Fantastik Edebiyatın Tanrıçası Ursula K. Le Guin'den Hayata Bakışınızı Aydınlatacak Alıntılar
"birisinin zihni
hiçbir zaman
onun kendi zihninden
ibaret değildir,
doğumunda bile.
ve insan
yaşadıkça,
öğrendikçe,
kaybettikçe
bundan
daha da uzaklaşır"
"bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler."
"bir hırsız yaratmak istiyorsanız sahip yaratın.
suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun"
"gerçekliğimizin kasım kasım kasılan vatanseverliğe, kendinden menkul acımasızlığa alçaltılmış göründüğü amerika'da, yaratıcı edebiyat yiğitliğin ne olduğunu, gücün köklerini araştırmayı, ahlaki seçenekler sunmayı sürdürüyor. imgelem, etiğin enstrümanıdır..."
"çocuklar için yapılan edebiyatın has örneklerini yalnızca fikirlerin aracı olarak öğretmek, eleştirmek, sanat eseri olarak görmemek vahim hata. sanat bizi özgürleştirir; sözcüklerin sanatı, bizi sözcüklerle dile dökebileceğimiz her şeyin ötesine taşır..."
“kadınlar, kadın olarak kaldıkları sürece, erkek egemen düşüncesiyle oluşturulmuş bir toplumda, insanın insanoğlu diye adlandırdığı, tanrının erkeklerin diliyle konuştuğu, tek gidilebilecek yönün ileri, daima ileri olduğu toplumdan, zaten büyük ölçüde dışlanmış durumdalar. bu onların ülkesi, biz kendimizinkine bakalım.”
"vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. devrimi satın alamazsınız. devrimi yapamazsınız. devrim olabilirsiniz ancak..."
"dinsiz, sizden farklı bir kutsallığın varlığını bilen biridir sadece."
"bilinçli bir zihin, bilerek ve özenle bir bütünün parçası olmalıdır. tıpkı bir kayanın bilinçsiz olarak bütünün bir parçası olması gibi."
"çocukların elinden hayal güçlerini alırsanız, büyüyünce birer patates olurlar."
"dertlerin sökülmüş kumaşını dikip onaran uyku..."
"hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de. aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın; ancak o zaman özgür düşünebileceksiniz..."
"kitaplar yalnızca meta değildirler; kar dürtüsü çoğunlukla sanatın hedefleriyle ihtilaf içindedir. kapitalizmde yaşıyoruz, onun iktidarı içinden çıkılamaz gibi görünüyor - kralların kutsal hakları da öyle görünüyordu. insana ait her iktidar, yine insanlar tarafından direnişle karşılaşabilir ve değişebilir. direniş ve değişim çoğunlukla sanatta başlar. sıklıkla da bizimkinde, kelimelerin sanatında.
güzel insanların yardımıyla, bir yazar olarak oldukça uzun ve iyi bir kariyerim oldu. şimdi, bunun sonunda, amerikan edebiyatının ihanetini izlemek istemiyorum. biz, yazarak ve yayımlayarak yaşayanlar, gelirden kendi payımızı istemeli ve talep etmeliyiz: fakat bizim harika ödülümüzün adı kâr değil: onun adı özgürlük."
"zamanın akışı içinde yüzen küçük saf alçı kabarcıkları olsak bu hoş bir şey olabilirdi ama durum öyle değil. biz rasyonel varlıklarız."
"biz, tekil kişiler olarak, ruh olarak birer birer yaşarız. kişi, tek bir kişi olarak. ortaklık, umut edebileceğimiz en iyi şeydir, ve ortaklık çoğu kişi için dokunmak demektir: elinizin bir başkasının eline dokunuşu, birlikte yapılan iş, birlikte çekilen kızak, birlikte edilen dans, beraber dünyaya getirilen çocuk. biz sadece tek bir vücuda ve iki ele sahibiz. bir çember oluşturabiliriz, ama bir çember olamayız."
"özgürlüğün ne demek olduğunu halen hatırlayanlar başka bir dünyanın mümkün olduğunu gerçekten daha gerçekçi biçimlerde anlatmalıyız."
