park sadece yazları ve sıcak günlerde ziyaret edilebilecekti. doğu yakasında disneyland’ın bulunduğu california’dan bile sıcak olan bir yer vardı, o da florida’ydı. üstelik florida’da arazi fiyatları da oldukça uygundu.

aşağı yukarı san francisco şehri büyüklüğündeki yeni parka disneyworld ismi verilecekti. yıllar önce sıfırdan kendi şehrini kurma planları yapan disney buna ulaşamasa da kuracağı bu park tam anlamıyla bir şehir büyüklüğündeydi. los angeles’taki disneyland bu yeni parkın yanında cucuk gibi kalıyordu. açıkçası disneyworld 6 parktan ve çok sayıda otelden oluşuyordu. yani buraya park demek yerine parklar ağı demek daha doğruydu.

dısneyworld’un inşaatı gizlice sürdürülecekti. ilk yapılacak olan iş devasa büyüklükte bir arazi satın almaktı. bu hiç de kolay olmadı çünkü satın alınmak istenen arazide 100’den fazla kişi ve şirketin hissesi vardı. dısney şüphe çekmemek için kağıt üzerinde çok sayıda sahte şirket kurdu ve her şirkete arazinin bir kısmını satın aldırttı. satın alma işlemleri bitince tüm hisseler disney’e iletildi ve şirket şehir büyüklüğündeki arazinin tek sahibi olmuş oldu. tesadüf bu ya, o sırada florida eyaleti walt disney’e ulaşarak “eyaletimizde bir park kurmak ister misiniz?” şeklinde bir istekte bulunacaktı ve walt buna cevap vermek yerine “önümüzdeki 6 ay boyunca çok yoğunum, isterseniz bu konuyu seneye görüşelim” diyerek konuyu geçiştiriyordu.

aynı günlerde özel uçak satın alan walt disney’in sürekli çeşitli bahanelerle florida’ya uçması şüphe çekmeye başlamıştı. sonunda yerel gazeteler walt disney’i gizlice takip ederek de olsa durumu ortaya çıkartmıştı ve sır çözülmüştü. sonunda basın toplantısı yapan disney parkın 3 sene içinde bitirileceğini ve gelmiş geçmiş en büyük park olacağını ilan etti. florida halkı ve devleti oldukça heyecanlanmıştı çünkü florida park yapıldıktan sonra eyalete gelecek turist sayısında ve vergi gelirlerinde %50’ye yakın artış bekliyordu.

walt disney’in aslında bambaşka planları vardı ve bu konuda hala sırrını paylaşmış değildi. çocukluğu çiftlikte geçen ve sonradan büyük şehire taşınan walt hiçbir zaman büyük şehir hayatına adapte olamamıştı. kendisi trafik, hava kirliliği, gürültü kirliliği, yüksek suç oranları derken bir insanın gönüllü olarak neden büyük şehirde yaşadığına anlam veremiyordu. dısney kuracağı küçük bir şehirle beraber sosyal deney yapmak istiyordu. eğer bu deney başarılı olursa ilerde kurulacak şehirlere ve şehirleşmesi devam eden yerlere ışık tutabilirdi. walt disney’in hayalinde arabaların olmadığı, insanların yürüyerek, bisikletle veya toplu taşımayla yolculuk ettiği, her evin kendi kullandığı enerjiyi ürettiği ve kendi kendine yeterli olduğu bir şehir kurmak vardı. şehrin nüfusu en başta 20 bin olacaktı ve zaman içinde deney ilerledikçe 100 bin nüfusa ulaşacaktı.

yani walt disney gerçek hayatta sim city oynamaya karar vermişti ve park yerine bir şehir simülasyonu kurmayı planlıyordu. o gelecek nesillere insanların mutlu ve huzurlu olacağı şehirleşme biçimleri konusunda bilgi ve tecrübe bırakmak istiyordu. walt disney en büyük hayalinin gerçekleştiğini göremeyecekti ve orlando’daki park henüz plan aşamasındayken dünyaya gözlerini yumacaktı. dısney’in ölümünden 5 yıl sonra 1971’de orlando’da açılan disneyworld harika bir park olmuştu ama disney’in hayali olan şehir simülasyonu fikri gerçekleşmemişti. kendisinin vefat ettiği gün abd’de yaş tutulacaktı ve bir çok yerde bayraklar yarıya inecekti.

günümüzde disney çeşitli ülkelerde büyümeye devam eden film stüdyoları, tv kanalları, parklar, tur gemileri, oteller işletirken oyuncaklar, bilgisayar oyunları ve onlarca çeşit ürün üretiyor ve şirket 170 milyar dolarlık piyasa değerine sahip.