Güleriz Ağlanacak Halimize Duygusunu Dibine Kadar Yaşatan Kara Komedi Filmleri
The Apartment (1960)
billy wilder'ın, 1945 yapımı brief encounter'daki küçük bir sahneden esinlenerek yazdığı söylenen süper film. karakterlerin diyalogları kadar filmin dili de nüktelidir. -mini spoiler- jack lemmon'ın shirley maclaine'e "şurada kız arkadaşım bekliyor" dedikten sonra kadına doğru ilerlemesi, kadının heyecanla etrafa bakınması, ve sonunda jack lemmon'ın dümdüz markete, kadının ise başka bir adamın koluna girmesi -mini spoiler- bugünün seyircisini bile bir güzel faka bastırır.
In Bruges (2008)
bu filme komedi filmi diyenlerin aklından zoru olduğunu düşünüyorum açıkcası.kara mizah bile değil bildiğin dram. izlerken içim daraldı yeminle. ama colin farrel süper oynamış hakkını yemiyim irish aksanı yeter zaten. ralph fiennes her zamanki gibi çok karizmatikti. her ne kadar colin'in oynadığı karakter ray, brugge için shithole dese de, brugge'ün muhteşem bir şehir olduğunu tekrar görme fırsatı buluyoruz bu filmde. mutlaka gidip ziyaret etmek lazım. ilginç bir senaryo, iyi oyunculuklar ve süper şehir görüntüleri içeren bir film. izleyin.
U Turn (1997)
sean penn'in oyunculuğu ile ruh bulmuş olduğunu düşündüğüm, unutamadığım, hatta şu an tekrar izlemek istediğim süper film. bobby (sean penn) üçkağıtçı bir serseridir, arabasının radyatör borusunun patlamasıyla beraber zorunlu olarak gittiği arizona eyaletinin superior kasabası hem sizin hem onun kabusu olacaktır, bahtsızın kralıdır. velakin bu adamcağızın film boyunca başına gelen terslikler, şanssızlıklar sizi hasta eder, deli divane eder, hırsınızdan, sinirinizden tırnaklarınızı yer, saçınızı başınızı yolar, ağlamaklı olursunuz. gülersiniz ama sinirleriniz bozulduğu için, bobby'nin kara yazgısına gülersiniz. nasıl olduğunu bilemiyorum ama filmi izledikten sonra daha bir enerjik oluyorum, herkese yılda bir izlemelerini tavsiye ediyorum.
Toni Erdmann (2016)
bir güleriz ağlanacak halimize filmi. yönetmen maren ade'nin aşmış mizah anlayışına film boyunca şapka çıkarttım. alman sinemasına en özgün örneklerinden birini armağan etmiş olan muhteşem bir kadın kendisi. her ne kadar filmin bir komedi olmadığını kendisi de dile getirmiş olsa da, toni erdmann komedi ve dramın el ele, hep aynı hızda koştuğu bir film.
The Guard (2011)
buram buram irlanda kokan ve zaman zaman kahkaha attıran, son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden ve durum komedilerinden bir tanesi. çavuş gerry boyle gibi dahilik ile gerizekalılık arasında gidip gelen enteresan bir karakteri daha önce görmemiştim. amerika ve irlanda klişelerine de çok sağlam göndermeler mevcut filmde. durağan gibi gözükebilir ama kesinlikle tavsiye ediyorum. don cheadle abimizi geçtim, filmin esas adamı gerry'i canlandıran brendan gleeson çok çok iyi oynamış. gayet eğlenceli...
Shallow Grave (1994)
başlangıçta çok samimi görünen üç arkadaş, intihar eden yeni ev arkadaşlarının parasını sahiplenmek için ceseti parçalayıp gömmek suretiyle ortadan kaldırırlar. ortadan kaldırırlar ama bu yok olduğu anlamına gelmez, asıl tehlikeli olan bir cesedin varlığından çok insanların götleri tutuşunca arkadaş siklemeyecek duruma gelmesidir. film başından sonuna bir eğlence, bir sakinlik ve aynı zamanda bir gerilim barındırıyor ama son sahnede her şey değişiyor, başından beri beklediğiniz şey oluyor sanki. bir de ewan mcgregor'un piç bir bakışı var , güzel bir nokta koyuyor filme.
