TARİH 25 Ocak 2021
73,9b OKUNMA     613 PAYLAŞIM

Çayınızı Kahvenizi Alın Gelin: Mustafa Kemal'i Samsun'a Gerçekten Vahdettin mi Gönderdi?

Son padişah Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa'yı gerçekten de bir direniş hareketi başlatması için mi Samsun'a yolladı? Zaman zaman ortaya atılan bu iddiayı net bir şekilde açıklığa kavuşturalım.

"mustafa kemal'i anadolu'ya vahdettin gönderdi" deyişi komple tarihi çarpıtma, yalan olmasa bile dezenformasyon ve muzır neşriyat dahilinde. gelin birlikte açalım dosyayı ve birlikte karar verelim, kim haklı kim haksız.

5. Murat'ın torunu Kenize Murad, Aralık 2019'da "Mustafa Kemal'i Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak üzere Anadolu'ya Vahdettin gönderdi" şeklinde bir iddiada bulunmuş ve ardından bu konu Ekşi Sözlük'te tartışılmıştı. Bu yazı da bu iddialar üzerine kaleme alınmış, bir nevi cevap yazısı niteliği taşıyor.

bu konuyu ele alabilmemiz önce filmi biraz geriye sarmamız lazım. mustafa kemal paşa ve vahdettin arasındaki ilişki 1917'de, daha vahdettin tahta çıkmadan önce başlıyor.

aralık 1917 de alman imparatoru kayzer ii. wilhelm osmanlı padişahı mehmet reşad'ı ülkesine davet eder. bu davet bir nevi iade-i ziyaret tadındadır çünkü kayzer wilhelm bu davetten 2 ay önce ekim 1917 ortalarında istanbul'u ziyaret etmiştir. bu ziyaretin görüntülerini trt 2'de yayınlanan tarihin ruhu isimli belgeselin 15. bölümünde izleyebilirsiniz.

tarihin ruhu - kayzer wilhelm'in ziyareti


neyse efendim, kayzer bizim padişahı davet etmesine eder fakat yaşlı padişah bu uzun ve yorucu seyahati gerçekleştiremeyecek kadar hastadır (bkz: prostat). bu yüzden padişahı temsilen onun yerine almanya seyahatine veliaht şehzade vahdettin in gönderilmesine karar verilir.

öte tarafta ise mirliva mustafa kemal paşa 37 yaşlarında, genç ve çanakkale cephesinde kazandığı şöhretle herkes tarafından tanınan ve bilinen yetenekli bir subaydır. ancak kendisi o sıralarda bulunduğu suriye cephesinden yani yıldırım orduları denen 7. ordudan, ordu komutanı falkenhein ile anlaşamadığı için istifayı çakmış ve istanbul'a dönmüştür. tabi böyle şöhretli ve genç bir paşanın savaş tüm şiddetiyle devam ederken istanbul'da boş boş dolaşması söylentilere ve fısıldaşmalara yol açacağından enver paşa'nın aklına vahdettin ile birlikte seyahate göndermek gelir.

böylece enver paşa bir taş ile iki kuş vuracak, hem mustafa kemal paşa'yı istanbul'dan uzaklaştıracak hem de almanya'da görecekleriyle, alman-türk ittifakına sıcak bakmayan ve alman mareşallerin savaşı idare şekillerini beğenmeyen mustafa kemal paşa'yı da ikna edebileceğini düşünmektedir.

vahdettin ve mustafa kemal paşa ilk kez bu seyahatin hazırlıkları için 13 aralık 1917'de karşılaşırlar. 15 aralık'ta ise almanya'ya yola çıkarlar.

atatürk vahdettin ile olan ilk karşılaşmalarında onu, "zavallı, bedbaht, merhamete muhtaç" olarak tanımlar ve "bu zavallı yarın padişah olacak bundan memleket için ne beklenebilir ki?" der.

