Hayal Kırıklığı Yaşatmayan Film Sitesi Rotten Tomatoes'a Göre 2017'nin En İyi Filmleri
20) three billboards outside ebbing missouri
sinema sanatının nadide örneklerinden. güzel bir hikaye ve ışığıyla, müziğiyle, kurgusuyla, oyunculuğuyla mükemmel bir hikaye anlatımı.yönetmenin çok iyi bir hikaye yazarı ve anlatıcısı olması yanında filmin görüntü yönetmeninin ben davis olması çok güzel olmuş zira davis marvel'ın bir çok süper kahraman filminin görüntü yönetmeni bu sebeple aksiyonu ve coşkusu bol sahneleri nasıl yakalayacağını bildiği gibi karakterlerin içlerindekilerle yüzleştikleri trajik anları nasıl vereceğini de çok iyi biliyor. martin mcdonagh'ın seven psychopaths dışındaki filmlerini ve tiyatro oyunlarını izlememiş bir kişi olarak yönetmenle sinema perdesindeki ilk tanışmam bu film vesilesi ile oldu.
19) mudbound
dijital platformlardan satın alınıp izlenebilecek olan yapım, iki dalda altın küre adaylığını da taşıyor an itibari ile.
18) hidden figures
uzun zamandır izlediğim en anlamlı film. katherine johnson, dorothy vaughan ve mary jackson her biri zamanlarının ötesinde afrika asıllı amerikalı dahiler ve gerçek başarıları / ırkçılığa karşı savaşları ve hayatın her alanında mücadeleleri.
keşke tüm orta öğrenim öğrencilerine seyrettirme imkanı olsa bu filmi. belki idamı geri getirme hayali (!) yerine evrene açılma hayalleri kuran öğrenciler görürdük.
17) forushande
asla iki saatin nasıl geçtiğini anlamadığınız, bir duygudan ötekine çarpa sürükleye götüren olağanüstü bir şey olmuş. farhadi zaten duygulara oynamakta üstad, lakin ki bu sefer ne tarafa geçerseniz o tarafın film sonunda kaybedeceği gibi yazılmış senaryo. hala etkisindeyim.
16) the shape of water
filmekimi'nde gösterime giren 2 saatlik güzel film. konunun olağanüstülük / kurgu kısmı tatmin etmiyor ancak oyunculuklar ve karakterlerin günlük yaşantılarından kareler hoş. müziklerle bir araya gelince fazla tatlı sahneler ortaya çıkmış.
15) the florida project
"amerikan rüyası"nın hollywood'un göstermediği yönlerini gösteren, çocuklar etrafında kurulduğu için insanın içini ışıtan, içten içe de yüreğini burkup derinden etkileyen, içinde bir takım olaylar olsa da olaydan çok durum filmi.
14) i am not your negro
james baldwin tarafından yazılan, samuel l. jackson tarafından seslendirilen belgesel. tarihsel açıdan çok kapsamlı veya doyurucu bir belgesel değil, baldwin in bir mektubundan esinlenerek çekildiği için bolca baldwin in düşüncelerini içeren ve siyahi hareketin üç öncü ismine selam vererek (malcolm x, martin luther king, medgar) ilerleyen bir belgesel. baldwin kitaplarında en çok hayranlık duyduğum şey incelikle kızgınlığı, boyun eğmemeyi, direnmeyi aynı potada eritmesiydi. bu belgesel de baldwin kitapları tadında olmuş.
13) call me by your name
filmekimi'nde izleyebilmek için 2 saat bilet sırasında beklememe değdiren, bu yılın şu ana kadarki en iyi filmi. ben de ne yazık ki hıçkıra hıçkıra ağlayan gruptanım. bu yılki toronto ve venedik'te ödül alan yapımların yarattığı hayal kırıklığından sonra 2017'nin böyle geçeceğini kabullenmiştim ki gerçek anlamda kurtarıcı oldu.
