TARİH 13 Şubat 2020
44,9b OKUNMA     640 PAYLAŞIM

İngiliz Okçuların Şov Yaptığı Önemli Tarihi Olay: Agincourt Savaşı

25 Ekim 1415 tarihinde İngiltere ve Fransa'yı karşı karşıya getiren Agincourt Savaşı, İngiliz okçuların sonucu belirlemede müthiş rol oynadığı, önemli bir tarihsel olay.

1415 yılı hem fransa hem de ingiltere krallıkları için oldukça hareketli bir yıldı. ingiliz kralı v. henry, hak iddia ettiği fransa tahtı için sefere çıkmaya hazırlanırken fransızlar da harıl harıl kendi savunma planları üzerinde çalışıyordu çünkü fransa’da kimsenin tahtı henry’e bırakmak gibi bir niyeti yoktu. ingilizlerin 1415 seferi, yüz yıl savaşları’nın bir parçası olarak görülse de aradaki düşmanlık ve rekabet 1066 senesine kadar uzanmaktaydı.

normandiya dükü piç william (fatih william olarak da bilinir) 1066 yılında kazandığı hastings zaferiyle ingiltere’yi fethetmişti. bu fetih asırlar sürecek bir rekabetin de ana sebebi olmuştu çünkü normandiya dükleri fransız monarşisine bağlıydı ve fransa krallarına tabiydiler. ancak william’ın ingiltere gibi müstakil bir krallığı fethi ve ingiltere kralı ünvanını alması aradaki feodal hiyerarşiyi problemlerle dolu bir ilişkiye dönüştürdü. normandiya dükleri bu tarihten sonra ingiltere kralı ünvanını kullanıp londra’yı başkent yapsalar da fransız hükümdarları bunu öyle kolay kabul etmek istemediler. norman kökenli hanedan 12. yüzyılın ortalarında yerini anjou hanedanına bıraktığında ise hem ingiltere hem de fransa’daki derebeyleriyle adeta bir imparatorluğu yönetir hale gelmişti. öyle ki kağıt üzerinde bağımlı olduğu fransa kralından bile daha çok toprağa sahipti. feodal hiyerarşi hanedanların potansiyel gücüyle uyumsuzluk gösterdiğinde rekabet ve savaş kaçınılmaz oluyordu.

1415 yılı siyasi haritası

iki hanedan arasındaki evlilik bağları ise zaman zaman veraset konusunda gerginlikler hatta savaşlar yaşanmasına sebep oldu. bunların en ünlüsü fransa kralı ıv. charles’ın, arkasında erkek varis bırakmadan 1328’de ölmesiydi. ingiltere kralı ııı. edward, annesinin aynı zamanda charles’ın kızkardeşi olmasını bahane ederek fransa tahtında hak iddia etse de hanedanın kadın üyeleri üzerinden veraseti engelleyen salic kanununa başvuran fransızlar bunu engelledi. bu politik mücadelenin sonunda charles’ın kuzeni philip tahtı ele geçirdi ve valois hanedanını kurdu.

bir başka mesele ingiltere’de her yeni kralın tahta çıkmasıyla fransa’daki ingiliz toprakları için fransa krallarına sadakat yemini etme zorunluluğuydu. bu konu iki hanedan arasında ciddi politik ve yasal kavgalar yaşanmasına sebep oluyordu. sadakat yemininin şartları her yeni kral tahta çıktığında taraflar arasında müzakere edilerek belirlenmekteydi. bu bazen haraç, bazen arazi, bazen de her ikisi birlikte ödenen bir meblağ idi. bu tür protokoller yasal nezaketten daha fazlasıydı ve taraflara savaş için bahane yaratıyordu. vı. philip’in, güneydeki zengin ingiliz topraklarını ele geçirmek için 1329’da gerçekleştirdiği seferin bahanesi bu yükümlülüğün yerine getirilmemiş olmasıydı.

