Hayatın Düşüncelerinizi Mıknatıs Gibi Çekerek Gerçeğe Dönüştürmesi: Çekim Yasası
çekim yasası, eldeki kitap ve videolara bakarsak yer çekimi kadar gerçek olan yasadır.
peki nedir bu yasa?
düşünce ve inançlarınızla doğru orantılı olayları hayatınıza bir mıknatıs gibi çekmeniz denebilir kısaca.
özellikle de çocukluk döneminde zihninizin bir yerlerine kazınan inanç kalıpları bunların başında gelir, zira siz farkında bile değilsinizdir. sizin için bir gerçek vardır, aksi kabul edilemez. dolayısıyla tamamen bu gerçekliğin içinde yaşar ve bu gerçekliğe uygun olaylarla çevrelenirsiniz. çocukken son derece travmatik bir olay veya basit hatta saçma bir olay yaşayıp hayatınızla ilgili bir karar alırsınız.
mesela bu karar "babalar çocuklarına iyi davranmazlar" düşüncesi olsun. bu sizin zihninize öyle bir yerleşir ki ilerleyen yaşamınızda (eğer kadınsanız) hayatınıza giren erkekler hep size güven vermeyen, size iyi davranmayan hatta belki sizi aşağılayan ama bir türlü kurtulamadığınız, terk edemediğiniz erkekler olurlar. tıpkı babanız gibi. veya bir erkekseniz, aile kurmaktan çekinir, çocuğunuzun olmasını istemez, karşınıza çıkan kadınlara o çok eleştirdiğiniz babanız gibi davranabilirsiniz veya davranmaktan korkabilirsiniz. ama bu inancın size hiçbir faydası olmadığını anladığınızda bu önyargınızı tamamen değiştirebilir ve son derece sevgi dolu bir aile kurabilirsiniz veya yeni erkek arkadaşınız son derece sevgi dolu bir adam olabilir.
çekim yasası argümanını ortaya atanların öne sürdüğü şey aslında tam olarak bu, yani farkında olmak.
hayatınızı bilinçli bir şekilde yaşamak ve dolayısıyla daha kolay akan, güzel bir hayat yaşamak.
bizler düşüncelerimizin, inançlarımızın birer aynası gibiyiz aslında. "ne ekersen onu biçersin" gibi deyimler de eski insanların birçok şeyin farkında olduğunu gösteriyor bana göre.
hayat o kadar muazzam ki biz çoğunlukla görmemeyi seçiyoruz, çünkü görmemeye alışmışız ve biri bize bu alışkanlığı bırakmamızı söylediğinde, ona katı bir şekilde karşı çıkıyoruz, direniyoruz, kabullenmiyoruz. oysa minik adımlarla da olsa bazı düşüncelerimizin belki de bizim için zararlı olabileceğini düşündüğümüzde ve bunu değiştirmeye karar verip uygulamaya geçtiğimizde hayatımıza çektiğimiz farklı deneyimler bizi oldukça şaşırtacaktır.
mesela ben bunları ilk duyduğumda son derece saçma ve anlamsız argümanlar olarak düşünmüştüm. iki kuzenim (karı-koca) beş-altı sene önce yaşam koçluğu serüvenine başladıklarında, "n'apıyo la bu mallar, iyice kafayı yediler" dediğimi ve çevremin de bu düşüncede olduğunu çok net hatırlıyorum. hele de bir edebiyat mezunu olarak, yıllar yılı aşağıladığım, eleştirdiğim daha doğrusu dikkate bile almadığımı iddia ettiğim kişisel gelişim kitaplarından feyz almaları daha da bir saçma geliyordu. derken, üç sene kadar direndikten sonra, yavaş yavaş "bana da bi anlatsanıza, siz n'apıyorsunuz?" diye sordum ve kendimi kişisel gelişim-çekim yasası-evren üçlemesinde buluverdim. daha öncesinde hepsine bir açıklamam vardı, söyledikleri hiçbir şeye inanmıyordum. "algıda seçicilik" diyordum, "insanın her istediğini elde etmesi mümkün değil, o zaman niye şu olmuyor" diyordum. ama meğerse işin özü öyle değilmiş. daha doğrusu bu kadar yüzeysel değilmiş. benimki fikir sahibi olmadan zikir sahibi olmakmış.
şöyle ki, bu evren denen meretten bir şeyler istiyorsunuz ve gerçekten oluyor
şaka gibi ama oluyor. hayatınız son derece kolay akıyor. başınıza gelen olumlu/olumsuz durumları kendinizin yarattığını artık biliyorsunuz. ve bunu her gün deneyimliyorsunuz. örnek vermek gerekirse, ben serbest çalışıyorum. mesela bir gün içimden "bu sıralar şu sektörle iş yapmak istiyorum" diye geçiriyorum ve ben bir süre boyunca (daha çok sıkılana kadar) o sektörle çalışmaya başlıyorum. yalnız ben gidip o sektöre başvurmuyorum, onlar bana ulaşıyorlar. işin can alıcı kısmı da burası zaten. ben sadece içimden geçiriyorum, tek yaptığım bu. derken bir bakıyorum, tamamen o sektörden işler gelmeye başlamış. veya aklımdan bir yiyecek geçiriyorum, "keşke akşam şunu yesem" diyorum ama gidip almaya üşeniyorum. unutuyorum gidiyor. ama sonra aynı akşam eşim elinde o istediğim yiyecekle geliyor. ve ona "ben şunu istiyorum, gelirken al" falan demiş olmuyorum.
