SİNEMA 4 Haziran 2020
15,5b OKUNMA     534 PAYLAŞIM

Günümüzdeki Protestoları 1989 Yılından Görerek Anlatan Spike Lee Filmi: Do the Right Thing

Irkçılığı kendine has mizahıyla anlatan filme dair, günümüzdeki George Floyd protestolarını düşünerek okuyacağınız bir yazı.


sanat ve toplum ilişkisi yüzyıllardır tartışılır

kimi insan sanatın toplumu dönüştürdüğünü savunurken kimi insan da anlatılan hikayelerin tamamen işlevsiz olduğunu iddia eder. sanatın işlevsiz olduğunu söyleyen insanlar savaşın kötülüğünü anlatan pek çok roman ve film varken savaşların neden durmadığını sorar.

bu soruyu sormak konusunda da gayet haklı olabilirler. çünkü sinema tarihine bakarsanız, paths of glory, fullmetal jacket, grave of fireflies, apocalypse now gibi savaş karşıtı pek çok başarılı film görürsünüz. bu filmlerin varlığına ve bilinirliğine rağmen savaşların hala devam etmesi haliyle sanatın ne kadar etkili olduğunun sorgulanmasına neden oluyor.

ancak sanatın ve anlatının görevi harekete geçirmek değil işaret etmektir. bir şeyleri gösterir, bunları alıp işlevsel hale getirmek ya da getirmemek tamamen toplumun tercihidir. mesela şimdi konuşacağımız do the right thing filmi, ta 1989 yılından 30 mayıs 2020 abd olaylarına işaret etmiş. ve spike lee olayları müthiş bir şekilde gözlemlemiş. şimdi yönetmenimizin gözünden amerika'daki gündem ve sorunlar nelermiş bir bakalım.

Uyarı: Spoiler içerir.


film spike lee'nin çok iyi bildiği brooklyn'de geçiyor

film de mekanı amerika'nın ekonomik olarak çok iyi durumda olmayan kesiminin bir metaforu olarak kullanıyor. çünkü buradaki insanların problemi çok derinlerde yatıyor ancak muhitte yaşayan ve çalışan hiç kimsede bu durumu değiştirecek ne ekonomik ne kültürel ne de siyasi güç var. bu nedenle yönetmenimiz sorunların köküne işaret edip çözüm önermektense olaylara bir gözlemci olarak yaklaşıyor.

bu yüzden gruplar arasında bir suçlama görülse de aslında filmdeki herkes aşağı yukarı aynı dertlerden mustarip. o da dışlanma, ırkçılık ve yoksulluk. örneğin filmde beyaz kesimi temsil eden pizzacının sahibi sal ve oğulları çevredeki insanlara göre daha rahat görünüyorlar. john turturro'nun canlandırdığı pino da aradaki bu küçük ekonomik fark nedeniyle kendisini muhitteki insanlardan daha üstün görmeye başlıyor ve bu bakış açısı zamanla elindeki parayı nasıl kazandığını unutmasına yol açıyor. içinde biriktirdiği kibir de yaptığı taraflı okumalar ile ırkçılığa evriliyor.

ancak pino'nun ve diğer beyaz kesimin unuttuğu bir şey var. o da aslında herkesin bir şekilde mücadele ediyor olması. pino bunu hatırlamıyor ancak pizzacıyı 25 senedir işleten babası burayı ne zorluklarla kurduğunu unutmamış. filmin sonunda gördüğümüz bu hatırlama da aslında beyaz göçmenlerin de afro amerikalı kesimle benzer dertlerle uğraştığını söylüyor bize. bu dert ortaklığı da anlayışın kurulabileceği bir köprü olarak gösteriliyor spike lee tarafından. ancak dediğim gibi sadece gösteriliyor. o köprüyü geçmek tamamen toplumun tercihi.


