EDEBİYAT 12 Temmuz 2019
44,2b OKUNMA     704 PAYLAŞIM

Dostoyevski'nin Sayısız Sinema, Tiyatro ve Edebiyat Eserine İlham Veren Romanı: Yeraltından Notlar

1864 yılında Petersburg'da basılan ve edebiyat tarihine adını altın harflerle yazdıran, Albert Camus dahil olmak üzere birçok Batılı düşünürü varoluşçu anlamda etkilemiş bir klasik olarak kabul edilen bu kısa romanı inceliyoruz.


Roman ne anlatmakta?

varoluşçu felsefenin edebiyat alanındaki ilk temelleri, 19. yy ortalarında kierkegaard’ın “kaygı üzerine” adli eseriyle atılmış, takip eden yüzyılda ise “sartre”ın “bulantı”sı ve “camus”nun “yabancı”sı ile iyice ete kemiğe bürünmüştür. “öteki ben” adlı kitabında, bir nevi şizofrenliği keşfeden dostoyevski, “yeraltından notlar”ında (istemli veya istemsiz) varoluşçuluğun ilk ve en önemli eserlerinden birine imzasını atmış, sadece bir önceki cümlede adı geçen yazarları değil, başta hemen hemen her filminde olmak üzere, vatandaşı tarkovski’ye, üç-beş kelam edeceğimiz “yeraltından notlar” ile scorsese’ye (taxi driver) ve yine az önce bahsettiğimiz “öteki ben” ile denis villeneuve’ye (enemy) ilham kaynağı olmuştur.

iki kelime ile özetlemek gerekirse resmen “yargı dağıttığı” bu kitapta dostoyevski romanı, varoluşçuluğun kendine en has özelliklerinden olan; dünyaya saçma gelen bir absürdist yaklaşıma ve ana karakterin kendini çevreden izolasyonu gibi iki harekete bağlar. yakından incelendiğinde, ana karakterin yaşamdaki anlam eksikliği, kendine olan nefretinden kaynaklanmaktadır. yeraltı adamı'nın varoluşsal krizinin genetik bir miras değil , yarattığı bir illüzyon olduğunu da görürüz. eser boyunca, kendisi için varoluşçu bir ortam yaratma uğraşına karşın “gerçeklik” konusundaki çarpık perspektifini de sürdürür.

varoluşun üstlendiği (veya kavramın kendisine yüklenen) en basit anlam; insanların, olmadığı veya olamayacağı yerde önem yaratma denemesidir. her türlü anlamın peşinde koşmak saçmadır. diğer insanların düzene, yapıya ve özellikle dine olan güveninde, varoluşçu, kasıtlı bir aldatmaca görür. insanlar devlette, parada, ailede ve dinde mutluluğu ararlar. varoluşçu için, bunlar yalnızca insanın kendisini bir tür zorunluluğu yerine getirme duygusu ile zihnini temizlemek için yarattığı kavramlardır.

romanda, yeraltı adamımız işte bu kerhen yerine getirilen kavramların arasında kendisini ikiyüzlü bir konumda bulur. bir yandan, etrafındaki insanları ve dünyayı açıkça küçümser, devlet memuru olarak çalışması nedeniyle acı çeker ve iş arkadaşlarından nefret eder. bununla birlikte yeraltı adamı, nefret ettiği bu insanlara ve kurumlara olan karşıtlığı ile de kendini tanımlamaktadır. peki bu karşıtlıkta sarf edeceği ölçüsüz eleştirileri kime ya da neye yönlendirebilir? işte bu noktada yeraltı adamımız nefreti için bir tür sebep bulmak adına dünyaya karşı olduğu bir “gerçeklik” yaratmaya çalışır (bunun en güzel örneğini guy ritchie’nin memento’sunda görebilirsiniz). bunu yaparken korumak istediği varoluşçu ilkelerini kırar, başkalarının sahte gerçekleriyle alay ederek kendi kurgu dünyasını yaratır.

(kitapta bu çarpık gerçeği pekiştirmek için dostoyevski'nin kullandığı en önemli yapısal araçlardan biri, hikayenin yeraltı adamının bakış açısından anlatılmasıdır-bu tekniği ilerleyen zamanlarda camus'un yabancı’sı “meursault”sunda ve salinger'ın “caulfield”ında da göreceğimiz gibi, yeraltı adamı da bu dünyadaki tek penceremizdir)

sonuç olarak, bu çarpıklığı sadece içinde yaşadığı (veya kurguladığı) “gerçeklik” üzerinden anlarız. ve bu gerçeğin anahtarı da adamımızın “yeraltı” statüsüdür. kendisini iki ana sebepten dolayı , “yeraltında” olarak tanımlar. birincisi, yeraltını yabancı bir figür olarak kurgular ve bu durum, çok fazla acı ve sefaletin kaynağı olmasına rağmen kendisi için yarattığı gerçeklik için esastır.

ikincisi: orada, dışarılarda bir yerlerde, günlük yaşamlarının zulmüne karşı birleşmeyi bekleyen –ve kendisi gibi düşünen- başka yeraltı insanlarının olduğu düşüncesidir ancak ironik olarak, yeraltı adamı diğer yeraltı adamlarını aramak için fazla kayıtsızdır ve bu kendi içinde daha fazla memnuniyetsizlik yaratır.


kitaptan naçizane aldığım “notlar” şöyle

+ umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan.

