TELEVİZYON 6 Kasım 2020
34,9b OKUNMA     520 PAYLAŞIM

Çerezlik Gibi Görünüp Felsefe Dersi Veren Dizi The Good Place'in İncelemesi

4 sezonluk The Good Place karakterlerini birer birer anlatan, yerinde bir inceleme.

bu diziden grammy zamanı haberim oldu. ted danson ta cheers'tan beri sevdiğim bir oyuncudur. dizi hakkında araştırma yaparken felsefi konulara değindiğini öğrendim. bir yapımın felsefi altyapıya sahip olması beklenir zaten. ancak felsefeye olayların genel akışı içinde yer vermek zor bir iştir. çünkü felsefenin temelinde soru sormak vardır ancak cevaplar sorular kadar kesin değildir. dolayısıyla bir dizide sürekli kesin olmayan alanlarda gezerseniz izleyiciyi kaybetme olasılığınız yükselir. çünkü seyirci kesinlik bekler. eğer düşünce yolları ile ilgilenecekseniz sorduğunuz soruların ve kurduğunuz argümanların çok doyurucu olması gerekir. durumun zorluğunu yeterince anlattım sanırım. bu yüzden elinizde çok iyi bir yazar kadrosu yok ise başarısız olmanız kesindir. bu dizide ise bu zorlukları aşıp başarılı bir iş ortaya koymuşlar.

izlemeyi düşünenlere şunu söyleyeyim, dizinin gerçekten garip bir havası var. ekran başındayken gerçeklik algınız kırılıyor. community'nin zar atmalı bölümü gibi kafanız karışabiliyor. ancak bazı diyaloglar da çok basit yazılmış çünkü dizide anlatılması gereken çok fazla mesele var. genel olarak ahlak felsefesinin temel argümanları içinde geziyorsunuz. ana yön bu. ancak dizi aynı zamanda felsefenin pek çok başka alanına da gönderme yapıyor. hatta her karakter felsefenin farklı bir sorusunu yada kavramını temsil ediyor. bunu da şuradan anladım. dizide bazı şeyler çok tekrar edilmiş. mesela chidi'nin kararsızlığı. bu tekrarlar beni biraz sıkmaya başladığında şöyle düşündüm. acaba buradan çıkarmam gereken bir şey mi var? senaristler bir şeyi mi işaret ediyor? ve michael'ın ikinci sezon üçüncü bölümdeki bir diyalogu sayesinde çözmem gereken şeyi anladım. ne yapılmaya çalışıldığını anlayınca diğer karakterler de çorap söküğü gibi geldi. madem çözmüşüm paylaşmam gerek diye düşündüm. o yüzden bu yazıda her ana karakterin temsil ettiği felsefi temayı madde madde aktaracağım.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.

ilk karakterimiz başrol olan eleanor

bildiğiniz üzere kendisi aslında the bad place'e gönderilmiş bencil bir insan. ancak chidi ile tanıştıktan sonra iyi bir insan olmayı öğrenmeye çalışıyor. kendisi üzerinden ahlak felsefesinin uygulaması konusunda adımlar atılıyor. aynı zamanda ahlak felsefesinin temellerinde bulunan "iyi insan nedir? bir insan nasıl iyi olur? insan kötü mü doğar yoksa daha sonradan mı kötü olur?" gibi soruları temsil ediyor.

ikinci sırada hikayedeki yol göstericimiz olan chidi var

chidi hayatı boyunca hiçbir şeye karar veremeyen bu nedenle etrafındaki insanları süründüren bir karakter. bu yüzden de the bad place'e gönderilmiş. kendisi varoluşçuluğun seçimlere bakışını temsil ediyor. varoluşçuluğa göre insanı oluşturan şey kendi seçimleridir. basitçe kim olduğumuzu kendimiz seçeriz ve yaptığımız seçimlerin bütün sorumluluğu da bize aittir der. chidi de yaptığı seçimlerin sorumluluğundan korktuğu için seçim yapamıyor dizi boyunca.