15 aralık'ta mustafa kemal paşa'nın treni gardan kalkar ve bir süre sonra vahdettin m. kemal paşa'yı yanına çağırtır. paşa da geleceğin padişahını yakından tanıyacağı için memnun olur ve gider. odada vahdettin paşa'ya, "sizi tanımıyordum. aslında anafartalar'da ve arıburnu'nda önemli işler yapmış bir paşasınız. gazetelerde isminizi sıkça duydum. beraber seyahat edeceğimiz için çok memnunum der. sohbetin sonunda atatürk kendi odasına geçtiğinde vahdettin ile ilgili düşünceleri bir nebze değişir. daha önceki ebleh görünüşünün altında istanbul'da dikkat çekmemek amacı olduğunu ve memleketin dışına çıkınca gerçek kendi kimliğine kavuştuğunu düşünür ve "ben bu adama ülkenin zor durumunu anlatabilir, yapılacak işler için faliyete geçirebilirim" der.

ziyaret sırasında bir ara yabancı gazetecilere mülakat verilir ve paşa da veliahtın verdiği cevapları pek makul bulur. sonrasında yalnız kaldıkları bir anda vahdettin paşa'ya, ne yapmalıyım diye sorar. paşa da osmanlı tarihindeki örnekler sizi korkutabilir, bunda haklısınız ancak şimdi size bir şey söyleyeceğim ve kabul ederseniz hayatımı size ortak edeceğim der.

- burada (almanya'da) gördünüz ki hanedan ailesinin hepsinin bir işi vardır. siz de uzak kalmayın. istanbul'a dönünce bir ordunun kumandanlığını isteyin, ben de sizin kurmay başkanınız olurum.

vahdettin "bana bu görevi vermezler" deyince, paşa "siz isteyin" der, cevap olarak vahdettin düşünürüz der ve yola devam ederler.

daha sonraları vahdettin anılarında bu geziye dair; m. kemal paşa'yı parlak bir zekaya sahip, yükseklere çıkma tutkusu olan ve enver paşa'ya sınırsız nefret duyan biri olarak tanımlar.

bu seyahat 21 gün sürer ve istanbul'a dönerler. ancak dönüşte m. kemal paşa hastalanır (bkz: böbrek iltihabı) ve önce viyana'ya ordan da kaplıcalarıyla ünlü karlsbad'a geçer. vahdettin'in tahta çıkış haberini burada alır.

3 temmuz 1918 de abisi mehmet reşad vefat edince tahta vahdettin çıkar. yine tarihin ruhu belgeselinde kendisinin kılıç alayının görüntüleri mevcuttur.

son kılıç alayı


m. kemal paşa ise vahdettin'in tahta geçtiğini 5 temmuz da karlsbad'da yanına gelen izmirli bir ahbabından öğrenir ve derhal bir tebrik telgrafı çeker. sonrasında ise gelen emirle 2 ağustos'ta istanbul'a döner. 5 ağustos'ta ise vahdettin'in karşısına çıkar. sarayda nazikçe kabul edilir ve hatta vahdettin paşaya sigara ikram eder.

daha sonra ise ona, işlerin kötü gittiğini, başkumandanlığı enver paşa'dan alıp (enver paşa başkumandan vekiliydi) bizzat üstlenmesini ve kendisini de kurmay başkanı yapmasını söyler. vahdettin orduda sizin gibi düşünen başkaları da var mı der, paşa da vardır der ve vahdettin düşünelim deyip konuyu kapatır, görüşme sona erer.

bundan sonra 9 ağustos'ta ve takip eden günlerde birkaç kez daha görüşürler ancak hep sonuçsuz kalır. en sonunda vahdettin, iyi hoş konuşuyoruz da benim öncelikli hedefim istanbul'u doyurmaktır halk açtır minvalinden bir şeyler söyler. paşa da bunu halkın desteğini kazanmak olarak algılar. doğru düşünüyorsunuz ancak sadece istanbul'la olmaz, vatanın geri kalanı da tehlikede gibisinden laflar eder. bunun üzerine vahdettin ben talat ve enver paşa ile görüştüm, gerekli tedbirler alınacak der. yani kısacası atatürk'e sen hayırdır demeye getirmektedir. oysaki birkaç ay önceki seyahatte vahdettin hem talat hem de enver paşa için son derece olumsuz konuşmuş, memleketi mahvedeceklerini söylemiştir.

ikili arasında görüşmeler böylece sona erer

burada vahdettin açısından bakılınca belki de ya yani bir enver yaratmak istememiş ya da m. kemal paşanın hırsından ve ısrarından çekinmiş olabilir. atatürk tarafından bakılınca ise birkaç ay önce başka şeyler anlatan birinin bu kadar çabuk fikir değiştirmesi ve olayları anlama kabiliyetinin düşüklüğü kendisinden ümidi kesmesine sebep olmuştur diyebiliriz.