1414 yılına gelindiğinde ise v. henry, büyük büyük babası ııı. edward’ın mirasını bahane ederek fransa tahtında hak iddia etti. aslında bu politik bir manevraydı ve fransızlarla yapacağı müzakerelerde elini güçlü tutmak istiyordu. henry, normandiya, touraine, anjou, bretonya, akitanya ve flandra kendisine bırakıldğı takdirde fransız tahtı üzerindeki hak iddiasından vazgeçmeyi teklif etti. bunun yanında fransızlar 1.6 milyon kron ödeyecek ve henry, fransa kralı vı. charles’ın kızı catherine ile evlenecek ve bu evlilikten de 2 milyon kron çeyiz alacaktı. fransızlar bu teklife 600 bin kronluk bir çeyiz ve biraz daha büyütülmüş bir akitanya ile karşılık verdi. müzakereler durunca ingiliz meclisi, henry’e fransa tahtı üzerindeki iddiasını korumak amacıyla vergileri iki katına çıkarma yetkisi verdi. bunun anlamı savaştı.

fransa’ya nazaran daha ufak bir krallık olan ingiltere’yi bu kadar saldırgan yapan şey mutlak askeri üstünlüktür. ingilizler hem kendi adalarında hem de kıta avrupa’sında yenilmez olduklarını göstermişlerdi. ikincisi kral henry’nin enerjik ve kararlı yapısıydı. üçüncüsü ve belki de en önemlisi fransızların politik bir karmaşada olmasıydı. kral vı. charles deliydi ve fransız sarayındaki iki grup, kralın yarattığı otorite boşluğundan dolayı iktidar için birbirleriyle rekabet halindeydi: burgonya ve armagnac hizipleri.

müzakerelerin başarısızlığa uğramasından dolayı henry, 1415’in temmuz ayında ordusunu southampton limanında topladı. saraydaki bir darbe girişimi seferi geciktirse de donanma 11 ağustos’ta harfleur’e yelken açtı. burası da tıpkı calais gibi güçlü surlarıyla müstahkem bir noktaydı ve normandiya’nın anahtarlarından biri olarak görülüyordu. ayrıca sonraki sefer mevsimleri için bir köprübaşı olarak da kullanılabilirdi. ancak 26 burcu ve sağlam surlarıyla hiç de kolay bir hedef değildi. ingilizler karaya ayak bastıktan sonra henry yağmayı ve sivillere kötü muamele yapılmasını yasaklayan bir ferman yayınladı. tüm askerler kendilerini kırmızı bir aziz george haçıyla tanıtmak zorundaydı. henry, atalarının topraklarını geri kazanırken üzerinde yaşayan halkı kendine düşman etmek istemiyordu. zorunlu yağma ise serbestti çünkü bilhassa atları beslemek büyük meseleydi. harfleur kuşatması tam anlamıyla 18 ağustos’ta başladı. ingiliz ordusu yanında getirdiği toplar, kuşatma kuleleri, merdivenler ve koçbaşlarıyla hazırlıklı görünse de üç tarafı nehirle bir tarafı ise muazzam bir hendekle korunan kaleyi almak tahmin ettiklerinden çok daha uzun sürdü. nihayetinde 23 eylül günü fransız garnizonu teslim oldu. esasında harfleur düşmek üzereydi ve içerideki garnizon bunu anladığından teslim olmayı tercih ettiler. canlarını kurtarmanın tek yolu buydu.

