SİNEMA 25 Temmuz 2019
30,2b OKUNMA     505 PAYLAŞIM

David Fincher Sinemasının Her Filmde Kendini Belli Eden Klasik Özellikleri

Se7en, Fight Club ve Gone Girl gibi filmleriyle tanıdığımız ABD'li yönetmenin pek çok kendine has çekim tekniği mevcut.

gelmiş geçmiş en iyisi değil, muhtemelen en yeteneklisi de... ancak benim için en iyi yönetmen tartışmasız şekilde david fincher’dir. iki’den az izlediğim filmi yoktur (alien 3 dahil). sinemaya bakışımı en iyi şekilde yansıtan fincher, 1992 yılında çektiği ilk sinema filmi olan alien 3’u “0” noktası alırsak, 27 yılda 10 film yönetmiştir. filmlerini aceleye getirmez, üstünde yıllarca çalışır, benim için sinema demek olan “panning” kullanımının pîridir (panning; kameranın kendi ekseninde dönmesidir, ve etimolojik olarak panoramadan gelir).

doğal olarak filmlerinden bolca spoiler içeren birkaç özelliğine göz atalım.

hemen her filminin merkezinde gizemli, başrol oyuncularıyla akıl oyunları oynayan bir karakter veya olgu bulunur

bunun en güzel örneği se7en filmindeki john doe’dur (yıllar sonra, yine bir fincher projesi olan house of cards’da , frank underwood karakteri ile karşımıza çıkan spacey, yıllar önceki zekasıyla bu kez washington’un yolunu tutar).

“the game”de, etrafında bir dizi paranoyak olay dönen ve michael douglas tarafından canlandırılan nicholas van orton’un kaotik ve gizemli dünyası; çift kişilikli tyler durden’ın, diğer benliğinden (edward norton) sürekli bir adım önünde olması ve görünmez bir el gibi her şeyi öncesinden planlaması da bahsettiğimiz bu kedi-fare oyununa bir örnek teşkil eder. (fight club’ın son bölümü, kurgusal olarak ne kadar the game’e benziyorsa, the girl with the dragon tattoo’nun son bölümü de tematik olarak fight club’a benzer zira, lisbeth de tıpkı tyler gibi, banka hesaplarını boşaltır ve sistemleri hackler, ele geçirmeye çalışır).

fincher’ın yakın çalışmalarına göz gezdirdiğimizde, başlı başına bir strateji oyunu olan zodiac’taki gizemli katil ve polislerin ilişkisi (ki hala bu cinayetler çözülememiştir), gone girl’de nick ve amy arasındaki gerilimli ilişki, fincher’in başta belirttiğimiz hemen her filmindeki karakter ve/veya olgunun tematik özelliğidir.


elbette fincher sinemasının bir başka olmazsa olmazı, seri katillerdir

se7en ile devam etmeden önce, kuzuların sessizliği filmiyle, sinemada bir seri katil türü başladı diyebiliriz ancak bu türü “cinayet matematiği”ne uyarlayan belki de ilk ve (bence hala) en iyi film se7en’dır. john doe’nun tüm cinayetlerini yedi ölümcül günaha dayandırması ile katlin felsefesi ete kemiğe bürünür. fincher sonrasında, zodiac ile bu matematiği yeniden inşa eder.

aslında tüm yapıtlarında, seri katillerini bir nevi gizem içinde “korur”. katiller dokunulamaz, görülemez ve ulaşılamazdır, ta ki fincher isteyene kadar. katiller arz-ı endam edene kadar fincher, onlar hakkında filme serpiştirilmiş ipuçları yerleştirir ve gizemi had safhada tutar, hepsinin derinlerinde bizim onları anlamamızı bekleyen sırlar yatar. john doe, henrik vagner, zodiac killer, amy gibi.


filmlerinde bir diğer gözümüze çarpan unsur yalnız karakterlerdir

yine kronolojik olarak se7en ile başlayalım. morgan freeman tarafından hayat verilen dedektif somerset başlangıcımız için iyi bir nokta. sessiz, sakin bir hayat süren somerset, mills’lerin evine gitmekten bile rahatsız. banliyö hattının gürültüsü, köpeklerin avludaki sesleri ve daha bir sürü şey somerset’in naifliğine tezat unsurlar içerir. somerset’in yalnızlığına temel olan sebebin vakti zamanında kız arkadaşındın kürtaj olmasını istemesi olduğunu görürüz, trajiktir ki bu itiraf tam da tracy’nin kürtaj olmayı düşünmesiyle aynı ana denk gelir. her ne kadar bu sahne filmin en önemli sahnesi olmasa da, fincher’in sinematografi açısından önemli bir yere sahiptir; somerset’in “çocuk sahibi olmamanın daha iyi olabileceği” fikri, fincher’ın bundan sonraki filmlerinde işleyeceği yalnızlığa dair içgüdülerine de en iyi örnek. yine hızlıca göz atalım: başarılı, zengin, çocuksuz ve yalnız van orton, evi ikea mobilyaları ile döşenmiş beyaz yakalı, kendine ikinci bir karakter yaratacak kadar yalnız; tyler durden, yeni boşanmış ve koskoca evde kızı ile yaşayan; meg (panic room), asosyallik konusunda ordinaryüs derecesine erişmiş sosyopat, biseksüel lisbeth.

