Günümüzde Herkesin Tanıdığı Ünlü Yönetmenlerin Fazla Bilinmeyen İlk Filmleri
Steven Spielberg - Duel (1971)
steven spielberg ustanın ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi olan film ustanın kariyerine başlangıç yaptığı güzel bir çalışma diyebiliriz. bu tür filmlerin henüz daha olmadığı yıllarda (1971) çekilmesinden dolayı zamanında çok ilgi görmüş ve bugün kült mertebesine ulaşmış bir yapım. bugün dahi benzer pek çok film olmasına rağmen zevkle izlettiriyor . film 13 günde çekilmiş, dönemine göre hayli ileri sayılacak çekim teknikleri ve kameralar kullanılarak kamyonun korkutuculuğu ve takiplerin heyecan seviyesi arttırılmıştır. sonraki yıllarda katil araba, kamyon vs bilimum her türlü motorlu taşıt temalı korku-gerilin filminin babası olmuştur. trt'de 1982 yılında, yanlış hatırlamıyorsam "bela" ismiyle gösterilmişti.
Peter Jackson - Bad Taste (1987)
yakında yüzüklerin efendisi ile bir efsane konumuna yükselecek olan peter jackson'ın ilk çalışmalarından. uzaylılar galaksiler arası bir fast-food zinciri için gözlerini dünyaya dikip girişimci bir ruhla adım atarlar. hepsi birbirinden tuhaf ve beyinsiz kahramanlarımız da buna engel olmaya çalışır. yarılan kafalar, yırtılmayla ortalığa saçılan beyinler, kan, kusmuk ve eşi benzeri olmayan bir eğlence. testereli adamın uzaylılardan birinin başından girip bacak arasından çıktığı sahne için bile izlenebilir.
Danny Boyle - Shallow Grave (1994)
gerek senaryosu, gerek çekimleri ve oyunculuğu ile akıllarda uzun süreler kalan şaheser film. yaşadığımız toplumunun ne kadar materyalist değerlerle doldurulmuş olduğunu bize çok açık açık gösteren bir başyapıt. filmin en çarpıcı yanı, sanırım amerikalaşmış bir ingiltereyi politik bir eleştiri olarak değil de, olduğu gibi gösteriyor olması.
Ridley Scott - The Duellists (1977)
1977 yapımı bir ridley scott filmidir. tarihi bir dramdır.
film napolyon dönemindeki fransa'da, birbirleriyle sürtüşen iki düellocu teğmenin yıllar süren dövüşme sürecini anlatmaktadır. onlarca yıl geçmesine rağmen hala birinin ötekine karşı duyduğu alt etme isteği dinmemektedir. diğerini alt etmek isteyen kişi de tarantino'nun meşhur mr. white'ı harvey keitel'dır. hırs nedir, ünvan nedir ve en önemlisi gurur nedir diye sorduğumuzda verilebilecek en net cevaptır the duellists. ve nefes kesen sonuyla tüm soruları o ince düello kılıcıyla keser atar. cevap aramanıza gerek kalmaz.
Christopher Nolan - Following (1998)
christopher nolan'ın 16 mm kamera, minicik bir bütçe ve oyuncu olarak arkadaşlarını kullanarak çektiği film noir havasında 70 dakikalık film. filmdeki şaşırtıcı derecede usta yönetmenlik, ilk filmini çekecekler için yeni bir standart olmakta, "ne yapalım bu daha benim ilk filmim" bahanesini geçersiz kılmaktadır. kısa filmcilerin, yeni yetme yönetmenlerin muhakkak seyretmesi, feyz alması gereken bir filmdir.
Darren Aronofsky - Pi (1998)
bence darren aronofsky'nin requiem for a dream ile birlikte en iyi filmi. bu kadar düşük bütçeyle, özel effekt kullanmadan böyle filmler yapılabiliyormuş dedirten, tamamen sindirilebilmek için en az 2 defa izlenmesi gereken, izleyen herkesi etkileyebilmeyi başaran film. filmde indoor çekimlerde kullanılan nerdeyse her şeyin gerçekten de siyah beyaz olması için uğraşılmış diye okumuştum. film maximillian cohen adlı, doğadaki her şeyin matematikle ilgili olduğuna inanan karakterin 216 basamaklı, hayatın anlamını taşıyan ve yahudiler tarafından da kutsal kabul edilen sayıya ulaşmasını ve kafayı iyice yemesini anlatıyor.
Stanley Kubrick - Fear and Desire (1953)
stanley kubrick' in arkadaşlarından ve akrabalarından borç alarak çektiği ilk uzun metrajlı film. filmin yapımcılığını, görüntü yönetmenliğini, yönetmenliğini ve montajını kendisi yapmıştır. kubrick bu filmi hiç sevmediği için daha sonra bütün kopyalarını toplatmıştır.
Coen Kardeşler - Blood Simple (1984)
tepkisizliği bile komik olan karakterler, gayet kusurlu bir cinayet, yanlış anlamalardan beslenen bir entrika, korkak bir femme fatale, akıl almaz match-cut'lar ve inanılmaz bir final. coen kardeşler bu kusursuz yapı-bozumla beraber "işte film noir böyle yapılacak" demiştir. zira 1998 yılında the big lebowski adlı tanım kaldırmaz yapıtı kondurarak "işte film noir böyle yapılır" lafını da rahatlıkla kullanabilmiştir.
Paul Thomas Anderson - Hard Eight/Simple (1996)
film, anderson'ın daha sonraki filmlerinde tavana vurduracağı çok karakterli öykülerinin minimal bir örneği sayılabilir. sydney rolündeki philip baker hall ilk başlardandan itibaren john'da sonsuz güven uyandırırken, izleyicide "baba adam" ile "dur bakalım illa bir şeyler olacak" tonlarında hisler bırakıyor. tüm oyuncuların (yukarıdakilerden ayrı olarak samuel l jackson, gwyneth palthrow ve çok kısa görünen ama müthiş oynayan ve "yaran" philip seymour hoffman) süper oynadığı, yine ufacık detaylarla kocaman hisler yaratan pta tarzının egemen olduğu, sıkı görüntülere, iyi müziklere ve hiç aksamayan bir kurguya sahip bir film bu. bir de, gayet küçük çaplı dursa da bittikten sonra insanı etkileyen ve oldukça düşündüren bir film, hard eight.
Spike Jonze - Being John Malkovich (1999)
bu filmi izlediğim günden beri, ne zaman biriyle konuşsam acaba başkasıyla mı konuşuyorum diye bir saniye düşünüyorum, beyninizin ayarlarıyla oynayıcı bir film.
öte yandan kariyeri ve parası yokken yüzüne bakmadığı adama, bunların ikisi varken bakan kadını anlatması, aynı yeteneklere sahip iki kişiden birini tüm dünya tanırken, diğerinin dandik bir ofiste dosya düzenleyicisi olması gibi bir sürü gerçek hayattaki saçmalıkları yüzümüze vurup dalgasını da geçiyor film. evham yapmak istemiyorsanız uzak durun, günlük güneşlik hayatınıza devam edin.