TELEVİZYON 8 Nisan 2020
75b OKUNMA     583 PAYLAŞIM

Flashback'leri Kabak Tadı Veren La casa de papel'in 4. Sezon İncelemesi

Netflix'in en sevilen dizilerinden La casa de papel'in, bol flashback'li 4. sezonuna dair bir değerlendirme.

her ne kadar anlatımını dağınık bulsam da la casa de papel'in ilk iki sezon boyunca işlediği fikir çok hoşuma gitmişti. bu fikir de soygundan, yaşanan aşklardan, gösterilen aksiyondan öte "plan yaparken detaylarla istediğin kadar uğraş. eğer insan faktörü varsa işler asla düşündüğün gibi gitmez." gibi drama kurallarına uygun bol stres yaratan ve izlemesi keyifli bir fikirdi.

dizi de bu fikri güzel bir şekilde uyguluyordu. profesör her durumun ters gitme ihtimaline karşı plan yapmış bir karakterdi. ancak işler o kadar karışıyordu ki b, c, d planları bile bir yerden sonra yetmiyordu ve iş doğaçlamaya kalıyordu. ki bu hayatın genel akışına çok uygun bir durumdu. ancak işlerin karıştırılma tarzı biraz zayıftı. çünkü evet bütün sorunlar insan faktöründen çıkıyordu ancak profesörü çok ileri görüşlü yazınca haliyle ekibi çocuğun bile yapmayacağı hataları yapacak şekilde yazmak zorunda kalmışlardı.

bu durum ilk iki sezon boyunca idare edilebilir seviyedeydi ancak üçüncü sezonda bu mekanik artık sıkıcı bir duruma geldi. çünkü ekip adeta sorun çıksın da aksiyon olsun diye uğraşıyordu. bu da en nihayetinde profesörün özenle seçtiği insan profiline uymuyordu. bu yüzden geçen sezonun (3.) teknik açıdan çok iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. yine de dizinin yeni sezonda toparlama ihtimali var diyerek 4. sezonu izlemeye başladım. şimdi dizi çok beğenilen sezonlarına geri mi dönmüş yoksa üçüncü sezonun kaldığı yerden kötüleşmeye devam mı ediyor bir bakalım.

.

öncelikle şunu söylemeliyim ki dizinin karakterlere yaklaşımı çok ilginç

normalde elinize uzun soluklu bir dizi yapma şansı geçtiğinde hikayeyi çeşitlendiren renkli karakterleri tutup, akışın aksamasına neden olan karakterlere yol verirsiniz. bu dizide ise bunun tam tersini yapıyorlar.

mesela berlin hakkında yaşanan durumu anlamak çok zor değil aslında. kendisini psikopat, egoist ancak şeytan tüyü olan bir karakter olarak tasarladılar ve uygulamada başarılı oldular. oyuncunun da katkısıyla her an patlamaya hazır ancak elegant bir havası da olan çok yönlü bir karakter portresi çizdiler. zaten izleyicilerin büyük çoğunluğu da bu karakteri çok beğendi. ancak diziyi normalde iki sezon (ki aslında o da tek sezonun ikiye bölünmesi) olarak tasarladıkları için finalde karakteri efsaneleştirmek adına öldürdüler. buraya kadar her şey normal ancak diziyi uzatma kararı alınca berlin'i öldürme fikri ellerinde patladı.

bu boşluğu doldurmak için de palermo'yu getirdiler. ki aslına bakarsanız palermo, berlin'den farklı bir profil çizse de hikayede kendisine verilen görevi gayet iyi sırtlıyor. berlin gibi soğuk kanlı biri değil. mesela berlin karşısında yaşanan en yüksek duygu patlamasına bile kayıtsız kalabiliyordu. palermo ise yönetme hırsı konusunda daha histerik. ayrıca berlin'e karşı zaafı da çok net şekilde gösteriliyor. yine de palermo hikaye için işlevsel bir karakter. buna rağmen bir türlü parlamasına izin vermiyorlar çünkü neredeyse soygundan çok berlin flashback'i izledik bu sezon boyunca.