12) spider-man: homecoming
peter parker'lar içinde karakter gelişimi en aslına yakın bu filmdeki. üstelik bu sefer uncle ben, gwen stacy karıştırmadan yapmayı başarmışlar takdir ettim. spider-man'in avengers'a bir süre katılır gibi yapıp çıktığı dönemleri de hatırlattığından güzel nostalji oldu. iron-man tarzı aşırı zımbırtılı kostümü sevmedim ama en azından rahatsız olanları mutlu edecek bir şekilde işlemiş olmalarını ("olay kostümde değil hacı") takdir etmek lazım. baştan aşağı bir chris claremont eseri spectacular spider-man sayıları tadında olmuş.
11) war for the planet of the apes
bugün sinemada izledim. eleştirilecek tek bir yanı var o da aksiyon sevenlerine göre dram ve karakter analizinin uzun olması. müthiş bir aksiyonla başladı aynı şekilde müthiş bir aksiyonla son verildi.
ben saf aksiyon bekleyen biri olmadım. filmden hiç sıkılmadım çünkü kendi kendime karakter analizi yapacak müthiş bir zaman verdiler. beynim olayı çözmek isterken o kadar güzel dramla aktarıldı ki bir anda kendimi bir ape olarak hissettim.
10) thor: ragnarok
thor üçlemesindeki en iyi film olmasının yanında marvel sinematik evreninde de üst sıralara oynayabilecek bir film yapmışlar. komedi de aksiyon da tam dozajında olmuş. bu kadar dolu bir filmde bu kadar güzel karakterleri görünce, yarım saat daha fazla sürseydi ne olurdu ki, diyesi geliyor insanın.
9) coco
amatör bünyemde; en iyi animasyon filmi olarak zirvede yer alan inside out'un tahtını sallandırmış filmdir.
(bkz: pixar is back)
8) star wars episode viii: the last jedi
sonrasında leyla gibi dolaştıran film... vallahi gerçek hayata ısınmak zor oldu 4-5 saat boyunca. 2.5 saatlik, acayip bir şeydi lan. aksiyon, romantizm, gizem, jedi öğretisinin yeni boyutları... eski dostlar, yeni dostlar... eski formüllerin tekrarı, yeni yaklaşımlar...
kendi adıma konuşayım, birkaç kez daha izleyince filmin yeri belli olacak. şimdiye kadar 8 film oldu ve 5. bölüm olan imparator (bkz: star wars episode v - the empire strikes back) ile birinciliğe oynar bu film.
filmden çıktıktan sonra "lan oralarda yaşasaydım..." dedim durdum. star wars bize "döküntü" bir bilimkurgu dünyası sunmuştu, pırıltılı geleceklerin yaşandığı diğer filmlerin tersine. zorbalar, hileciler, dökülen uzay gemileri, para kazanabilmek için atılan kırk takla... nitekim bu filmde de yine hepsi var ama yine de bu dünya yerine orada yaşamak isterdim be yav!!!
7) baby driver
gerçekten keyif aldım. son yarım saatinde aksiyon hiç durmuyor. kült filmlerin arasına girmeye aday. silah seslerini çalan müziğe uydurmak yeni bir şey degil ama burada bir tık daha ötesine gitmişler ve gayet güzel olmuş.
6) logan
sinema sanatını seviyorsanız, karanlık salonda koskocaman ekranda yaratıcı zekaların hayallerinin gerçeğe dönüşmesini izlerken hayattan ve sıkıntılardan koptuğunuzu düşünüyorsanız, logan son yılların en etkileyici karakter temalı işlerinden birisi gerçekten. nefesimi tuttuğumu, boğazımın düğümlendiğini fark ettim bazı sahnelerde, o bitmez tükenmez otoyollarda logan ve kullandığı eski ford bronco kamyoneti görebilecekmişim gibi hissettirdi.