elbette inanıp inanmamak kişinin kendi tercihi, ama inandığınızda bir şey kaybetmiyorsunuz. bir süre denemenizi tavsiye ederim. ama yüzeysel bir şekilde değil, okuyup öğrenerek. zira bu son derece karmaşık bir olgu ve uygulaması da insanın karakterine bağlı olarak son derece zorlu olabilir. hayata genelde olumsuz bir gözlükle bakan bir insanın birdenbire olumlu düşünmesini bekleyemezsiniz. ki zaten olay sadece olumlu bakmak falan da değil. çünkü hayatın sadece olumlu yanlarına odaklanırsak, bu sefer olumsuzlukları görmezden gelmeye başlayabiliriz. görmezden gelmek bu olumsuzlukların olmadığı anlamına gelmez. üstelik görmezden geldikçe bu olumsuzluklar hayatımızı daha çok ele geçirirler.
hayat sadece olumlu olaylar yaşayarak geçemez, bu mümkün değil. önemli olan olumsuz olaylar karşısında takındığımız tavırdır. başımıza ciddi/önemsiz olumsuz bir olay geldiğinde, o olayın acısını dibine kadar yaşayıp, sonra ardında bırakabilmektir doğru olan. acıyı hakkınca yaşayıp, olumlu tarafa doğru geçmektir. aksi takdirde görmezden geldiğiniz, yokmuş gibi yaptığınız bütün olumsuz olaylar birike birike bir taraflarınızda patlayabilir. hayata olumlu bakmak elbette çok güzel bir beceridir, ama bunu daha yolun başındayken yapamayabilirsiniz. adım adım ilerlemeniz gerekir.
ve tabi en önemlisi de hayata olumlu bakarken, hayallerinizin peşinden gitmek ve risk almaktır. kendinizi olumlu tarafta tutabilmek için istediğiniz hayalin nasıl olacağına odaklanmak yerine, o hayalin gerçekleşmesini neden istediğinize ve gerçekleşirse neler yapacağına odaklanmalısınız. en ince ayrıntısına kadar gözünüzde canlandırmalısınız. üstelik bu son derece mutluluk veren bir eylemdir. buradaki kilit nokta ise hayalinizin gerçekleşebilir bir şey olması ve sizin bu hayalinizin bir gün gerçekleşeceğine yürekten inanmanız ve gerçekleşmeme ihtimalini baştan kabul etmenizdir.
örneğin alakasız bir semtte 1+1 evinizde kirada otururken, boğazdaki yeni yalınızda geçireceğiniz günlerin hayalini kurmamalısınız. bu daha çok tıp fakültesine gitmeden doktor olmayı hayal etmeye benziyor.hayalinizin elle tutulur olması gereklidir. önce mesela 1+1 bir ev satın almanın hayalini kurmaya başlayabilirsiniz. kişisel deneyimlerime göre bu evrende her şey adım adım gerçekleşiyor, kendinize ve potansiyelinize inancınız yeterli seviyedeyse bir takım sıçramalar da yaşayabiliyorsunuz. ama daha çok her şey adım adım ilerliyor. ve her attığınız adım kendinize olan güveninizi daha çok artırıyor. çünkü her birimiz aynı güce sahibiz, ne bir eksik ne bir fazla. ne ırklar, ne milletler, hepsi son derece anlamsız. şu yeryüzünde yaşayan her birey aynı güce ve potansiyele sahip. önemli olan farkına varıp kullanabilmek.
ayrıca kurduğunuz hayalin gerçekleşebilmesi için hayalinize herhangi bir bağımlılık geliştirmemeniz ve sabırsız davranmamanız gerekiyor. aksi takdirde gerçekleşme ihtimalini sıfıra indiriyorsunuz. mesela işinizde çok başarılı ve isim yapmış biri olmak istiyorsunuz, ama zaman geçtikçe ve olmasını istediğiniz adımlar atılmayınca, "hani olacaktı, niye olmuyor" diye sızlandığınız anda, her şeyi tepetaklak yapıyorsunuz. veya aynı örnekten ilerlersek çok başarılı olmak istiyorsunuz, ama şöyle bir oturup düşündüğünüzde kendi düşünce şeklinizde başarılı olarak gördüğünüz insanların özelliklerini kendinizde görmüyorsanız, yine bu hayalin gerçekleşme ihtimalini sıfıra indiriyorsunuz. veya parasal konularda da aynı şekilde. "para insanı bozar", "zengin olmanın yolu insanlığını kaybetmekten geçer" gibi düşünceleriniz varsa, paranızın olma ihtimalini de sıfıra yaklaştırırsınız. paraya değer vermiyorsanız, paralı ve rahat bir hayat yaşayacağınıza dair hayal kurmak son derece mantıksız olacaktır.