filmin merkezinde yer alan grup ise tabi ki afro-amerikalılar

ancak spike lee burada taraflı bir yaklaşım sergilememiş. evet, bu insanlar eziliyor ve dışlanıyor. ancak muhitte gördüğümüz çoğu insanın bu durumu değiştirmek için bir şey yaptığını da göremiyoruz. mesela spike lee'nin bizzat canlandırdığı mookie'nin bir işi var. ancak kendi karakterini sürekli işten kaytarmaya çalışırken göstermiş yönetmenimiz. ya da şemsiye altında oturan üçlüyü sürekli bir şeylere söylenirken görüyoruz. ancak durumlarını değiştirmek için en ufak bir adım bile atmıyorlar. hatta bir yıl önce göç etmiş ve bir şekilde tutunmaya çalışan asyalı ailenin başarısından bile şikayet ediyorlar. ancak bahsettikleri yer yıllardır boş ve birisi bile dur şurada bir yer açıp çalışmaya başlayalım dememiş.

burada tabi ki bir yığın engel var. yani bu tür bir ekonomik çevreden gelen insanın elinde bir iş kuracak ya da iyi eğitim alacak sermaye yok. ancak dediğim gibi film nedenlere odaklanmıyor. sadece gözlem yapıyor ve mahalledeki işsiz gençleri ve bu gençlerin herhangi bir geleceği olmadığını da bize anlatıyor. zaten bütün olaylar da yapacak bir şeyi olmadığı için insanlara sataşan birinin başının altından çıkıyor. giancarlo esposito'nun canlandırdığı buggin out, başta haklı bir tartışma ortamı yaratıyormuş gibi görünüyor. çünkü sürekli alışveriş yaptığı bir yerde temsil edilmek istiyor. ancak temelde bakarsanız enerjisini harcadığı yer (filmde jade'in de söylediği gibi) doğru değil. daha önemli yerlerde isimlerini duyurmak zor olduğu için kendisine kolay bir hedef seçiyor. ancak yaptığı şeyin derinliğinden çok haberdar olmadığı için sonunda işleri çığırından çıkarıyor ve radio raheem'in öldürüldüğü olaylara sebep oluyor.

radio raheem ise afro-amerikalıların sıkışmış ve kendini ifade etme ihtiyacı duyan kesimini temsil ediyor. karakterin hiç konuşmaması, onun düzgün bir argüman kuracak kadar eğitim almadığını işaret ediyor. ancak kendini ifade etmek çok temel bir ihtiyaç. bunun için topluma düzgün kanallar verilmezse onlar da radio raheem gibi varlıklarını gürültü çıkararak duyurmaya çalışır. hatta diğer azınlıklara zorbalık yaparak kendilerince mini zaferler peşinde koşarlar. ancak bu yüzeysel başarılar, toplumları birbirinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.

filmde olan da tam olarak bu aslında: bu gördüğümüz insanların hiç birinde toplumu tümden değiştirecek güç yok

mother sister bir rosa parks değil. da mayor da bir martin luther king jr. değil. ancak karşılıklı anlayışla bir şeyler çözülebilir. buggin out ise işleri öfkeyle çözmeye çalıştığı için öfke öfkeyi doğuruyor ve önce muhiti seven sal ile aralarında kavga çıkıyor. daha sonra kafası karışık bir genç olan radio raheem george floyd gibi boğularak öldürülüyor. en son da muhitin sevilen pizzacısı yakılıyor. yani aşağı yukarı amerika'da şuan yaşanan her şey küçük ölçekli olarak filmde de yaşanıyor.

Spoiler'ın sonu.

yazının başında dediğim gibi spike lee sorunların nereden kaynaklandığını açıkça söylemiyor. çünkü bu artık bilinen bir şey. onun yerine zamanını problemin nasıl devam ettiğini ve herhangi bir çözüm bulunmazsa işlerin nereye varabileceğini söylüyor. anlattığı şeylerin daha büyük ölçekte bire bir yaşanması ise bu gözlemin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyor.

sonuç olarak

evet bu film 89'da yapıldı ve hala aynı sorunlar yaşanmaya devam ediyor. ancak bu durum için spike lee'yi suçlamak ya da sanatın etkisiz olduğunu söylemek biraz acımasızca. çünkü sanat elinden geleni yapıyor. tüm olanları anlatıyor. bundan sonra iş topluma kalıyor. eğer anlatılanlardan ders çıkarmamayı tercih ediyorlarsa bu sanatın değil daha çok insanların kabahati diyebiliriz.

Batman Begins, Nasıl Oldu da En İyi Süper Kahraman Filmlerinden Biri Olmayı Başardı?