TELEVİZYON 17 Haziran 2020
38,2b OKUNMA     558 PAYLAŞIM

Her Ülkeden Kadınların Kendi Yaşamına Dair Bir Şeyler Bulacağı Dizi: Fleabag

İki sezonuyla ağızlara bir parmak bal çalıp giden enfes dizi hakkında isabetli izlenimleri derledik.

nedir?

taze bir trajediyi kabullenmeye çalışırken aynı zamanda londra'daki yaşamla da baş etmeye çalışan genç bir kadını konu alan 6 bölümlük yeni bir ingiliz dizisi.

konusu komedi olarak geçiyor; ama bence değil. oldukça iç acıtıcı sahneler ve diyaloglar var. bir anda yerinizde çivilenip kalıyorsunuz. ortalama 25-27 dakikalık bölümlerle bize, biz kadınları (bazen de erkekleri) anlatıyor. her şey yolundaymış gibi davranmaya çalışan, hiçbir şey yokmuş gibi devam eden kadınları. bölüm boyunca izleyiciyle iletişim halinde olması bilinen bir yöntem; ancak o kadar samimi bir şekilde bunu yapmışlar ki, sadece sizinle iletişim halinde sanıyorsunuz. sanki her şey aranızda bir küçük sırmış gibi.

bu dizi her ne kadar bir kadın dizisi gibi görünse de bence kesinlikle erkeklerin izlemesi gereken bir dizi

sadece baş kahramanı kadın olduğu için değil bizzat o baş kahramanı oynayan kadın tarafından kaleme alınıp feminist damarını kesinlikle çatlatmadan ama aynı zamanda erkek egemen alana yaranmaya çalışmadan ve en önemlisi kadınlara dair oldukça önemli, değerli küçük saptamaları erkeklerin gözüne sokmadan, olup bitenle inceden inceye dalga geçme becerisini bir an için bile yitirmeyen enerjisi yüzünden. üstelik bunu feminazi bir damarla dilediğince sömürebilecek bir sürü imkana sahipken. kahramanımızın dördüncü duvarı yıkıp izleyicisiyle temas kurduğu her sahnede kadın/erkek ve genel olarak insan ilişkilerine dair bastırılmış, ehlileştirilmiş, hizaya sokulmuş tavır ve davranışların sağlaması yapılıyor harika bir şekilde. ama kesinlikle erkeklere ya da bir kesime yönelik eleştiri, mızmızlanma, hayfılanma vs olmadan.

neşeli, enerjik, mutlu, esprili görüntülerin ardına gizlenmiş o küçük, sevimli, duyarlı ama yine de mutsuz kadınların (ya da genel olarak insanların) iç sesi yükseliyor sürekli phoebe waller-bridge'ın canlandırdığı karakterden. harika bir dengesi var dizinin. ülkemizde neredeyse herkesin sosyal medyadan kendine dönük yarattığı "karakterli, iyi, naif, zeki, esprili, vicdanlı, ahlaklı bla bla", "ama yine de hor görülen, dışlanan, haksızlığa uğrayan, iyiliği, güzelliği görmezden gelinen bla bla..." insan modelinin karşılığı adeta (sosyal medyada öyle dersin kim bilecek) fleabag. ama bunda herhangi bir yerinme, övünme ve istismar yok. ben en çok bu normalliğini sevdim karakterin.

hafif komedisine iliştirdiği hafif, insani trajedisiyle "o olmak" düşüncesini izleyicisine bu denli gösterişsiz ve incelikli şekilde geçirebilmesi takdire şayan. kendi adıma bayıldım. phoebe waller-bridge'in oyunculuğundan bir an bile aksamayan tanıdık ama ayrıntılarda öldürücü yazarlığına kadar her şeyine bayıldım. 

bir şey izlerken, okurken kahramanlarla empati kurmaya çalışıyorum

ama bunu bazen abartıyorum sanırım. fleabag'i izlerken sürekli yaptım. ablası gibi miyim yoksa üvey annesi gibi miyim, karar veremedim. üvey annesi bir bakıma olmak istediğim karakter. hayır, ezileni daha da ezip, üzerinden tır gibi geçmek için değil. bir şekilde hedefine ulaşmış, güçlü bir kadın. bu tarafından baktığımda bir sorun görmüyorum.

ablası, başkaları için kendi hayatından feragat etmiş biri. ona bakınca da bir noktada kendimi görüyorum. son sahneyi düşünüyorum. yapar mıydım onun gibi, yapardım.

ve esas kız, dünya sikime minare götüme dolaşırken aşık oluyor. istenmiyor. hayat işte o zaman acımasız oluyor ona. annesi ölmüş halbuse, en yakın arkadaşı ölmüş, bir gine domuzu ve saçma salak herifler var sadece yanında. ablası kaçıyor ondan, babası korkusundan kaçıyor. o da goygoya vurmuş. çok acımasızca. ama bunu öyle güzel anlatıyor ki, ona acıyacağınız yerde gülüyorsunuz, zaman zaman "porno mu açtım, ne izliyom ben" diyorsunuz. haksızlık yapmış, haksızlığa uğruyor. karma hep, her yerde çalışıyor.

dizi bittiğinde üzgündüm. her anlamda, hem bittiğine üzüldüm, hem bu zamana kadar ne izlemedim diye üzüldüm, hem kendime üzüldüm. ben sürekli kendime üzülüyorum çünkü. o çok önemli bir detay değil. keşke bir sezon daha olsaydı dedim, sonra da "bokunu çıkartma" diye kendimi teselli ettim. kitap okudum, dışarı çıktım, üzerimden ağır bir yük kalktı.

canınızı yakabilir.

Güldürürken Depresyona Sokan Dizi Louie'nin "İşte Bu Benim!" Dedirten Hayat Muhakemesi