harfleur alındı ancak ne pahasına? 2,000’den fazla asker ölmüş, savaşamayacak durumdaki bir diğer 1,000 kişilik grup da yurda geri yollanmıştı. daha da önemlisi kuşatma tam 5 hafta sürmüş ve sefer mevsimi geçmişti. henry başkente yalnızca bir kale fethetmiş bir kral olarak dönemezdi. tüm riskleri alarak seferi devam ettirmeye karar verdi ancak paris’e yürümek yerine calais’e ilerlemeyi tercih etti. yıpranmış ve mevcudu azalmış ordusuyla paris’i kuşatması zaten mantıksız olurdu. garnizon olarak 1,500 kişiyi kalede bırakan henry 8 ekim günü yola çıktı. ordunun bir haftalık erzağı vardı ve aşağı yukarı bu süre içerisinde calais’ye varmayı planlıyorlardı. kıyı boyunca ilerledikleri takdirde bu mümkün görünüyordu ancak 13 ekim günü vardıkları somme nehri üzerindeki blanchetacque geçidini kazıklarla ve bir miktar askerle korunur halde buldular. birkaç km güneydeki abbeville’de ise d’albret komutasında 6,000 kişilik bir fransız öncü kuvveti olduğunu öğrenen henry’nin tek çaresi daha güneye inerek nehri dolaşmak veya mümkün olduğu takdirde uygun bir geçit bulmaktı. ingiliz ordusu düşman topraklarda sayıca az, yıpranmış ve erzak sıkıntısı çeker haldeydi. bu halde somme nehri’ni dolaşmaları ve muhtemelen bir de meydan muharebesi vermeleri gerekecekti. danışmanlarının uyarılarına rağmen henry geriye dönmedi ve somme üzerinde uygun bir geçit aramak üzere güneye doğru devam etti.

d’albret ve boucicault komutasındaki fransız öncü kuvvetleri nehir üzerindeki köprüleri tahrip ediyor ve uygun geçit noktalarını savunuyordu. ingilizlere karşı uygulanan bu dolaylı yaklaşım özellikle bu iki generalin planıydı. doğrudan bir meydan muharebesi vermek yerine yıpratma savaşını tercih etmişlerdi. zaten harfleur kuşatması boyunca rouen yakınlarında toplanmakta olan ordu hiçbir manevra yapmamıştı. ingilizler calais’ye doğru ilerlemeye başlayınca onlar da paralel bir hat üzerinde takibe başladılar ve somme nehri üzerinde savunmalarını kurdular.

henry’nin arayışları sonunda meyvesini verdi. fransız komuta kademesinde yaşanan aksaklıklar neticesinde voyennes ve bethencourt civarında uygun bir geçit buldu. her an beklenen fransız saldırısı altında oldukça gergin olan askerlerin düzen içinde nehri geçmeleri için henry geçiş işlemini bizzat yönetti. en ufak bir panik dalgasının bile nehir geçme işlemini riske atacağını bildiğinden buna azami önem verilmişti. ingiliz ordusu nehri sağ salim geçmeyi başardı. calais yolunu bir hafta kısaltmış olmanın verdiği rahatlamayla gece karanlığında bile bir süre ilerlediler. henry’nin katı disiplinini de burada vurgulamak gerekir.

ordular

ingiliz ordusu southampton limanından harfleur’e 300 parçalık bir nakliye filosuyla taşınmıştı. bu kadar büyük bir filo şaşırtıcı değildir. ordunun mevcudu 8,000’i okçu olmak üzere 10,500 kişiydi. geri kalan 2,500 kişi ortaçağda man-at-arms olarak bilinen tam teçhizatlı soylulardan oluşmaktaydı. her soylu yanında iki ila dört at getirdiğinden ve okçuların da yarısı atlı olduğundan orduda 10,000’den fazla at vardı. bunun yanında toplar ve diğer kuşatma araç-gereçlerini de düşündüğümüz zaman 300 nakliye gemisinin çok da imkansız olmadığı görülür. çağdaş kaynaklar ise abartılı olarak 1,500 parçalık bir filodan bahseder. 1417’de ingiltere’nin daimi donanmasının 30 savaş gemisinden oluştuğunu düşünecek olursak rakamın anlamsızlığı kendiliğinden anlaşılır.

britanya’nın ve belki de tüm avrupa’nın o dönemde en çok korkulan savaşçıları ingiliz okçularıydı. bu askerler çok hafif zırh taşır bazen hiç taşımazlardı ancak 15. yy boyunca üzerlerindeki zırh miktarı giderek artmıştır. genellikle keçe bir yelek veya brigandine denen bir çeşit pul zırh giyerlerdi. bunun yanında zincir zırhlar giyildiği de olurdu. bacak kısımlarında ise neredeyse hiç zırh bulunmazdı. miğfer olarak ise genellikle yüz kısmı açık olan bazinet kullanılırdı.

