EDEBİYAT 15 Ocak 2018
52,8b OKUNMA     944 PAYLAŞIM

Gelmiş Geçmiş En Büyük Nihilist Emil Michel Cioran'dan Yaşama Sevincini Söndürecek Alıntılar

8 Nisan 1911-21 Haziran 1995 arasında yaşamış olan Rumen yazar ve filozof Cioran, karamsar üslubu ve intihara meyilli düşünceleri ile biliniyor.
Getty Images/Sophie Bassouls

"insan türü ancak kendini mahvedene hayran olur."

"en büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar."

"anlamıyorum, neden bu dünyada bir şeyler yapmamız gerekiyor; neden arkadaşlarımız, arzularımız, hayallerimiz ve umutlarımız olmak zorunda. kuytu bir köşede inzivaya çekilip, dünyanın tüm gürültüsü ve kargaşasından uzakta kalmak, daha iyi olmaz mıydı? işte o zaman kültürden ve ihtiraslarımızdan kurtulabilirdik; her şeyi kaybetmiş olurduk ve hiçbir şey kazanmazdık; hem, bu dünyada kazanabilecek bir şey var mı ki?"

zaten 62 yaşındayken, yazdığı o "gereksiz kitaplar"ın birinde, bunu söyleyen o değil miydi?
"altmışıma kadar bildiğim şeyler zaten yirmimde öğrendiğim şeylerdi. bir ömrün, bir arayışın boşuna geçen kırk yılı..." - de l'inconvenient d'etre ne

"en derin ve en hakiki ölüm, yalnızlık içinde vuku bulan ölümdür; o an geldiğinde, ışık bile ölüme ait bir öze dönüşür. öyle anlar gelecek ki, hayattan, aşktan, gülümsemelerden, dostlardan ve hatta ölümden bile kopacaksın. işte o zaman, dünyanın anlamsızlığının ve kendi hiçliğinin ötesinde bir şey olup olmadığını kendine soracaksın."

(s. 6-7)

"ölmek istediğiniz anlarda bile, bunu üstü örtülü bir pişmanlıkla arzularsınız. ölmek istiyorum ve ölmek istediğim için üzgünüm. bu, kendilerini boşluğa bırakanların yaşadığı türden bir duygudur. en ahlaksız duygu ise ölüm duygusudur. ölümle ilgili olan sapıkça saplantılarından dolayı uyuyamayan insanların olduğunu bir düşünün! kendim ve bu dünya hakkında hiçbir şey bilmemeyi ne çok isterdim!"
(s. 17)

"eğer tamamen dürüst olsaydım, kendi kendime şu soruyu sorardım: yaşamaya neden devam ettiğimi bilmiyorum ve buna karşın yaşamakta neden bu kadar diretiyorum? bu sorunun cevabı muhtemelen, hayatın içindeki irrasyonel özün ortada herhangi bir neden yokken onu korumasında yatıyor. peki ya yaşamak için yalnızca saçma nedenler mevcutsa? bu nedenler bizi hâlâ yaşamak için motive etmeye devam edebilirler mi? bu dünya, bir inanç ya da bir fikir uğrunda tek bir kurban bile vermeye değmez. selametimiz ve aydınlanmamız uğrunda kendilerini feda edip ölenlere karşın, bugün ne derece mutluyuz? selamet mi? aydınlanma mı? benim mutluluğum için birisi canını feda etseydi, ben bundan dolayı daha da fazla mutsuz olurdum. çünkü, hayatımı bir mezarlık üzerine inşa etmek istemiyorum."
(s. 33)

"hakiki itiraflar, yalnızca gözyaşları ile yazılan itiraflardır. oysa, benim gözyaşlarım dünyaları boğardı, ve içimdeki bir ateş gibi onları küllere çevirirdi."
(s. 48)

not: bloguma ek olarak yeni çeviriler ekledim. en güncel haline şu linkten ulaşabilirsiniz. iyi okumalar.