daha sonraki çalışmalarında, fincher’ın yalnızlığa yönelim olgusu, daha baskın bir karakter özelliği haline gelir. zodiac’ın obsesif çizeri robert (jake gyllenhaal) meseleyi takıntı haline getirdiği için evliliğini mahveder. social network’de zuckerberg (gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır ancak) ne zaman ki etrafındaki arkadaşlarından kurtulur, o zaman başarılı olmaya başlar. the curious case of benjamin button’daki button, hayatının son (!) dönemlerini ailesinden uzakta geçirmiştir.


dijital efekt kullanımında da hatrı sayılır bir yere sahiptir

ilk film denemelerine sekiz yaşındayken başlayan başlayan fincher’ın, 20 yasındayken, komşuları george lucas’ın senaristliğini ve yapımcılığını üstlendiği return of the jedi’ın özel efekt kısmında çalışması, hem sinemaya profesyonel bir adım atmasına hem de ileriye dair müthiş bir birikim elde etmesine neden olur.

algılanabilir bir gerçek dünya yaratma açısından, cgi tekniğini çok ustaca kullanır. örneğin, the social network filminde godzilla’ya oranla daha fazla vfx kullanılmıştır. fight club’ın açılışını hatırlayalım; kameranın filmin başında, çatıdan katların arasından geçerek otoparka kadar inmesi, ilerleyen sahnelerde çöp kutusuna yapılan zoom, panic room’da anahtar deliklerine giren kamera, the curious case of benjamin button’daki yaşlandırma teknikleri, zodiac ve the girl with the dragon tatoo’daki neredeyse tüm arka planlar cgi ile yapılmıştır. zodiac’ı şuradan izleyebilirsiniz.

teknikle devam edelim. ışık ve renk kullanımı açısından da muazzam bir yere sahiptir. filmlerinde ne spielberg gibi mavi gökyüzü kullanır, ne de jj abrams’ın vazgeçilmezi mercek parlamasını. filmlerine, canlı ama karanlık tonlar hakimdir. ve bu ton kadrajın geneline yayılır. ışık açısından başyapıtı panic room’dur. film, neredeyse karanlıkta çekilmiştir.


renk kullanımında, farklı metotlar izlemiştir

zıt renkler; karakterler arasındaki çatışmayı sembolize eder (zıt renk, renk çemberinde esas rengin tam karşısındaki renktir). fight club’ın sonundaki turuncu patlamalar ile mavi arkaplan, social network filminde facebook ofisinin sarı ve mavi arka fonu bunun (zira ofis birçok tartışmaya sahne olmuştur) ilk göze çarpan özellikleridir.

monokromatik (renk çemberindeki tek bir rengin farklı tonu) renkler: bu renkleri, dengesiz karakterlerin dünya görüşünü yansıtmada kullanır. örneğin tyler durden’ın, evini ikea mobilyaları ile dizdiği sahne (kahve tonları), the social network filminde mark’ın erica ile konuştuğu sahneler (haki).

uyumsuz renkler: bu renk kullanımın en önemli amacı, o figürün-nesnenin-karakterin oraya ait olmadığı olgusunu biz izleyiciye vermektir. bunun bir örneği, the girl with the dragon tattoo’da henrik vagner’in, evinin bodrumuna michaele’e işkence yaptığı sırada arka fonda gözüken turuncu renkli matkaplardır. bodrum gri tonlarda tasarlanmıştır ancak hem arkadaki aletler hem michael’ın giydiği kıyafet, orada bir şeylerin yanlış gittiğini gösterir. bir diğer örnek, elbette seven’ın finalinden: neredeyse uçsuz bucaksız bir sarının hakim olduğu alandaki tek aykırı renk, john doe’nun giydiği turuncu renkli hapishane kıyafetidir. zodiac’ta , meçhul katilin, göl kenarındaki çiftleri öldürdüğü esnada (siyah giymesine karşın) çiftler beyaz giymiştir (bu aynı zamanda zıt renklere de örnektir).