nihayetinde ünlü bir paşa'nın istanbul da zırt pırt padişahla görüşüyor olması bazılarının zoruna gitmiş olacak ki m. kemal paşa suriye ye tayin edilir. tayin emrini bizzat vahdettin bir cuma selamlığı sonrası verir. tayin edildiği yer ise birkaç ay önce istifa ettiği 7. ordudur ancak falkenhein gitmiş yerine liman von sanders gelmiştir.

m. kemal paşa tayinin enver paşa tarafından padişaha bizzat yaptırıldığını biliyor olacak ki, aynı gün cuma selamlığında karşılaştıklarında enver paşa'ya:

"bravo tebrik ederim, başardınız." demiş ve enver paşa sadece bıyık altından gülmekle yetinmiştir.

m. kemal paşa görev yerine gider gitmesine ancak oradaki durum artık önlenemez bir geri çekilme halini almıştır. 1 ekim'de şam, 26 ekim'de halep düşer ve nihayetinde 30 ekim'de mondros mütarekesi imzalanır ve savaş sona erer. bu arada 22 eylül'de m. kemal paşa padişahın fahri yaveri unvanını kazanır.

o sıralarda ise istanbul çok karışıktır

savaş kaybedilmiş, ittihat ve terakki hükümeti ise düşmek üzeredir. halep'in düşmesinden 2 hafta evvel m. kemal paşa istanbul'a bir telgraf çekerek yeni hükümetin izzet paşa tarafından kurulmasını, kendisinin de bu hükümette harbiye nazırı olarak görevlendirilmesini istediğini belirtir ve telgrafı padişahın başyaveri naci bey'e yollar.

izzet paşa hükümeti kurar kurmasına ama harbiye nazırlığını da kendisi üstlenir ve m. kemal paşaya bir telgraf çekip "barıştan sonra, düşünürüz bir şeyler." deyip başından savar. paşa cevap olarak "barışa kadar zor günler geçireceğiz, bu zamanlarda memlekete faydam olur diyerek bu görevi istemiştim, barış kazanılınca bu görevi benden daha iyi yapacak çok adam bulunur. ayrıca barış zamanında da birlikte çalışmamızın zorunlu olacağını düşünmüyorum." diyerek, beni istemeyeni ben hiç istemem minvalinde bir telgraf çeker.

devamında paşa'nın komuta ettiği yıldırım orduları lağvedilir ki zaten sadece ismi ordudur geriye bir şey kalmamıştır ve paşa da 13 kasım'da istanbul'a döner. işte o ünlü sözü (bkz: geldikleri gibi giderler) boğazda demirleyen düşman gemilerini gördüğünde söylemiştir.

burada yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki vahdettin yıllar sonra hatıralarında bu kötü sondan mondros'u imzalayan ve ilerde ankara hükümetinde bulunacak rauf orbay ve suriye'den geri çekilen m. kemal paşa'yı da sorumlu tutacaktır. oysaki atatürk şam'a vardığında zaten osmanlı orduları yenilmiş ve toroslara doğru geri çekilmekte olan ve askeri bir hükmü kalmamış bir topluluktan ibarettir.

işgal döneminde ise vahdettin'in temel politikası atalarından ona miras kalan ingilizle dost fransızla yakın ol siyasetidir

yani memleketin tüm kaderini yabancıların dudaklarının arasına ve ellerine bırakmak demektir. o dönemki devlet adamlarının düşünce yapısını incelerseniz birçoğunun, fakir ve bitik türk milletinin bir bağımsızlık savaşı verip kazanmasının mümkün olmadığı ve batılı devletlerle yakın kalarak en nihayetinde ingiliz veya amerikan manda ve himayesine girerek bir süre, belki 10 belki 20 yıl böyle devam ederek sonunda elde kalana razı olmak gerektiğini düşündüklerini görürsünüz. hatta milli mücadelenin başlangıç aşamalarında düzenlenen kongrelerde bile manda ve himaye savunucularını görmek mümkündür.

aslında bunu çok garipsememek gerekir çünkü hakikaten eğer cidden kendinizi 1919 yılında objektif olarak düşünürseniz o durumda bir ülkenin bu denli büyük işgalin altından kalkıp bağımsızlığına kavuşması mümkün olamayacak kadar büyük ve absürt bir olaydır.