"biri nasıl olur da bir ülkeden nefret eder veya herhangi bir ülkeyi sever? tibe bu konudan konuşup duruyor; ben bunu anlamama yarayacak püf noktasından yoksunum.
insanlar tanıyorum, şehirler biliyorum, çiftlikler, tepeler ve nehirler ve kayalar, sonbaharda güneş bu tepelerdeki bir sürülmüş tarlanın kenarına batarken nasıl ışığını vurur biliyorum; ama tüm bunlara birer sınır koymanın anlamı nedir, bunlara birer isim vermenin ve o ismin artık geçerli olmadığı yerde sevmeyi bırakmanın?
birinin ülkesini sevmesi nedir; ülkesi olmayan yerlere duyduğu nefret mi? o zaman bu iyi bir şey değil ki. basitçe kendini sevmek olabilir mi? fena bir şey de sayılmaz belki, ama birileri bundan bir erdem yaratmaya veya meslek edinmeye kalkışmamalı.
şimdiye kadar hayatı sevdiğim için, hep estre arazisinin tepelerini sevdim, ama bu öyle bir sevgiydi ki içinde nefreti çerçeveleyen hiç bir sınır çizgisi yoktu. bunun daha ötesi varsa da öyle umuyorum ki ben bu konuda cahil kalırım."
kurmaca, roman, bilimkurgu okumanın gereksizliği, bir işe yaramaması üzerine
"kim büyük bir özgüvenle, savaş ve barış’ı, zaman makinesi’ni, bir yaz gecesi rüyası’nı kapı dışarı ediyor?
korkarım sokaktaki adam –çok çalışan, otuzun üstündeki amerikalı erkek- bu ülkeyi yönetenler yani.
bütün bu kurmaca sanatını böyle reddetmek birçok amerikan özelliğiyle bağıntılıdır: püritenlik, çalışma ahlakımız, her şeyden kar etme zihniyetimiz hatta cinsel değerlerimiz.
savaş ve barış’ı ve yüzüklerin efendisi’ni okumak “iş” değildir, sadece “zevk” için yapılabilir bu. eğer buna bir eğitim ya da kendini geliştirme değeri de yakıştırılamıyorsa, o zaman püriten değerler sisteminde , bu olsa olsa kendi içine kapanma ya da kaçıştır.
çünkü püriten için zevk bir değer değildir, tam tersine günahtır.
aynı şekilde işadamımızın değerler sisteminde, eğer bir edim hemen ve elle tutulur bir kar sağlamıyorsa, haklı gösterilemez. dolayısıyla tolstoy ya da tolkien okumak için tek mazereti olan kişi, bu iş için para alan ingilizce öğretmenidir.
işadamımızsa, kendisine arasıra best-seller okumak için izin verebilir: iyi bir kitap olduğu için değil, sadece çok sattığı; yani başarı ve para kazanmış olduğu için. para işleriyle uğraşan kişinin o tuhaf gizemli zihninde bu başarı, o kitabın varoluşunu haklı çıkarır; best seller okuyarak bir nebze de olsa, başarının iktidarını ve büyüsünü paylaştığını hisseder. laf aramızda, eğer buna da büyü denmezse, ben büyünün ne olduğunu bilmiyorum demektir!
sonuncu öğe, yani cinsel değerler meselesi daha karmaşıktır.
bizim kültürümüzde kurmaca sanatlara karşı tutumun temelde erkeklere özgü olduğunu söylersem, umarım cinsiyetçi olarak değerlendirilmem. amerika’da yaygın olarak erkek çocuk ve erkek, kendi erkekliğini tanımlarken bazı eğilimleri, toplumuzca “kadınca” ve “çocukça” olarak görülen bazı insani yetileri ve potansiyelleri reddetmeye zorlanır. bu eğilimlerden ve potansiyellerden biri de, en gerçek ifadesiyle, insanın tamamiyle temel melekelerinden biri olan hayal gücüdür."