zaten ingiliz okçularını güçlü kılan zırhlarının haşmeti değildi. iki metreyi bulan devasa boyutlarıyla ve 120 libreye kadar çıkabilen çekiş kuvvetiyle yayları, onları tüm kıta avrupa’sında korkulan askerler yapmıştı. ülke çapında yedi yaşından itibaren yay eğitimi alan ve düzenli olarak talim yapan bu askerler için yayları onların yaşam tarzıydı. fransa içlerine yapılan yağma amaçlı akınlarda da atlı okçular yer alırdı ve bu akınlar askerlere önemli tecrübeler kazandırmaktaydı. bunlar, doğudaki atlı okçuların aksine at üzerinde atış yapmaz, atı yalnızca mobilizasyon amaçlı kullanırlardı. bu yönüyle ateşli silahlar dönemindeki ‘dragoon’ birliklerinin ataları kabul edilirler.

ingiliz atlı okçusu

ingiliz uzunyaycıları ortalama 48-72 arası ok taşırdı. bu okların boyları bir metreyi buluyordu. etkili atış menzili 200 metre civarındaydı. ancak daha hafif olan menzil oklarıyla yapılan atışlarda menzil daha fazla oluyordu. bu konuda bir standart olmasa da her bir sadakta birkaç adet menzil oku olduğuna şüphe yoktur. bu oklar düşmana zarar vermekten ziyade taciz amaçlı olarak kullanılırdı. menzil ve nişan alma konularında çok sıkı talimlerle eğitilirlerdi. 50 metre gibi kısa mesafelerde en kaliteli levha zırhları delmek onlar için imkansız bir iş değildi. daha uzun mesafelerde ise toplu halde salvolar yaparlardı. ana silahları olan yayın dışında kılıç, hançer ve süvarilere karşı karşı kullandıkları kazıkları dikmek için tokmak da taşırlardı.

ingiliz ordusunun geri kalanını oluşturan süvariler için kullanılan man-at-arms tabiri ise genel bir ifadedir. bu tabirle kastedilenler atlı ve tam teçhizatlı soylular, şövalyeler, şövalye adayları, şövalye refakatçileri ve bunların hizmetkarlarının tümüdür. bu askerler 15. yüzyılda vücutlarında neredeyse boşluk bırakmayacak şekilde levha zırhlar giyerdi. yalnızca eklem noktaları hareketi kolaylaştıracak şekilde zincir zırhla kapatılır yahut eklemin hareketine uygun levha zırh yerleştirilirdi. miğfer olarak köprücük kemiğine kadar olan kısımları da koruyan birkaç parçanın birbirine eklenmesiyle yapılan siperlikli bazinet yaygındı. kollar, bacaklar, ayaklar ve eller de bu tarz levha zırhlarla kaplanırdı. bütün parçaların ağırlığı 28-35 kg civarındaydı. esasında bu, modern piyadelerin sırtlarında taşıdığı ağırlıktan daha fazla değildir. üstelik ağırlık vücuda dağılmıştır, dolayısıyla bu zırhlar düşünüldüğü kadar zorlayıcı değildir. ingiliz okçularının saçtığı dehşet düşünüldüğünde en iyi korunma yönteminin bu olduğu kendiliğinden anlaşılır. tam takım bir zırhı bir insanın tek başına giymesi mümkün olmasa da bu zırh içinde sağlıklı bir insan rahatlıkla eyerine atlayabilir veya düştüğü yerden yardım almadan kalkabilirdi. yine de bu ölçüde bir ağırlığın yayan savaşırken hareket hızını ve refleksleri yavaşlattığını söylemek gerekir.