işte atatürk'ün büyüklüğü de kuşkusuz buradan gelmektedir. ortada ordu, silah, para, nitelikli insan gücü, lojistik malzeme vb. hiçbir şey yokken doğuda ermenileri, güneyde fransızları, batıda yunan ve italyanları, istanbul'da ingilizleri, içeride ise bilimum vatan hainlerini, ermeni ve rum çetelerini falan yenmek imkansızın da ötesinde bir durumdur.

neyse devam edelim biz. burada az önce de yazdığım üzere memleketin kurtuluşu falan vahdettin'in zerre umurunda değildir. onun ve hükümetinin tüm amacı istanbul'u elde tutabilmektir. zaten gerisi, yani anadolu bir avuç kıraç topraktan ibarettir. istanbul kaldığı sürece devlet de yani saltanat da var olmaya devam edecektir. işte ankara ve istanbul hükümetleri arasındaki temel fark budur. bir taraf memleketin kurtuluşunu misak-ı milli çerçevesinde görüyor, ötekisi ise memleketi istanbul'dan ibaret sanıyordu.

2 kasım'da ittihat ve terakki'nin lider kadrosu alman denizaltılarına binip topuklayınca ülkede bir devir sona ermiş ve yeni bir hükümet kurmak gerekmiştir. m. kemal paşa da cepheden dönmüş ve siyasi arenada yerini almıştır. ona göre hükümeti tevfik değil izzet paşa kurmalıdır ve kendisi de harbiye nazırı olarak kabinede yer almalıdır. çünkü meclis çoğunluğu liderleri kaçmış da olsa halen ittihatçılardadır ve buna dayanarak hükümet izzet paşa tarafından kurulmalıdır. paşa, hükümetin güven oylaması yapılacağı gün mecliste kabul oyu verilmemesi için birçok vekille görüşür ve ikna etmeye çalışır ama hem savaşın kaybedilmesi hem de padişahın isteği üzere tevfik paşa hükümeti güven oyu alır.

paşa da son çare olarak vahdettin'in karşısına çıkmak ister ancak vahdettin ona neredeyse bir hafta sonrasına cuma selamlığı sırasında randevu verir. kısacası iş işten geçmektedir. 22 kasım da cuma selamlığında m. kemal paşa ve vahdettin görüşür. paşa uzun uzadıya durumu anlatır, izah eder. en sonunda vahdettin beklenmedik şekilde;

- orduda kumandanlar seni çok severler. bana teminat verebilir misin ki onlardan bana zarar gelmeyecek?

tabi m. kemal paşa böyle bi soru karşısında amiyane tabirle dumura uğrar ve ben daha yeni geldim böyle bir şey varsa bile benim haberim yok der. vahdettin de cevap olarak sadece bugünden değil gelecekten de bahsediyorum der.

yani vahdettin demek istemektedir ki, ben ilerde birtakım saçmalıklar yapabilirim. sen ve milliyetçi subay arkadaşların ileride beni bu yüzden devirmeye kalkar mısınız?

böylece bir görüşme daha sonuçsuz kalır ve taraflar ayrılır. 21 aralık 1918'de son osmanlı meclis- i mebusan'ı kapatılır. m. kemal paşa önce pera palas'a oradan da şimdi müze olan şişli'deki evine taşınır.

bu arada takvimler ilerlemiş, yıl 1919 olmuştur

nihayetinde tarihimizde hain olarak olarak bilinen bir başkası, damat ferit paşa o günlerde sadrazam olarak tarih sahnesine çıkmıştır. damat ferit paşa vahdettin'in ablası mediha sultan'ın ikinci kocasıdır ve damatlığı buradan gelmektedir. tarihi kayıtlara bakılırsa başlangıçta vahdettin'in birçok kez damat ferit ten hoşlanmadığı ancak ferit paşa'nın ingilizlerle olan ilişkilerinden dolayı sadrazam yapıldığı bilinmektedir. oysaki ferit paşa'nın ingilizlerin gözündeki değeri yalova kaymakamı'ndan hallice olup pek dikkate alınan biri olmamıştır.

