SİNEMA 23 Temmuz 2019
42,2b OKUNMA     620 PAYLAŞIM

Christopher Nolan'ın, Filmlerinde Kullandığı Kendine Has Sinema Teknikleri

Christopher Nolan'ın kendine has özelliklerinden biri de görsel efektler kullanmaktan mümkün olduğunca kaçınarak farklı yöntemler üretmesi. Bu da pek çok yaratıcı çözüme kapı açmak demek.

günümüzde, özellikle de bir aksiyon-bilimkurgu filmi çekiyorsanız, cgi (computer generated imagery) yani bilgisayar üretimli imgeleme dediğimiz teknolojiyi kullanmamanız neredeyse olanaksız. neo-film yapımcılığının temel bileşeninin bu denli yoğun kullanılmasının nedeni gerçek hayatta oluşamayacak sahnelerin ekranda ortaya çıkmasını sağlamaktır. elbette bunun en basit sebebi, yönetmenin göstermek istediği sahnenin inşasının tehlikeleri, ve bu sahneler bütünün kurgulanması zor veya maliyetli olması yatıyor.

cgi kullanımın ağzı açıkta bırakan örneklerinden biri şüphesiz 2009 yapımlı avatar'dır. mavi yaratıklar ve pandora gezegeni bize bu teknolojiyi hissettirmesi açısından önemli bir yere sahipti. ancak, nolan; bilgisayar tarafından üretilen bu görüntülerin, “gerçek” sahnelerle desteklenmediği takdirde, bir animasyondan öteye gidemeyeceğine inandığından bu teknolojiye çokça başvurmaz. filmin gerçek hayattaki gibi hissedilmesini sağlamak için, karakterleri ve kamera içi efektlerini kullanmayı tercih eder. sahneler arasındaki geçişleri pürüzsüz vurgulamak için, kurgu ve montaj gibi nispeten daha masa başı işlerde mesai harcar. bu özelliği ile sinema tarzını bir nevi gestalt psikolojisi üzerine kurguladığını söyleyebiliriz. ortaya koyduğu filmler, dramatik bir deneyimi, canlı ve sanki rüyadaymışçasına sunar.

uyarı: aşağıdaki yorumlar inception, memento, interstellar, the prestige ve batman begins filmlerinden spoiler'lar içerir.

rüya demişken, inception’daki meşhur hol sahnesini ele alalım. nolan burada yeşil ekranlı bir cgi kullanmak yerine, gerçek bir koridor kullanmayı seçmiştir. cgi’dan elinden geldiğince uzak durması aksiyon ve psikolojik gerilimlerindeki gerçeklik olgusunu had safhaya çıkarır.

Inception koridor sahnesi nasıl yapıldı?


inception’dan devam edelim. inception, nolan filmleri arasından en “tartışmalı” sonla biten film olabilir. çünkü teoride film bitmez. topaç tam düşecek gibi olur ama ekran karardığında halen dönmektedir. çünkü nolan, izleyiciye gizemli son bırakmayı sever. çünkü bu gizem, filmi izledikten sonra kişiyi “kandırılmanın cazibesine kapılmış” halde salondan çıkarır. insanlar gizemli filmleri-hikayeleri-sonları-öyküleri sever, çünkü mutlaka kendilerinden bir şeyler bulur.


interstellar da pek farklı değildir aslında, onun da sonunda bir yığın kafa karışıklığı ile izleyiciyi baş başa bırakır (bkz: babaanne paradoksu).

memento’da işlerin biraz daha farklı olduğunu söylemek mümkün; memento'nun gizemli bir sonu yoktur aslında çünkü filmin tamamı bir gizemdir. seyirci, gördüğü sahnenin öncesinde neler olup bittiğini bilmez. film, bir yalanla yaşamanın getirdiği mutlulukla ilgili bir monologla sona erer.

kamera açılarında ise yine farklı bir yeri vardır. nolan, karakterin ne gördüğünü, ne hissettiğini anlatmakta ustadır. yine memento'yu hatırlayalım: çekimlerin çoğu, leonard’ın bakış açısındandır ancak kamera omuz hizasında ve/veya hemen arkasındandır. böylelikle seyirci, karakterden ve çevresinden kopmamış olmakla kalmaz, aynı duyguları da hisseder.


bir hikayenin daha önce işlenmiş bir sahnesinin, farklı bir sahnedeyken o ana dönülmesine flashback adı veririz. flashback’ler rüyalarda veya karaktere başka bir hatırlatıcının telkiniyle gerçekleşir. nolan, flashback öğesini filmlerinde çokça (gerçekten çokça) kullanır. memento’da flashback’ler, kahramanımızın karısını nasıl öldürdüğünü siyah-beyaz şekilde gösterir. siyah-beyaz bir flashback teması, geçmişin algılanması için genelde başarılı bir anlatım tarzıdır. flashback içindeki başka bir flashback kullanarak nolan, doğrusal olmayan bir yapı kullanır. bu yöntem, inception’da cobb’un karısını hatırladığı sahnelerde de kullanılır.


bu yapı, zaten filminde çoklu gerçeklik olması olgusuyla ve “rüyada sembolize edilen geriye dönüşler”i ile de memento’dan farklıdır. (memento tek gerçeklik – inception çoklu) ayrıca interstellar’da da cooper’ın gerçekleştirdiği seyahatin, gelecekten geçmişe yaptığı müdahale (5. boyut) ile (yani bir nevi) “bugün”e etki etmesinden kaynaklandığını görürüz.

following’de -biraz da mecburiyetten- doğal ışık konusunda harikalar yaratan nolan, sanayi devriminden yeni çıkmış bir atmosferde geçen “the prestige”de de cesur davranarak bu tekniği sürdürür. ayrıca set, sahne dekoru ve kostümlerle, fiziksel estetik de bu filmde had safhaya çıkmıştır. the prestige’in renk paleti ile “batman begins”in renk paleti arasındaki benzerlik de başka bir noktadır.

Batman Begins

her iki filmde de, dış dünya metalik ve toprak tonlarda sembolize edilirken, iç alanlara daha canlı sarı ve kırmızı tonlar hakimdir. ras’al ghul’den eğitim aldığı ve izlanda’nın jokulsarlon buzulunda çekilen sahne bu metalik tona ne kadar bir örnekse, angier’in görkemli ve kırmızı tonlu tiyatro salonu – az önce belirttiğimiz- sanayi devrimiyle ortaya çıkan işçi sınıfının resmedildiği sarı (toprak) renklerin kontrastına da bir örnektir.


nolan’ın sineması akıl oyunlarıyla doludur, kendisinin de dediği gibi: “şu anda buradaki sırrı arıyorsunuz ama bulamayacaksınız, çünkü içten bir şekilde bakmıyorsunuz. siz onu bulmayı değil, kandırılmayı istiyorsunuz” – the prestige

Breaking Bad ve Tarantino Filmleri Arasındaki Sinematik Üslup Benzerliği