flashback ise bu dönemde bol kepçe kullanılsa da aslında çok tehlikeli bir tekniktir

bu teknik; eğer hikayeyi ileride başlatıp detayları gizlerseniz, geçmişle şimdiyi bir arada paralel kurgu olarak anlatmayı başarırsanız, bu arada geçmiş ve gelecek arasında bir anlam bütünlüğü tutturursanız, ortaya muazzam bir hikaye koymanızı sağlar. (bkz: godfather part ii) (bkz: lost)

ancak ortada çözülmesi gereken bir problem var ise ve siz bunun çözümünü flashback'lerde buluyorsanız bu hikayenizin inandırıcılığını zayıflatır. diziden örnek vermek gerekirse diyelim ki profesörün bir kabloya ihtiyacı var. burada hemen bir flashback giriyor ve profesörün çok önceden bu ihtimali düşündüğünü ve hazırlık yaptığını izliyoruz. problem ise burada başlıyor çünkü "böyle bir sorun yazdık ama daha öncesinde buna çözüm olacak bir hazırlık da yapmamıştık. ee hikaye de tıkandı şimdi. ne yapalım, bir flashback yazalım da aslında çok önceden bunun çözümünü hazırlamışız gibi anlatalım." demişler gibi duruyor. bu da diziyi yazanların neyi kurtarmaya çalıştığını çok belli ediyor.


ancak dizideki tüm flashback'ler böyle değil. yerinde kullanıldığı anlar da var. mesela gandia serbest kalıp nairobi'yi rehin aldığında bu karakteri derinleştirecek, eğlenceli görüntüsünün altında aslında ne kadar yalnız biri olduğunu gösterecek flashback'ler kullanılıyor. ki bu teknik ölümünün etkisini arttırıyor. ancak o kadar karakter varken dizide çok yönlü olmayı başaran nairobi'nin öldürülmesi anlatımı da sığlaştırılıyor.

sığlık demişken dizi başlarda tek yönlü görünen bir karakteri adım adım derinleştirmeyi de başarmış

bu karakter de denver. (denvır değil denverr) dizi başladığında denver fevri, asabi ve problem çıkarmaya meyilli biri gibi duruyordu. öncesinde girdiği tartışmalar da buna işaret ediyordu ancak diğer karakterler stres altında bir bir ezilirken denver önce monica ile tanışması daha sonra babasını kaybetmesiyle daha olgun ve çok yönlü bir karakter haline geldi. denver'i de ekibin diğer üyeleri gibi işleselerdi olduğu yerde sayıyor olurdu. ancak monica ve rio'yu konuşurken görünce kıskanması, tokyo için yaptığı yorum, karşısındaki insanın duygusal ihtiyaçlarını görememesi (tokyo ile birlikte dertlerini paylaşan rio ve monica'yla dalga geçmeleri) üzerine monica'dan azar yerken hatasını bir türlü anlamaması (hangimizin başına gelmedi bu durum), rio'ya kendi çapında destek olmaya çalışması karakterin farklı yönlerini gösteren çok iyi düşünülmüş anlardı.


dizinin değiştirdiği karakterler sadece denver ile sınırlı değil. geçtiğimiz sezon finalinde profesörü kötü bir durumda bırakmıştık. bu sezonda ise karakterin daha farklı yönlerini görüyoruz. ilk iki sezonda karakterimiz sosyal açıdan zayıf, insanları umursasa da bunu çok belli edemeyen, insandan çok işlevsel bir makine gibi hareket etmeyi tercih eden (her ne kadar bu konuda çok başarılı olamasa da) biriydi. bu sezonda ise kendisini kaçarken ve hezimete uğrarken görüyoruz. bu kaçma mantığı da diziyi daha heyecanlı yapıyor bir yerde. ayrıca karakterin berlin'i özlediğini, lisbon ve ekibin diğer üyeleri içinse gerçekten endişelendiğini görüyoruz. bunlar da karakter dinamiğinin değiştiğine işaret.

bu kısma kadar dizinin az biraz iyi yönlerinden bahsettik. ancak fark edebileceğiniz üzere izlediğimiz sekiz bölüm içinde bunlar çok küçük detaylar. dizinin büyük bölümünü kaplayan kısım için ise bu kadar olumlu şeyler söyleyemeyeceğim maalesef.