bu noktada yapmanız gereken, eğer bu düşüncelerin size faydası değil zararı olduğunu düşünüyorsanız (örneğin kiranızı ödeyemiyor, faturaları zar zor ödüyor, kredi kartınızın asgarisini yatırabiliyorsanız) bizlere öğretilmiş kalıpların dışına çıkıp parayla ilgili olan fikirlerinizi değiştirebilirsiniz. örneğin "afrika'da insanlar kırılırken ben zengin olmayı kendime yakıştıramam" diyorsanız, bu düşüncenin aslında kimseye bir faydası olmadığını görmenizi dilerim. onun yerine çok para kazanıp muhtaç olan herkese yardım etmeyi hayal edebilirsiniz. bu her iki taraf için de son derece huzurlu ve faydalı olacaktır.
ya da aynı şey çalışmak için geçerli. "başarılı olmak için çok çalışmalısın" gibi bir düşünce kalıbınız varsa, çok çalışmadan bir yerlere gelen insanları aşağılamaya başlarsınız. bu davranış sizi son derece aşağı çeken ve komplekse sokan bir davranış şeklidir. insanları bireysel olarak tanımadan sürekli yargılamak sizi psikolojik olarak son derece yoran bir davranış olacaktır.
ayrıca daha önce de dediğim gibi bütün insanlar aynı güce sahibiz. hiçbirimizin bir diğerinden farkı yok. ve birbirimizi düşüncelerimizle etkileme ihtimalimiz son derece düşük. örneğin "hoşlandığın çocuğa konsantre ol" durumu mümkün değildir. çünkü hiçbirimiz bir ilişki isterken "direkt şu kişi olsun bu kişi olsun, bunu istiyorum" diyemeyiz, zira pazardan meyve seçmiyoruz. karşınızdaki insanın da sizinle aynı güçleri var, onun da kendi hayalleri, hayattan beklentileri var. ancak ve ancak hayalleriniz örtüştüğünde bir araya gelebilirsiniz. aksi takdirde bir araya gelmeniz mümkün değildir. isterseniz her gün evrene yakarın, yine bir şey olmaz.
üstelik bu evren muhabbetlerine kafayı taktıkça ve hakkında daha çok şey okuduğunuzda birçok aydınlanma yaşarsınız. kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. bu olay o kadar ilginç ki, çok kısa bir süre önce farkına vardım, ufak çaplı bir aydınlanma yaşadım. ben çok küçükken ismimi ve soyismimi çok severdim. her ikisinde de iki tane aynı sesli harf vardı. derken büyüdüm, sevgililerim oldu. bir tanesine aşık olmuştum, bana birçok kez evlenme teklifi etmişti falan filan. ama soyadı benim soyadımdaki sesli harfleri taşımıyordu. ismimi ve kendi soyismini bir arada söylüyordu ve ben buna içten içe acayip sinir oluyordum. çünkü beğenmiyordum soyadını. derken tabi yollar ayrıldı, büyüdük, üniversiteye başladık. sonra başka bir sevgilim oldu, aşık oldum. derken derken evlendik. ve geçen gün fark ettim ki eşimin soyadında benim adım ve soyadımdaki aynı iki sesli harf var. şaka gibi. nasıl oluyorsa çocukluğumda aldığım bu saçma karar hayatımın gerçekliği olmuş. adımı-soyadımı aynı ses ahengiyle devam ettiriyorum.
bir olay daha mesela, ben hayvanları çok severim. çevremde hep hayvanlar olsun isterim. o sırada da bu kitapları ilk defa okuyordum. kitabı bitirip kapağı kapattım ve "çevremde daha çok hayvanın olmasını istiyorum" dedim. hiç abartısız ertesi gün arka pencereme bir güvercin daha doğrusu bir kumru takıldı. önce anlamadım ne olduğunu, epey bir geç fark ettim. zavallı hayvancağız ayağını sıkıştırmış ve ayağı yaralanmış. ve böylece evimize bir kumru yerleşmiş oldu. uzunca bir süre ona baktım. evimizin bir odasını ona ayırdım. o gitti, balkonumuza iki kumru geliverdi ve orada yumurtladılar. bir süre onlarla vakit geçirdik. geçen gün yine içimden geçirdim, bir hayvanımız daha olsa keşke diye (bu arada evimizin daimi üyesi olan bir kedim var). eşim durduk yerde "şu köpekler de çok güzelmiş, acaba evimize yavru köpek mi alsak" deyiverdi. şimdi araştırma safhasındayız.
sonuç olarak ben bütün bunları neden yazdım?
içimden geldi, belki okuyanlardan bir kişinin hayatında bir şeyler değişir diye düşündüm.
unutmayalım bizler neye inanıyorsak onu yaşıyoruz, neden korkuyorsak onu tadıyoruz, kimi ölümüne eleştirdiysek aynı hareketleri gün geliyor biz yapıyoruz. güçlü duygular pratiğe dönüşüyor. kişisel gelişimde ise amaç daha huzurlu, daha dingin, kendiyle barışık, daha mutlu insanlar olabilmek.
ve nihayet yazımızın sonuna geldik. finito!