ursula k. le leguin, "devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir." demişti. bu farkına varılması gereken bir farkındalık duygusudur ama bu duygu sürekli törpülenmiştir. çarpıcı tespitleri içerisinde barındıran aşağıdaki pasaj bu duruma dairdir
"egemen sınıf daima azdır, kast toplumunda bile, az olan kalabalığa hükmeder. yoksullar daima varsıllardan kalabalıktır. güçlüler, hükmettiklerinden azdırlar. yetişkin erkekler, kadın ve çocuklardan daima daha az sayıda olmalarına rağmen, neredeyse tüm toplumlarda üstün konumdadırlar. hükümetler ve dinler, eşitsizliği, sosyal statüleri, cinsiyet statülerini ve ayrıcalıkları tamamen veya seçici olarak onaylayıp sürdürürler. çoğu insan, çoğu yerde, çoğu zaman, aşağı konumdadır. ve çoğu insan, bugün bile, “özgür dünyada”, “özgürlüğün anayurdunda” bile, bu durumu veya bunun belirli unsurlarını doğal, gerekli ve değiştirilemez kabul eder. “böyle gelmiş, böyle gider,” der. bu, kanaat de olabilir cehalet de; çoğu zaman ikisi birliktedir. yüzyıllar boyunca, alt statüden çoğu insan, toplumsal düzenin başka bir şeklinin var olduğu veya olabileceği ve değişimin mümkün olduğu konusunda bir bilgiye erişme şansına sahip olmamıştır. bu bilgiyi ve düzen değişirse riske girecek olanın kendi iktidarları ve ayrıcalıkları olduğunu, sadece üstün konumda olanlar bilmiştir."
"birey, cinsellikten daha fazlası olabilirse insandır."
"apollo, ışığın, aklın, orantının, uyumun ve sayıların tanrısı olan apollo, tapınırken kendine çok yaklaşanı kör eder. güneşe çıplak gözle bakmayın. her fırsat bulduğunuzda karanlık bir bara gidip dionysos'la beraber kafaları çekin. tanrılardan söz edene bakın. ben, bir ateist. ama aynı zamanda bir sanatçıyım ben, o yüzden de yalancıyım. söylediğim her şeyden şüphe edin. gerçeği söylüyorum. anlayabildiğim ya da ifade edebildiğim tek gerçek, mantık açısından tanımlanacak olursa bir yalan. psikoloji açısından bir simge. estetik açısından bir metafor."
"sol yanına bakınca adamın çöl toprağı üzerinde, pelerinine sarınmış olarak, bir kolu başının altında, derin derin uyuduğunu gördü. uykudayken yüzü neredeyse kaşlarını çatıyormuşçasına sertti ama sol eli toprağın üzerine; üstünde hala gri tüyden eski kılıfı, diken ve başakçıklarıyla kendini zar zor savunan küçük bir devedikeninin yanına, gevşek bir şekilde uzanmıştı. adam ve minik çöl devedikeni; devedikeni ve uyuyan adam...
adam, gücü toprağın kadim güçleri'ne denk ve en az o kadar kuvvetli olan biriydi; ejderhalarla konuşmuş ve tek bir sözüyle zelzeleleri durdurmuş biri. ve orada, toprağın üzerinde, elinin yanıbaşında büyümekte olan bir deve dikeniyle birlikte uykuya dalmış yatıyordu. bu çok garipti. yaşamak ve dünyada olmak, onun düşlediğinden çok daha büyük, çok daha garip bir şeydi. gökyüzünün haşmeti adamın tozlu saçlarına değiyordu; bir an için deve dikenini de altın rengine çevirmişti."
"aklıbaşında biri nasıl böyle bir dünyada yaşayıp da delirmez?"
zamanında harry potter çılgınlığı sürerken, ursula k. le guin ile bir röportaj yapılır
- sizin yerdeniz büyücüsü kitabınızda da yetim bir çocuk var ve büyücü olduğunu keşfedip bir okula gidiyor; j. k. rowling’in harry potter serisinde de aynısı oluyor ve harry potter kitapları patladı. buna hiç kızıyor musunuz veya içerliyor musunuz?
- tabii ki hayır. bu şanstır neticede. kendisi de hikâyelerini güzel bir şekilde kaleme alan başarılı bir yazar.
hakikaten de le guin, bu tarz fantastik bir dünyayı bizlerle rowling’den önce tanıştırmış olmasına rağmen, rowling milyarder olurken kendisi normal yaşantısını sürdürmüştür ve bunu hiç dert etmemiştir. “ne kadar büyük bir yazarmış,” demek için değil, şansın bazen kimlerin yüzüne gülüp kimlere gülmediğini belirtmek için yazdım bunu. kaldı ki kendisi de edebiyat dünyasında hayli saygın bir yazar idi.
ışıklarda uyusun...