American Beauty (1999)
izledikten sonra, etrafında gördüğü her şeye bir başka bakmaya başlar insan. ve hatırlamaya olan gereksinimini fark eder. ne de olsa herkesin bir kamerası yok elinde, gözünü objektif, hafızasını memory card yerine koyar, öyle devam eder yaşamaya. evet, katlanılamayacak kadar güzellik vardı dünyada, ama onlara geri dönüp tekrar tekrar bakamamak daha zor olmalı.
Life of Brian (1979)
sarılmak istiyorum koşup kendisine, öyle bir film. uzun zamandır peşine düştüğüm mizahı yüksek dozaj olarak bir anda aldım; sersemledim ve mutluyum. filmdeki göndermeler öyle tadından yenmiyor ki, anlamak bir mesele anlatmak ayrı bir mesele. people's front of judea geyiklerine özellikle bittim, konuşmaktan başka bir numarası olmayan, kendine dermanı olmayan gruplarla bu kadar taşak geçilebilirdi ancak.
What We Do in the Shadows (2014)
viago, vladislav, deacon, peter adlı dört vampirin derbeder ev arkadaşlığı üzerinden gündelik modern hayat, olumlu insanlarla olan ilişkiler ve bir türlü ayak uyduramadıkları gelişen teknolojiyle olan etkileşimlerini inceleyen yeni zelanda yapımı sürükleyici bir komedi filmi. hemen hemen her sahnesinden keyif alarak izleme olasılığınız yüksek.
After Hours (1985)
martin scorsese'in underrated filmlerinden biri. zamanında hak ettiği değeri bulamamış muhteşem bir kara mizah örneği. diyalogları, olayların gelişimi her şey ile izleyeni güldürmekten öte şaşırtan; griffin dune'un canlandırdığı paul hackett ile takdir topladığı bir film. heralde paul heckett'ın o tek bir gecede başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir...
Good Bye Lenin (2003)
70'lerde ve öncesinde çocuk olanların, türkiye'de çok daha hafifini yaşadığı o marka baskını, o deutsche markların, fosforlu renklere, kaplan desenlere bulanmış garip giyitlerin ve ev eşyalarının gelişi; bütün bu gelenlerin geçmişi, o çok yakın geçmişi inanılmaz bir hızla silişi ve gençliğin bu korkunç hızdaki değişime sağladığı hızlı uyum karşısında, yaşlıların sakil, şaşkın, afallamış duruşları... çok yaşlı ve çok haklı hissetmemi sağladı good bye lenin ve daha güzel, daha insanca bir hayat yaşayabileceğimize dair umudu kesmeden kafa yormaya devam etmemiz gerektiğini düşündürdü.
Kiss Kiss Bang Bang (2005)
başladığı gibi bir anda bitiveren, sürükleyici ve iğneleyici bir film. robert downey jr yüzündeki muzip ifade ile temiz kalpli aşık çocuğu canlandırırken döktürmüş resmen ve val kimmer, adamım, o göbeciği ile gay perry rolüne cuk oturmuş. detaylarıyla gülümsetiyor.
The Double (2013)
richard ayoade büyük iş çıkarmış. kendisini the it crowd'dan tanıyordum ama bu kadar yetenekli bir yönetmen olduğunu bilmiyordum. film hem psikolojik gerilim, hem distopik hava taşıyor, hem de yer yer güldürmeyi başarıyor. benim gibi kitabı okumadıysanız ilk 15 dakika "noluyoruz lan!?" diyorsunuz ama sonradan olay yavaş yavaş anlaşılıyor. çok çok başarılı bir film. türü sevenler kesinlikle izlemeli.