üçüncü karakterimiz benim dizideki favorim olan michael

bu yazının fikri de dediğim gibi kendisinin bir diyalogundan çıktı. michael zamanın başından beri var olan ve dizinin dört ana karakterini cezalandırmak ile görevlendirilmiş bir karakter. dizi boyunca kendisinin insanları tam olarak anlayamadığını görüyoruz ve bu anlar komediye katkı sağlıyor. ancak dikkatli incelerseniz bu anlamama durumunun michael'ın bilgisizliğinden değil insanlardan çok daha üstün olmasından kaynaklandığını görürsünüz. neredeyse bütün evrene ulaşabilen her şeyi yapabilen bir varlık o. insanların hayal bile edemeyeceği şeyleri yapabiliyor ve ne düşündüklerini umursamıyor. onlardan sıyrılmış durumda. onlar gibi ihtiyaçları yada güdüleri yok. tanıdık geldi değil mi? sizin de anladığınız üzere michael, friedrich nietzsche'nin übermensch'ini temsil ediyor. kendisinin diğerleri gibi etik değerleri yok. çünkü o etik olarak yargılanacağı bir sistemden daha yukarıda. bunu da insanlara bakış açısından anlayabiliyorsunuz.

dördüncü sırada michael'a yardımcı olan janet var

janet aslında bir karakter değil. kendi karakterini zamanla geliştiren evrendeki bütün bilgiye sahip bir arayüz. ancak evrendeki bütün bilgiye sahip olması için yeniden başlatıldığında yükleme yapması gerekiyor. bu yeniden başlatılma sırasında ise bilgi olarak sıfırlanıyor. bu da john locke'un ortaya attığı tabula rasa kavramına bir örnek. bu argümana göre insan bilgiye sahip olabilir ancak doğduğunda yada janet'in durumunda sıfırlandığında boş bir sayfa olarak başlar. janet'in bilgi edinme yöntemleri insanlardan farklı ancak geri döndüğündeki komik halleri locke'un görüşlerini destekler nitelikte.

beşinci sırada jameela jamil'in canlandırdığı tahani var

tahani çok zengin bir aileden geliyor ancak kız kardeşinin gölgesinde kalmış. bu nedenle kendisini öne çıkarmak için pek çok farklı şey yapıyor. bütün iyiliklerini kişisel yarar için yaptığından the bad place'e gönderilmiş. bu nedenle pragmatizm ve bireyciliğin mükemmel bir karışımını temsil ediyor. ayrıca söylemeden geçemeyeceğim jameela jamil'in çok başka bir güzelliği var. eleanor'a hak vermemek elde değil bu konuda.

son karakterimiz olan jason mendoza'yı başlarda stoacı sanıyordum

çünkü içten gelen bir mutluluğu var gibiydi. ancak sonradan fark ettiğim üzere doğasına uygun hareket etme ve sonuçlarına katlanma gibi bir durumu yoktu. bu nedenle asıl temsil ettiği alanın hedonizm olduğunu anladım. jason için bulunduğu kasabanın yok olması, arkadaşlarının the bad place'e gönderilmesi yada iyi bir insan olmak aslında önemli değil. onun tek istediği kısa zamanda daha fazla hazza ulaşmak. bunun da pragmatizm ile bir alakası yok. mesela ileride kendisini riske atacağını bildiği halde rolünün dışına çıkmaya çalışıyor. çünkü konuşmaya başlaması o an için kendisine en çok haz verecek şey.

Spoiler'ın sonu.

gördüğünüz üzere dizinin ana felsefi söylemleri arasına farklı kavramlar da dahil edilmiş. bu nedenle dizi ben ehil ellerden çıktım diye bağırıyor. daha önce de dediğim gibi felsefi altyapı oluşturmak gereklidir ancak diyaloglara bu denli dahil etmek zordur. bütün bir diziyi felsefi tartışma zeminine oturtmak ve gidişatını verilen argümanlardan devam ettirmek ise cehennem ıstırabına dönebilir. ki eminim diziyi yazan ekip çok kereler chidi gibi karın ağrısı çekmiştir. ayrıca dizi böyle bir gidişatı olmasına rağmen komik olmayı başarmış. ki bu da azımsanacak bir şey değil. sırf bu yüzden bile izlenmeyi hak ediyor sanırım.