"tanrı'nın dahi kurtaramayacağı ruhlar vardır;
dizlerinin üzerine de çökse, onlar için dua da etse."

"modern olmak çaresizlik içinde şunun bunun ucundan tutmaktır."

"hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir, kendi çölünü peşi sıra panayırlarda sürükleyen ve mütebessim cüzzamlık, tamiri imkansızlık komedyenliği sergileyendir. eski zamanlardaki büyük yalnızlar mutluydular, ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı, gizleyecek bir şeyleri yoktu. bir tek kendi yalnızlıklarıyla söyleşiyorlardı..."

"biz hepimiz, huzurun anahtarını yitirmiş, artık büyük acının sırlarından başka bir şeye varamayan öfkelileriz"

"mutsuzluğunu sev, mutluluğundan iğren. her şey birbirine karışır. tüm kazanımlar birer kayıp, tüm kayıplar birer kazanımdır. "

"bir varlığın hatasını derinlemesine anlayacak, ona maksat ve teşebbüslerinin boşunalığını gösterecek güçteyizdir; fakat içgüdüleri kadar kaşarlanmış, önyargıları kadar eski bir fanatizmi gizleyerek, zamana canla başla sarılmasına nasıl engel olmalı? içimizde, yakışıksız bir inanç ve kesinlikler yığını taşırız – kuşku götürmez bir hazine gibi. bundan kurtulmayı ya da bunları altetmeyi başaran kimse bile, - kendi zihin açıklığının çölünde- hala fanatik kalır: kendinin, kendi varoluşunun fanatiğidir; bütün saplantılarını kurutmuştur, bu saplantıların kabuklarından çıktıkları zemin dışında; bütün sabit noktalarını kaybetmiştir, bağlı oldukları sabitlik dışında. hayatın ilahiyatınkilerden daha değişmez dogmaları vardır; çünkü her varoluş, cinnetin ya da imanın zırvalarının bile dudağını uçuklatan şaşmazlıklar içinde demir atmıştır… şüphelerine aşık olan kuşkucunun bile, kuşkuculuğun fanatiği olduğu ortaya çıkar. insan, tam anlamıyla dogmatik varlıktır; dogmaları onları dile getiremediği, bilmediği ve takib ettiği ölçüde derindir."

"melankolisinin üzerine titreyen, iyileşmekten korkan kişi, boşuna çekindiğini,
melankolinin devasız olduğunu saptadığında ne rahat bir nefes alır!"

"kendi mezartaşını yazan bir yerkürede, terbiyeli cesetler gibi davranacak kadar ağırbaşlı olalım."

"zamanın cümlesinde insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için, nokta olarak hareketsizleştin."

"aşksız her şey yokluktur."

"kelimelerin -yumruklar gibi- çeneleri kırdığı bir dil düşlüyorum."

"sis havanın sinir zafiyetidir."

"her bebeği müstakbel bir iii. richard görün."

"öyle bir an oluyor ki kendini taklit edemiyorsun."

"-ben-i terk eder etmez, uyurum."

"deniz manzarası buda’nın öğretisinden daha etkileyicidir."

"amacım şeyleri sahip oldukları kadar görmek. bir amacın tam tersi…"

"cennet: insan yokluğu."

"dâhilikle değil, yalnızca ıstırapla kukla olmayı bırakırız."

"hiçbir şey kendinden hoşnut olmadığı sürece kaybolmaz."

"iki şey beni her zaman güçlü bir histeriye saplamıştır: çalışan bir kol saati, çalışmayan bir kol saati."

"bilgi bir felaket; bilinçse hayatın kalbinde açık bir yara."

"delilik belki de artık iyileşmeyen bir acıdır."

"bir düşüncenin derinliği; göze aldığı tehlikenin boyutudur: ya düşüncenin mimarı olarak ölürüz ya da düşünmekten vazgeçeriz."