+ küçülmekten bile zevk almaya kalkışan bir adamın, biraz olsun öz saygısı kalır mı?

+ ne çare ki gevezelik, daha doğrusu elekle su taşıma, her zeki adamın kaderine yazılıdır.

+ doğrusu, şahsi çıkarlara dayanan bir sistemle insanlığın ıslah olacağını iddia etmek, bence, hemen hemen... “buckle”ın medeniyetin insanları yumuşattığını, bu sebeple onları daha az vahşi, daha barışçıl hale getirdiğini iddia etmesine benzer.

+ namuslu adamların korkak ve köle ruhlu oluşu yalnız zamanımıza, tesadüf sayılacak bazı koşullara bağlanamaz, namuslu insanlar her zaman korkak ve köle ruhlu olmalıdır.

+ okumaktan başka yapılacak isim, gidecek tek yerim yoktu çünkü çevremde saygıya layık, beni kendine çekebilecek bir meşguliyet bulamıyordum.

+ düpedüz bir adam için çamurlanmak ayıp sayılır, halbuki bir kahraman istediği kadar içine dalsın, nasılsa çamur ona bulaşmaz.

+ hile ile his kolay bağdaşır.

+ yalnız bir de şu var liza; insana yalnız keder, acı batar da saadetimizi fark edemeyiz.

+ birini tanıdım “çok sevdiğim için sana eziyet ediyorum, kıymetini bil” derdi. aşkın insana böyle şeyler yaptırdığını, insanın sevdiği kimseyi üzmekten hoşlandığını bilir miydin? bunu en çok kadınlar yapar.

+ sevgini bulunmadığı yerde, akıl da arama.

+ kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten bir ızdırap mı daha iyidir?

Fotoğraf: pazarkulturvesanatevi @Instagram


Kimlerin kitabıdır bu?

yeraltından notlar için dostoyevski'nin en iyi kitabı diyebilirim. suç ve ceza'dan da daha iyi bence. çünkü gerçekten ruhen yeraltında yaşayan bir insanın yazabileceği ve anlayabileceği bir kitap bu. hani "kim ne demiş" ile ilgilenmeyip, umrunda olmayan insanların hayatlarını dinlemeyip, anlamaya ve aklında tutup hatırlamaya değer görmeyip de bin yıl önce yaşadığı zerre kadar her boku hatırlamanın eziyetini yaşayanların, etkilendiği tek cümlenin sahibini yıllar sonra hatırlayanların kitabı bu. yalnızlığı, dışlanmışlığı, hakikaten hakikati kanla haykırıyor bu kitap.

Bir alıntıyla bitirelim

"sanki bu taş duvar gerçekten de huzurun ta kendisi ve gerçekten de içinde bir barış düşüncesini barındırıyor gibi ve bu sırf onun iki kere iki dört eder kadar kesin olmasından dolayı böyle sanki. ne büyük saçmalık! her şeyi anlamak, tüm imkansızlıkların ve tüm taş duvarların yani her şeyin bilincine varmak; uzlaşmak size tiksinti veriyorsa bu imkansızlıkların ve taş duvarların hiçbiriyle uzlaşmamak; en kaçınılmaz mantık kombinasyonları yoluyla, hatta taş duvarın varolmasında bile bir nedenden ötürü yine de hiç suçlu olmadığın o kadar açıkken sanki kendin suçluymuşsun gibi en iğrenç sonuçlara varmak ve bunun neticesinde sessiz ve güçsüzce dişlerini gıcırdatarak, hatta kızacağın hiç kimse olmadığını, bir gerekçenin de olmadığını, belki de hiçbir zaman olmayacağını, burada sadece aldatma, sahtekârlık, dolandırıcılık olduğunu, burada yalnızca ne veya kim olduğu belli olmayan bulanık bir varlık olduğunu, ama tüm bu belirsizliklere ve aldatmacalara rağmen içinizde bir şeylerin ağrıdığını ve ne kadar çok şey bilirseniz o kadar çok ağrıdığını hayal ederek adeta şehvet dolu bir atalet içinde donakalırsınız."

Her Devir Her İktidar İçin Uygun, Zamanının Ötesinde Bir Eser: Hayvan Çiftliği

Albert Camus'nün, Okuyanları İntihara Yönlendirdiği Söylenen Eseri: Sisifos Söyleni

Tom Robbins'in, Aşk ve Kelebekleri Felsefeyle Harmanladığı Bal Tadında Kitabı: Dur Bir Mola Ver