gerçekten eski jenerasyonun iyi bildiği, yenilerin belki henüz tanışmadığı kült yapımlar vanishing point, easy rider, thelma & louise, django gibi filmlere bir saygı duruşu olmuş bir çok açıdan. yönetmen ve senaryo ekibinin kült filmler, yol filmleri ve distopik eserler külliyatını yalamış yutmuş olduğunu söylemek lazım. logan'da kaliteli western tarzından bilim-kurgunun üstatlarına uzanan geniş bir yelpazeye çok lezzetli selamlar yakalamak mümkün. hugh jackman bu filmde belki de hayatının işlerinden birine imza atmış. logan olarak kaybedeceğini çoktan anladığı bir savaşın içine gönüllü gönülsiz bir şekilde giren, beden olarak kaybedecek ama ruhunu temizleyeceği son bir yolculukta insanlığını, ruhun güzelliğini, çocukluğu, var olmanın ve hareket etmenin önemini son defa tecrübe eden bir karakter olarak ölümsüzleşiyor. film çok hızlı değil. derin, alt metinleri olan ve farklı bir super -anti- kahraman filmi.
5) lady bird
dün itibariyle malum ortamlara düşmüş olmasından faydalanarak izlediğim, keyifli bir coming out of age filmidir. senaryonun çok fazla gerçek olması, diyaloglarda hepimizin kendi hayatından bir şeyler bulabilmesi dolayısıyla beni etkilemiştir. fazlasıyla beğendim ama overrated bulunabileceği konusunda şüphelerim var çünkü eşşek ne anlar hosaftan.
4) wonder woman
the dark knight üçlemesinden sonra dc'den çıkmış en iyi süper kahraman filmi olabilir. daha karanlık bir seriye dönüşürse belki onu da geçebilir. wonder woman'ın hikayesini bilmiyordum benim için belgesel niteliğinde de oldu. tırt bi karakter zannediyordum, film bir nebze olsun derinlik ekledi.
gal gadot tip olarak da oyunculuk olarak da wonder woman'a bürünmüş. kadın yönetmen de müthiş iş çıkarmış. makinistinizden ısrarla isteyiniz.
3) dunkirk
beklediğim gibi bir film değildi açıkçası ama yine de sevdim. filmdeki diyalog oldukça az ki bu da filmi oldukça gerçekçi yapıp seyirciyi içine alıyor. zannetmiyorum ki insanlar savaşta konuşkan olsun. açıkcası bir savaş filminden çok psikolojik gerilim filmi gibi, savaş filmlerine yeni bir açı getirmiş bence nolan. başrol olmaması, herkesin savaşta önemli olması, düşman askerlerinin yüzünün hiç gösterilmemesi falan küçük ama güzel ayrıntılar.
sahnelerin çoğu alıp duvar kağıdı yapmalık; filmin renk skalası oldukça güzel. müziklerine ve ses efektlerine ise diyecek bir şey yok. nolan'ın en iyi filmi olmasa da izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum savaşın ne kadar zor olduğunu size sadece görüntüyle bile hissettirebiliyor. filmde en sevdiğim cümle şu oldu: "men my age dictate this war, why should we be allowed to send our children to fight it?"
2) the big sick
klişe olmayışı, orjinal esprileri ve oyuncular arasındaki harika uyum, filmi hipnoz halde izlememe sebep oldu.
zaten kumail nanjiani'yi silicon valley'de çok beğeniyordum. filmin senaristlerine bakarsanız kendisini ve eşini göreceksiniz. hayatlarını anlattıkları filmin senaryosunu yazan evli çift olmaları zaten harika bir durumken üstüne bir de ortaya konan filmin kalbur üstü olması durumu daha da güzel yapıyor.
1) get out
bu yıl içerisinde izlediğim en iyi filmlerden birisiydi. ilginç bir konuyu, muazzam oyunculuk performansları ile gayet güzel işlemişler. jordan peele gayet başarılı bir iş çıkarmış. daniel kaluuya, lil rel howery ve caleb landry jones bana göre filmin en iyileriydi. filmi merak eden ve vakti olan herkesin izlemesini öneririm, pişman olmazsınız.