öncelikle dizinin ilk problemi senaryo yazılırken seyirciye bir şeyler hissettirmek için çok çaba sarf etmeleri

mesela anime'lerde fan service diye bir kavram vardır. hikayenin çok iyi olmadığını bilen yapımcılar, işte dekolteyle bilmem neyle izleyiciyi ekran başında tutmaya çalışır. bu dizideki fan service görsel değil ancak hikaye sanki izleyiciler en kolay neye tepki verecekse ona göre tasarlanmış gibi.

mesela arturo'nun olaylara dahil oluşuna bir bakalım. arturo roman öncesinde bencil, şerefsiz ve biraz da komik bir karakterdi. ancak tüm bunlar kendisini beklemediği olayların içinde bulunca ortaya çıkıyordu. üst düzey bir yönetici olan arturo’nun rehin alındığında kendi altında çalışan insanları umursamaması, profesyonel hayatında cesur olması gereken bir pozisyondayken herkesten çok korkması gibi durumları hep rehine olduğu zaman öğreniyorduk.


ancak arturo kendi hikayesini tamamladı. bir şekilde kurtuldu ve üçüncü sezonun başında bizleri çok şaşırtmayarak hayatına bir şarlatan olarak devam ediyordu. buraya kadar her şey normal. hatta ben, arada televizyona röportaja çıkacağını ve bu korunaklı alandan ekibe sıkarak onları sinir edeceğini düşünüyordum. ancak tutup bankaya girmesi arturo’nun karakter gelişimine hiç uygun değil. burada da biraz önce bahsettiğim fan service durumu var. çünkü arturo izleyicilerin nefret etmeyi sevdiği bir karakter. bu yüzden yazarken sanki "arturo’yu bir şekilde ekibin yanına gönderip onları sinir edecek şeyler yaptıralım. bunun hikayeye bir katkısı var mı? yok. olsun ama izleyici seviyor böyle şeyleri." demişler gibi duruyor yaptığı her şey.

izleyiciye "haydi bu karakterden nefret edin." deme durumu sierra'da da görülüyor

çünkü sierra sadece nefret edilecek yönleri gösterilen bir karakter. daha öncesinde professor ve raquel kapışırken, raquel’in amacı işini yapmak ve rehineleri sağ salim kurtarmaktı. çünkü sürekli kendi çocuğuna dönüyordu ve profesöre karşı dişe diş mücadele etse de aslında merhametli bir yönü olduğunu da görüyorduk. sierra'nın ise tek bir yönünü biliyoruz. abartılı mimikler ve hikayenin akışına yaptığı sıfır katkı. kendisi insanlara işkence eden psikopat bir karakter de olabilir bu problem değil ancak bunun ötesinde hayatına dair birkaç detay eklenseydi sadece izleyici stres olsun diye yazılmış bir karakter olduğu bu kadar belli olmazdı en azından.

gerçi bir saatten sonra bu durumu çevirmek için çabalıyorlar ve sierra'ya ölen eşiyle son zamanlarını anlattırıyorlar. ancak en azından öncesinde sierra'yı birkaç kez mutsuz görseydik bu anlarda "hııı demek ondanmış." diyebilirdik. ancak buraya gelene kadar sierra şeker kemirmekle meşgul olduğu için bunu anlattığı sırada sanki eşinin ölümünü umursamamış gibi görünüyor. bu yüzden tren çoktan kaçmış oluyor ve karakterle izleyicinin bağ kurması imkansız hale geliyor.


rol verelim de izleyici hikayeden etkilensin diye düşünülen bir diğer karakter de tokyo

ki bu kendisinin rolünün azaltılmış hali. ilk üç sezon boyunca ekibin başına ne geldiyse aşağı yukarı hep tokyo'nun yediği naneler yüzünden geldi. şimdi burada olmalarından da bir nebze o sorumlu. ancak "bu karakter böyle fevri işte." diyerek stres yaratmak kolay olduğu için kendisini yine bol bol görüyoruz. hatta lider yapılıyor ki senarist kamera karşısına geçip el sallasa bu kadar "karakteri sevenleri görmezden gelmedik." diyebilirdi. çünkü evet ekipte herkes lider olabilir. tokyo da rekabetçi bir karakter ancak diğerlerinin tokyo'yu desteklemesi biraz garip. çünkü tokyo şimdiye kadar belki de onlarca kez çıbık kraker bile emanet edilmeyecek biri olduğunu kanıtladı. belki arkadaşlarıdır, belki kör kütük aşıklardır ama bu kadar büyük stresin olduğu bir ortamda diğer karakterlerin tokyo'yu lider olarak kabul etmesi çok anlamsız. belki tokyo adım adım gelişerek lider konumuna gelse bunu kabul ederdik ama senaristler "karakter seviliyor zaten. şimdi kim uğraşacak karakterin onlarca detayıyla. sal böyle gitsin." demişler gibi.