4 mart 1919'da ferit paşa ilk hükümetini kurar ve göreve başlar. 14 mayıs günü ise telefonla ingiliz yüksek komiseri izmir'in işgalini paşaya tebliğ eder. anlatılana göre ferit paşa haberi alınca yaklaşık 1.5 saat baygın halde kalmıştır.

izmir'in de işgaliyle birlikte artık memleketi kurtarcak bir yol aranıyordu. aslında tam olarak memleketi kurtarmak da denemez buna. barış anlaşması şartlarını hafifletmek amacıyla anadolu'da henüz terhis edilmemiş birliklerin başına başarılı güçlü bir general göndermek denebilir. çünkü osmanlı hükümetinin ve padişahının memleketi kurtarmaktan anladığı şey şudur ki; ingiliz himayesinde belli bir süre geçirerek en azından yunanlılardan ve diğer irili ufaklı (kürt, ermeni, rum) çetelerden kurtulmak ve ilerde suların durulmasıyla ingilizlerin çekip gitmesini ummak ve ne kurtarırsak kardır prensibini benimsemek.

işte yıllardır tartışılan m. kemal paşa'yı anadolu'ya vahdettin mi gönderdi sorusunun cevabı burada gizlidir

1919 mart'ında bir gece, istanbul erenköy'de bir köşkte ordunun ileri gelenleri bir toplantı yaparlar. bu toplantının amacı şu: anadolu'ya kim gönderilecek, ne sıfatla ne yetkilerle gönderilecek ve yapacağı mücadelenin içeriği ne olacak?

bu toplantıda çıkan sonuca göre anadolu hareketinin başına nuri paşa yani meşhur enver paşa'nın kardeşi nuri killigil seçilmişti. bunun da sebebi 1918'in son aylarında kafkas islam ordusu adı altındaki birliklerle bakü'yü kurtarmasıydı. ancak toplantının sonlarına yetişen bir miralay refet bey (bkz: refet bele) bu karara karşı çıkıp "daha başarılı biri bulunabilir, mesela m. kemal paşa olabilir, arkasında çanakkale müdaafası vardır ve hala hatırlardadır" der ve heyet yeniden uzun tartışmalardan sonra hareketin liderliğine mustafa kemal paşa'yı uygun bulur.

alınan karar sadrazama bir liste halinde iletilir. en başa mustafa kemal paşa'nın ismi alta da diğer konuşulan isimler, karşılarına da sakıncaları yazılır. mustafa kemal paşa'nın karşısında ise sadece bir menfi oy vardır o da harbiye nazırı şakir paşa'ya aittir. mustafa kemal'in isminin karşısına kırmızı kalemle "en iyi askerimizdir ama cumhuriyetçi olduğuna yönelik söylentiler vardır" yazar.

listeyi alan sadrazam damat ferit, vahdettin'in yanına gider ve askerler mustafa kemal paşa'yı istiyor der. vahdettin bu listeyi yalnızca ablası mediha sultan'ın oğlu yani yeğeni sami bey'e gösterir. sami bey de ona "enver'i düşünün, hangisi daha iyi asker? ayrıca cumhuriyetçi olduğunu söylüyorlar, hanedanınızı düşünün" der. ancak vahdettin istese de istemese de eski yol arkadaşına izin verir. kağıdı imzalar ve şöyle der; "bu adam bir iş yapacak."

işte bugün konuşulan bütün meselenin özü buradan ve birazdan devam edeceğimiz saraydaki buluşmalarından kaynaklanıyor

devam edelim... kararı m. kemal'e bildirme görevi yine sami bey'e düşmüş ve hatta sami bey'e göre m. kemal paşa'nın ilk önceleri anadolu'ya geçmek yerine kalıp harbiye nazırı olarak mücadeleyi istanbul'da başlatmanın ve sürdürmenin daha etkili olduğunu düşünmüş ancak bir şekilde ikna edilmiştir. ancak bu tabi sadece vahdettin'in yeğeni sami bey'in iddiasıdır.

"peki bu liste nerede?" diyecek olursanız, vahdettin yıllar sonra san remo'ya sürgüne gittiğinde beraberinde götürdüğü birçok evrakı ilerde benimle birlikte çalışanların başına iş gelir diye şöminede imha etmiştir.