"bir baltaya sap olamamış ülkeler kaderin muğlaklığına saplanırlar. doğmayı kendimiz seçemediğimizden “yurt” fikri kuşkulu belirsizliklerin bir dile gelmezliği; ne etnik, ne duygusal ne de coğrafi yanıt bulamayan bir soru işaretidir: ?"

"sonuna dek yalnızlığın gururunu yaşayanın artık tek bir rakibi vardır: tanrı."

"hayatın içinde yer alan her şey, hem gerçek anlamda hem mecazi anlamda, dengesizdir."

"zaman, çözüm arayışlarının yöntemidir. ölüm, çaredir. schopenhauer, ölüleri tekrar yaşama davet etsek, onların bunu reddedeceklerini savunur. bana kalırsa, tam tersine, ikinci kez çok daha büyük bir zevkle ölürler."

"... shakespeare ve dostoyevski sizin içinize bir aziz ya da cani olamayışın pişmanlığını yerleştirdi. iki farklı öz yıkım tavrı..."

vaktiyle çocukluğu için şunları söylemişti

"çocukluğumda arkadaşlarımla ben, işinin başındaki mezar kazıcıya bakarak eğlenirdik. bazen bize kafatası verirdi; top oynardık. hiçbir iç karartıcı düşüncenin soldurmadığı bir sevinçti bu bizim için."

"yirmi yaşımdayken, gecenin üçünde evden çıkan ve şehirde öylece dolanan bir oğlu olduğu için annem elbette ki ümitsiz bir durumdaydı. hiçbir şey yapmayan ve okuyan bir oğlu olduğu için. ama bunun hiçbir anlamı yoktu: kısacası tam bir başarısızlık örneğiydim. çok şey vaat etmiş ve hiçbir vaadini yerine getirmemiş bir tiptim. dolayısıyla, yirmi yaşındaydım ve evde annemle benden başka kimse yoktu. saat öğleden sonra ikiydi; hep saati belirtiyorum, çünkü hayatın olağanüstü anlarında saat önemlidir, hatırlıyorum, kendimi kanepenin üzerine attım ve 'artık dayanamıyorum!' dedim. ve bir ortodoks papazının eşi olan annem, bana şöyle dedi: "böyle olacağını bilseydim kürtaj yaptırırdım!" söylemem gerekir ki bu sözler, beni bunalıma sokmak yerine, bir kurtuluş gibi oldu. bana iyi gelmişti. çünkü hakikaten sadece bir kaza olduğumu anladım. hayatımı ciddiye almak gerekmiyordu. kurtarıcı bir sözdü bu."

"kahramanlık bir idealizm değil, bireysel bir yazgıdır."

"nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış."

"beni kurtaran şey intihar fikriydi. intihar fikri olmasaydı kendimi çoktan öldürmüş olurdum. yaşamaya devam etmemi sağlayan şey, her zaman önümde böyle bir seçeneğin olduğunu bilmekti. sahiden de bu düşünce olmasaydı bu hayata, bir yere veya bir şeye saplanmış olma duygusuna asla katlanamazdım. benim için intihar fikri, her zaman özgürlük fikrine dayalıydı."

"bilim, dünyanın tanınması adına bilgeliğin es geçilmesidir."

"ancak yaşamlarına bir anlam vermek isteğiyle kendi kendilerini ortadan kaldırmış karakterler baştan çıkarır bizi."

"her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar. 

vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. her insan kendisinin bir şey önereceği anı bekler. ne önerdiği önemli değildir. bir sesi vardır ya, o yeter.
çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinai cömertliğinin kesesinden harcar, hepsi mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi herkesin adımlarına yön vermek ister: ortaklaşa hayat bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir, insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur.. başkalarının hayatına hiç karışmadığı zaman kişi, kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi benliğini bir dine çevirir ya da tersten havarilik yaparak benliğini yok sayar"

" insanlar onlara dair genel düşüncelerimi test etmeme yarayan birer kobay, birer denek gibi artık.

haklı çıktığımı gördükçe de bu değişmeyecek.

size acı gelebilir, bana huzur veriyor. vermeli.

nuh'ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, hiç şüphesiz gemisini batırırdı."