fincher’in sinema dünyasında söz sahibi olduğu bir diğer unsur neo-noir üslubudur (evet tür değil, üslup). bu üslubun en önemli özelliği düşsel, erotik, karmaşık, zalim ve tuhaf olmasıdır. kara filmlerde, spekülatif, doğaüstü ve müzikal öğelere yer verilmez. atmosfer, içerik ve karakterler ön plana çıkar. suç, ileriye ve geriye gidiş, ışığı kontrastlarla kurgulama belirgin özelliklerdir (bu filmlere en güzel örnek olarak (ki bence de türün en iyisi olan) the third man’i ve nispeten daha yakın tarihli olarak chinatown’u gösterebiliriz - bunlar david fincher filmleri değildir). titizlikle örülmüş fight club ve tıpkı bir satranç oyununa benzeyen gone girl, içerdikleri öğelerle, neo-noir olarak nitelendirebilir.


standart isimlerle çalışması

yönetmenlerin tıpkı sahaya çıkaracağı ilk on biri birkaç futbolcu çevresinde şekillendiren teknik direktör gibi, standart isimleri vardır. fincher için de bu elbette geçerlidir. aktör olarak, üç filmde çalıştığı brad pitt (ki world war z-2’de de çalışıyorlar), the social network, the girl with the dragon tattoo ve gone girl’ün müziklerini yapan trent reznor, (the social network ile oscar almıştır) olmazsa olmazlarının başında gelir.

bilim kurgudan uzak durmuştur

evet, istemeyerek kabul ettiği ve vasatı aşamadığı alien-3 onun adına büyük bir istisnadır (bu filmi yönetirken de daha 30 yaşında olduğunu hatırlatmakta fayda var). zaten bilim kurgu adına ilk ve son denemesi olmuştur. world war-z 2 ile de oldukça olgunlaşmış şekilde dönecek gibi ancak ilk film gibi mi olacak, yoksa fincher kendi yorumunu mu katacak göreceğiz.

fincher, filmlerinde daha çok döneme ilişkin toplum sorunlarını filme yedirmeyi başarır. tyler’in dairesi bir daireden öte, bir ikea reklamıdır (o dönemlerde oldukça modaydı). zodiac; kitle iletişim araçlarının dünyada söz sahibi olmaya başladığı 70’lerden bir örnektir. the social network, internet çağının cazibesine bir bakış atar. basit bir fikrin, toplumu nasıl derinden etkilediğine dair bir deneyim sunar.


kendini yok eden kahramanlar

se7en’in finalinde john doe, fight club’in finalinde tyler, the game’in finalinde van orton kendilerini açıkça yok etmeye çalışmışlardır (ancak sadece van orton’un girişimine açıkça intihar teşebbüsü diyebiliriz). fincher, kendisiyle mücadele eden karakterleri sever.

karşı koyan kadınlar

alien’in ripley’i, the girl with the dragon tatoo’nun lisbeth’i, panic room’un meg’i ve gone girl’ün amy’si; canı yanan, tecavüze uğrayan, ikinci sınıf, zayıf görülen kadınlar için birer semboldür. pes etmezler ve kaderlerine karşı koyarak mücadele ederler.


tekrarlar

sinema dünyasını az çok takip eden herkes , fincher’ın tekrar konusundaki takıntısını da bilir. social network’ün açılış sahnesi 99 tekrardan sonra çekilmiştir. gone girl'ün çekim başı tekrar ortalaması 50'dir. gerçekten mükemmelliyetçidir.

son olarak, kamera açısı

fincher’ı fincher yapan pan kamera tekniği dediğimiz, kameranın sabit kalarak çekim yapması tekniğini en iyi uygulayan yönetmen olmasıdır (se7en filmindeki kamera kullanımı ile ilgili şurada bir şeyler karalamıştık). karakterler kameraya göre hareket eder, onlar yürürken açı x ekseninde hareket eder, durduklarında durur. biz olan biteni gerçek anlamda “seyirci” olarak izleriz. michael'ın , vagner’in sniper'ından kaçarken biz de onunla beraber koşmayız, çevreyi, ormanı, ağaçları, saklanışını izleriz. bu da filmlerine derinlik sağlar ve karakterler ile birlikte çevresel faktörleri de özümsememize yardımcı olur. bu tekniği en son cuaron’un roma’sının açılışında da kapanışında da güzel güzel görmüştük. fincher nasıl yarı-kubrick olarak adlandırılıyorsa, cuaron da bir nevi yarı fincher'dir diyebiliriz.

her filmini sabırsızlıkla beklediğimiz fincher, bizi şaşırtma(ma)ya devam edecek, eminiz.

Christopher Nolan'ın, Filmlerinde Kullandığı Kendine Has Sinema Teknikleri