6 mayıs'ta harbiye nazırı şakir paşa, m. kemal paşa'ya göreviyle ilgili talimatnamesini resmi olarak tebliğ etti ve görevi başladı. bu herhalde bir askere osmanlı tarihinde verilmiş en geniş yetkileri içeren bir belge olabilir çünkü bu yetkilerle birlikte, m. kemal paşa sorumlu olduğu bölgelerde sadece askerlere değil sivil yöneticilere de her emri verebilecek, hatta onların yerlerini de değiştirebilecekti. şöyle bir tarihe bakılırsa sultan süleyman'ın ünlü sadrazamı pargalı ibrahim paşa ve köprülüler ailesine mensup sadrazamlara verilen yetkilere benzeyen bir görevlendirme olduğu söylenebilir.

şimdi bir de vahdettin'in m. kemal paşa'ya altın maltın verdiğini anlatıyorlar, bir de oraya değinelim ki külliyen yalandır

hatta m. kemal paşa 13 mayıs'ta harbiye bakanlığına bir yazı yazarak, yerinin sabit değil gezici olacağından 3 aylık karargah tahsisatının peşin verilmesini, ayrıca beklenmedik gelişmeler için bir miktar para ödenmesini ve iki de binek otomobil verilmesini istemiş ve bu işlerin 1 haftadan uzun zamandır halledilmemesinden dolayı duyduğu üzüntüyü bildirmiştir. yani ortada öyle ne çil çil altınlar ne de mücevherler vardır. adamın yol tahsisatını bile bin türlü güçlükle vermişler. hatta bu altının miktarının 40 bin altın olduğunu da bazı fesliler falan yazmıştı zamanında. bir kere bir altının 8 gram olduğu düşünülürse 8×40.000=320 kg yapar. 320 kiloluk bir hazinenin taşındığı sandığında ingilizler tarafından fark edilmeden taşınması haliyle imkansızdır. ayrıca 320 kg altın bugünün parasıyla yaklaşık 150 milyon lira yapıyor vahdettin'in ve devletin öyle bir parası olsa önce borçlarını öderlerdi. tam bir masal, uydurma.

atatürk'e yapılan ve bilinen tek resmi ödeme harbiye nezaretinin verdiği 1000 liradır. samsun'da ve daha sonrasında çekilen çileler bu yazının konusu olmadığı için burayı es geçiyorum. ancak bir gün onları da yazarsak o binlerce altın hikayesinin ne saçma olduğunu göreceksiniz.

şimdi gelelim bir de birtakım soysuzların, m. kemal paşa'yı ingilizlerin anadolu'ya gönderdiği iddiasına

buna dayanak olarak sundukları şey de atatürk'ün ingilizlerden aldığı vize kağıdı. o dönemde ingiliz donanması resmen olmasa da fiili olarak karadeniz'i işgal atında tuttuğu için deniz yoluyla bir yerden bir yere gitmek için ingiliz işgal komiserinden vize alıyordunuz, öyle canınızın istediği gibi binip gidemezdiniz. hatta vizeyi veren ingiliz yüzbaşı başlangıçta bunu imzalamak istememiş ve "önüme türklerin en yetenekli 35 subayının bulunduğu bir vize listesi geldi. imzalamak istemedim ancak yüksek komiserin bizzat emriyle izni vermek zorunda kaldım. çünkü ingiliz yüksek komiserliğine m. kemal ve yanındakilerin anadolu'da ingiliz ve yunan işgaline karşı oluşacak bir hareketi engelleme göreviyle gönderildiği ve padişahın bu heyete çok güvendiği söylenmişti." demiştir.

ve nihayet zurnanın zırt dediği o ünlü buluşmaya geliyoruz

15 mayıs günü m. kemal paşa yıldız sarayının kütüphanesinde vahdettin ile bir görüşme yapar. kendi ağzından m. kemal paşa şöyle anlatıyor:

"yıldız sarayının ufak bir odasında, diz dize denebilecek kadar yakınlıkta vahdettin'le görüştük. sağında dirseğini bir kitaba dayamış. salonun boğaza bakan penceresinde gördüğümüz manzara şu: birbirine paralel hatta duran ve sanki topları saraya çevrilmiş düşman zırhlıları. vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:

- 'paşa paşa... şimdiye kadar çok hizmet ettin. yaptıkların bu kitaba (dirseğinin altındaki) girmiştir. tarihe geçmiştir. bunları unutun. asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. paşa, devleti kurtarabilirsin.'