karakterler böyleydi. hikaye akışı nasıl diyecek olursanız dizi o konuda da size pek bir şey sunmuyor

mesela dizide yapılan büyük bir operasyon var. tonlarca altın eritiliyor ancak senaristler bunu unutmuş olacaklar ki sezonun ilk üç bölümü boyunca soygundan neredeyse bahsedilmiyor. ki ilk iki sezonun en eğlenceli kısımları nairobi'nin kurduğu fabrikaydı. burada ise ona benzer bir anı sadece bir kere nairobi taht gibi oturduğu motosikletiyle kazanların olduğu yere geldiğinde görebiliyoruz.

ayrıca sanırım sürekli aynı şeyi gördüğümüz için bağışıklık kazandık ama ekibin tartışma sahneleri çok düşük olmuş. çünkü biliyorsunuz ki bir yerden sonra herkes birbirine silah çekecek, sonra bir yığın tehdit savrulacak ancak sonunda kimse kimseyi vurmayacak. çünkü dizide eğer biri vurulacaksa bunu çok ani yapıyorlar. vurulmayacaksa da silahı dakikalar boyu yüzüne tutuyorlar. bunu bir kere fark edince de o tartışmaların hiçbir gerilimi kalmıyor.


bu gerilim düşüklüğünün bir nedeni de ilerleyen bir hikaye olmaması. yani ekip tartışıyor ancak ortada gerçek bir problem yok çoğu zaman. mesela soygun sırasında bir şeyler ters gitse sonra onu nasıl düzelteceklerini tartışsalar sürekli farklı farklı karakterlerin farklı fikirlerini duyacağız ancak yapılan tartışmalar genelde çocuk kaprisi gibi.

dizide karakterlerin önüne atılan sorunlar da aşırı kısıtlı. sadece gandia var bu sezon uğraştıkları. ben mantık hatası aramayı pek sevmem ama burada aramamıza gerek kalmıyor çünkü bütün hatalar gözümüze sokuluyor. şimdi evet gandia, çok sağlam eğitim almış bir asker olabilir. ekip de nairobi'nin ölümü nedeniyle sarsılmış olabilir ama yani gandia'nın bu durumdan dark souls oynar gibi fastroll atarak kaçmasına inanmamızı beklemeleri biraz garip. gandia'nın iki ateş arasında kalıp sıyrık bile almadan kaçmasına ise gerçekten hiç girmek istemiyorum.


ancak dizi hala eğlenceli. onda bir problem yok

şu can sıkıcı günlerde zaten eve tıkıldık kaldık, çok kafa yormadan bir şeyler izleyelim derseniz 4. sezon tam aradığınız şey olabilir. ayrıca bölümler hala çok akıcı. ancak dizi nereye doğru akıyor diye sormamanız lazım izlerken. çünkü o alana bir girerseniz bir daha çıkamazsınız.

bir de yukarıda fan'ları memnun etmek için çalışmışlar dedim ama bu konuda da çok başarılı değiller gördüğünüz üzere. çünkü dünyada herhalde dizinin en çok hayranı türkiye'de. bir ara türk bir oyuncunun diziye "istanbul" olarak katılacağı da konuşuluyordu. ancak türk izleyici için konulan şey doğru düzgün diyaloğu olmayan ekibin dışında bir karakter olmuş. bu da biraz can sıkıcı açıkçası.

yine de dediğim gibi sierra'nın profesörü yakalamasının ardından ya doğum yapması ya da ekibe katılması (belki ikisi birden) gibi aşırı büyük klişeleri kafaya takmamayı başarırsanız dizi en azından yaklaşık sekiz saat boyunca size keyifli zaman geçirtecektir.

La Casa de Papel'deki Şehir İsimlerinin II. Dünya Savaşı'nda Yaşananlarla Benzerlikleri

Metaforlarla Dolu Etkileyici Netflix Filmi The Platform'un İncelemesi