fransız ordusunun büyük kısmı ise yukarıda bahsedilen bu tam teçhizatlı süvarilerden oluşuyordu. 20,000 civarı ağır zırhlı süvarinin yanı sıra 4,000 kadar okçu ve arbaletçi de mevcuttu. süvariler, göz kamaştıran zırhları ve gösterişli hanedan armalarının yanında ana silah olarak kargı kullanırlardı. 4 metreye yakın uzunluğa sahip kargılar, at sırtındayken üzengiden destek alıp kargıyı da koltuk altına sıkıştırmak suretiyle sıkışık düzende atlı taarruzu yapmak maksadıyla kullanılırdı. sırt levhasına eklenen destekler, kargı yastığı işlevi görerek kargının daha iyi hizalanmasına yardımcı olurdu ve bu da taarruzun etkisini artırırdı. yayan savaşıldığında ise yarı yarıya daha kısa bir mızrak kullanılırdı ve gelişen zırh teknolojisi karşısında teber kullanımı da artmaktaydı. bunlar ucuna bir çeşit balta monte edilmiş mızraklardı. hem delme, hem kesme, hem de darbe için kullanılabilen ağır ama çok etkili silahlardı. soyluluğun ve asaletin simgesi kılıçlar ise her daim bellerinde hazır dururdu. genellikle geniş ve iki tarafı keskin olan kılıçlar bulunduğu gibi zırhlara karşı etkinliği artırmak için elmas kısımlı ince yapılı kılıçlar da mevcuttu. kılıçların boyları değişken olmakla birlikte 1 metre civarındaydı. çift elle kullanılan daha uzun kılıçlar da popülerdi. son olarak kalça hizasında taşınan hançerleri de söylemek gerekir. hançer yakın dövüşte kullanılan bir silah değildi, daha çok yaralı düşmanları öldürmek için kullanılırdı. elbette herkesin bu donanımları karşılayacak maddi imkanı yoktu ancak büyük çoğunluğu aşağı yukarı bu standartta bir donanıma sahipti.

mareşal boucicault, yayan savaşan man-at-arms için güzel bir örnek

dönemin avrupasında asker toplama yöntemleri pek farklılık göstermiyordu doğrusu. ingiltere’de geçerli olan feodal hizmet yasası yılda 40 günlük hizmeti şart koşuyordu ancak bu süre bir seferi tamamlayabilmek için yeterli değildi ve bu yüzden sözleşme sistemi sıklıkla uygulanır oldu. agincourt seferi’ne çıkmadan önce toplanan ordu da büyük ölçüde sözleşme sistemiyle toplanmıştı. sözleşmeler kral ile soylular arasında yapılırdı ve anlaşmazlık çıkmaması için kağıda dökülürdü. bu belge ikiye bölünür, bir yarısı krala diğer yarısı ise soyluya verilirdi. sözleşmeler, silah altına alınan erlere günlük ödeme yapılmasını garanti ederdi. ingilizler harfleur’u kuşattığı sırada, rouen’de toplanan fransız ordusu da buna benzer bir sistemle toplanmıştı. seferler sırasında kaçakları engellemek için askerlere ordudan ayrılınmayacağına dair yemin ettirmek yaygın bir uygulamaydı.

ingiliz ordusunun başında çok yetenekli bir general olan kral v. henry bulunuyordu. henüz 12 yaşındayken şövalye ilan edilmiş ve darbeyle kral olan babası ıv. henry’nin isyanlarla dolu geçen hükümdarlığında pek çok sefere onunla birlikte katılmıştı. 1403 yılında isyancılara karşı yapılan shrewsbury muharebesi’nde mutlak bir zafer kazanıldığında o zamanlar prens olan henry, ordunun sol kanadına komuta etmişti. bu savaşta yüzüne bir ok yemiş ve feci şekilde yaralanmıştı ancak o halde savaşmaya devam etmişti. muharebeden sonra yaşama şansı düşük görülse de iyileşmeyi başardı, tabi yüzünde kalıcı bir izle. bunun dışında babasıyla birlikte katıldığı galler ve iskoçya seferleri ona savaşların can sıkıcı yönlerini öğretmişti: açlık, hastalık ve yorucu yürüyüşler… çocuk yaştan itibaren gördüğü ve yaşadığı şeyler onu merhametsiz ve zalim bir generale dönüştürdü. hükümdarlığı boyunca gerek savaş esirlerine gerek sivillere yaptığı mezalimliklerle anıldı.