bu sözlerin üzerine hayrete düştüm. acaba vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? o ki yabancı devletlerin en ufak temsilcisiyle bile görüşüp tahtını ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. acaba yaptıklarından pişman mıydı? aldatıldığını mı anlamıştı? fakat bu tahminle bir başka sohbet açmayı tehlikeli gördüm ve basit cevaplar verdim.

ancak hala kafamdaki belirsizliği çözmeye çalışıyordum. çok iyi tanıdığım, veliahtlığından beri düşüncelerini ve sahtekarlıklarını bildiğim adamdan nasıl böyle asil bir hareket bekleyebilirdim? memleketi kurtarmak lazımdı ve bunu ben yapabilirmişim. vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. tek dayanağımız istanbul'a hakim olan işgalcilerin siyasetine uymaktır. benim görevim ise onların isteklerini uygulamaktan ibarettir. eğer onları memnun eder, memleketin geriye kalanını da bu siyasetin doğru olduğuna ikna eder ve karşı çıkan türkleri cezalandırırsam vahdettin'in isteklerini yerine getirmiş olacaktım.

- merak etmeyiniz efendim. istek ve görüşlerinizi anladım. emriniz olursa hemen hareket edeceğim ve sözlerinizi bir an olsun unutmayacağım. o da bana 'muvaffak ol' dedi ve ayrıldım."

odadan çıktıktan sonra saraydan ayrılmaya hazırlanırken padişahın yaveri naci paşa, m.kemal'e vahdettin'in isminin baş harfleri kazılı bir saat hediye etti ve zat-ı şahanenin hatırasıdır dedi.

ertesi gün 16 mayıs'ta cuma selamlığında vahdettin ve m. kemal paşa son kez görüştü. odada 4 kişi vardı: başyaver avni paşa, vahdettin, m. kemal paşa ve sadrazam damat ferit... m. kemal paşa orada masanın üzerinde bulunan kuran üzerine el basarak hükümet ve padişah tarafından kendisine verilen teftiş görevini (kendisi 9. ordu müfettişi olarak gidiyordu) sadakatle yerine getireceğine dair yemin etti ve ayrıldı.

ilerleyen yıllarda atatürk hakkında "yeminini tutmadı" gibi zırvalar atıp tutanların bahsettiği yemin de işte budur.

m. kemal paşa ingilizlerin dikkatini çekmemek amacıyla uğurlamaya gelenleri kabul etmedi. şişli'deki şu an müze olan eve gidip annesi ve kız kardeşiyle vedalaştı. önce galata'ya, oradan da bir motorla nihayet kız kulesi açıklarında bekleyen bandırma vapuru'na çıktı.

sonuç olarak

atatürk'ün anlattıklarını ve tüm bu uzuuunnn hikayeyi değerlendirecek olursak, vahdettin'in ve osmanlı hükümetinin ilerleyen dönemlerde de yaptıkları (m. kemal ve arkadaşlarını gıyaben idama mahkum etmek, hilafet ordusu kurup üstlerine salmak, dinsiz ilan etmek) göz önüne alınırsa m. kemal paşa'nın hükümet ve vahdettin tarafından anadolu'ya gönderilme amacının, mondros'un ünlü 7. maddesine dayanılarak istanbul'un resmen işgal edilip türklerin elinden alınmasına ve saltanatın son bulmasına engel olmak amacıyla anadolu'da meydana gelebilecek bir karşı hareketi engellemek görevi olduğu açıkça görülebilir.

bu çok nettir.

öte yandan henüz barış anlaşması da ortada olmadığından anadolu'da birkaç yetenekli subayın ve eli silah tutan birkaç bin askerin bulunması istanbul hükümetinin elini bir miktar güçlendirecektir. yani atatürk'ün anadolu'ya gönderilmesi en azından istanbul hükümeti ve vahdettin için memleketi kurtarma amacı taşımıyordu.

veya onlar için memleketi kurtarmak demek, ingilizlerin suyuna gidip himayeleri altında kalmak, olabilirse yunanlıları ve diğer çetecileri saf dışı bırakabilmekti.

amaçları hiçbir zaman atatürk'ün ve arkadaşlarının kafasına koyduğu tam bağımsızlık olmadı.