"aklımı kaybetmeyi bir şartla isteyebilirdim, gece gündüz güleç, sorunsuz ve takıntısız, neşeli ve keyfi yerinde bir deli haline geleceğim kesin olmalı. kaynağını aydınlıktan alan esriklikleri şiddetle arzular ama yine de onlara sırt çevirirdim, çünkü onlar, karanlık bunalımları daima peşlerinde sürüklerler. bunun yerine, yalnızca benim içimden fışkıran ve dünyanın çehresini güzelleştirebilecek, esrikliğin geriliminden uzak, aydınlık bir sonsuzun sukunetini koruyabilecek bir ışık banyosunu tercih ederim. o, bir gülümsemenin zarafetine, onun sıcaklığındaki hafifliğe sahip olurdu. ve ben, bütün dünyanın, bu aydınlık rüyanın üzerinde, bu saydamlık ve özdeksizliğin içinde yüzmesini isterdim. artık ne bir engel ne bir madde varolsun, ne bir biçim ne de sınır kalsın; ve işte ben de bu cennette ışıkla ve ışık içinde ölüp gideyim..."

"tarih, birtakım atlıların (ya da zırhlıların) halkları çiğneyerek ilerlemesinden ibarettir."

"eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. içimizde çekingen bir cellat, hayat geçmemiş bir katil taşırız. insan öldürme eğilimlerini kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler, kabuslarını cesetlerle doldururlar... her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz ..."

"keşke dalgın olabilseydim, o zaman düşüncelerim kederlerimden kopardı."

"hiçbir makul varlık tapınma nesnesi olmamıştır; bir isim bırakmamış, tek bir olaya bile damgasını vurmamıştır"

"anlar birbirini izler: bir kapsamları olduğu yanılsamasına ya da bir anlamları olduğu hayaline kapılmak için hiçbir sebep yoktur; cereyan ederler; seyirleri bizim seyrimiz değildir; sersem bir algıya hapsolmuş bir şekilde akışını seyre dalarız onların. zaman boşluğunun önünde yürek boşluğu: karşı karşıya, birbirlerine yokluklarını yansıtan iki ayna, aynı hiçlik görüntüsü... hayalperest bir budalalığın etkisi altındaymış gibi, her şey aynı seviyeye gelir: artık doruklar da yoktur, uçurumlar da... yalanlardaki şiir, bir muammanın dürtüsü artık nerede keşfedilir?"

"etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz... konuşanların sırrı yoktur. ve hepimiz konuşuruz. kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız."

"hayatın hiçbir anlama gelmediğini herkes bilir veya sezinler: o zaman, hiç olmazsa bir söz oyunuyla kurtarılmalıdır!"

"felsefeye inanmak sağlıklı olmanın işaretidir. sağlıklı olmayan, düşünmeye başlamaktır."

"dünyaya getirmek istemediğim çocuklar, bana borçlu oldukları mutluluğu bir bilseler."

"özgür olmayı deneyin, açlıktan ölürsünüz."

''modern kendini-beğenmişliğin haddi hududu yoktur: kendimizi
bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz;
bir buda'nın öğretisinin binlerce varlık yokluk meselesinin karşısına
getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz;
çünkü terimlerini değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi
katmışızdır. fakat hangi batılı düşünür bir budist rahiple mukayeseyi
kaldırabilir ki? kendimizi metinlerin ve tenninolojilerin içinde kaybederiz:
tefekkür, modem felsefede bilinmeyen bir veridir.

eğer entelektüel bir edebi muhafaza etmek istersek, uygarlık hayranlığını
zihnimizden defetmemiz gerekir.''

Cioran'ın (Çoran diye okunuyor) 1973 tarihli röportajıyla bitirelim