ingilizlerin aksine fransızlar ise çok başlı bir komuta kademesine sahipti. kral vı. charles deliydi ve komutanlık vasıflarına sahip değildi. oğlu louis’in sağlık durumu da orduya komuta etmesine maniydi, zaten hiçbir askerlik tecrübesi de yoktu. burgonya dükü john ise gerek kralla gerekse orleans dükü’yle yaşadığı problemlerden dolayı savaşa iştirak etmek istemiyordu ancak ingilizlerin ittifak tekliflerine de cevap vermemişti. yine de kendi tâbilerini savaşa katılma konusunda serbest bırakmıştı. kralın yokluğu burgonya ve armagnac gruplarınca doldurulmaya çalışıldığından aradaki rekabet tekil bir komuta kademesi oluşturulmasına mani oldu ve fansızlar çok başlı bir yapıya büründü. bu yapının görünürdeki başı ise ihtiyatlı bir karaktere sahip olan saray nazırı (constable) charles d’albret idi. ikinci adam ise boucicault olarak da bilinen mareşal john le maingre idi. niğbolu muharebesi’nde türklere karşı bozguna uğrayan burgonya ordusunda yer almış, esir olmuş ve sultan bayezid tarafından fidye karşılığı serbest bırakılmıştı. hemen arkasından istanbul’a gitmiş ve 1399’daki türk kuşatmasına karşı şehri müdafaa etmişti. sözleri ve eylemleri kayıt altına alınan örnek bir şövalye olarak döneminin efsanesiydi. diğer soylular ise 24 yaşında çok az askeri tecrübesi olan orleans dükü charles, 33 yaşındaki bourbon dükü john ve 30 yaşında olan ve askeri kabiliyetleri şüphe yaratan alençon dükü john idi.

muharebe

ingiliz ordusu nehri geçtikten sonra pek fazla seçeneği kalmayan fransızlar calais güzergahına paralel bir hatta ingilizleri takip etmeye başladılar. ingilizlerle açık alanda karşılaşmak istemediklerine şüphe yok ancak önü açılan ingilizlere karşı yalnızca öncü kuvvetlerle saldırmak konusunda isteksiz oldukları söylenebilir. fransız öncü ve ana kuvvetleri bapaume’a doğru çekilirken henry hanedan armasını giymiş ve sefer sonuna kadar çıkarmayacağını söylemişti. bunun anlamı artık her an savaşa hazır olduğunu göstermekti. hedef calais idi. stratejik açıdan ingiliz ordusu zor durumdaydı çünkü geri çekilme istikametleri kıyıya doğru değil somme nehri’ne doğruydu. bu tercih ettikleri bir şey olmasa da fransızlar muharebeye girişme konusunda zaten fazlaca ihtiyatlıydı.

tarafların stratejik manevraları

fransızlar acele ederek calais yolu üzerinde bulunan agincourt köyü’nde kamp kurdu. henry ve ordusu bu noktaya vardığında fransızların kamp ateşini rahatlıkla görebiliyorlardı. fransız ordusu sağ kanadını agincourt sol kanadını tramecourt köylerine dayamış ve ingilizleri beklemeye başlamıştı. ertesi günün sabahı fransızlar neşeli bir şekilde kahvaltılarını ettiler. ingilizlerin ise kahvaltı konusunda şansı kötüydü. bulabildikleri şeylerle karınlarını doyurdular. aradan birkaç saat geçmesine rağmen fransızlar herhangi bir hamle yapmadı. henry’nin, eğer calais’ye ulaşmak istiyorsa üzerlerine yürümesi gerektiğinin bilincindeydiler. henry bu hareketsizlik sonrası tecrübeli lordlarıyla bir toplantı yaptı ve beklemekle hiçbir şey kazanılamayacağı konusunda hemfikir oldular. ordu zaten hastalık ve açlık yüzünden zayıflamıştı ve fransızların aksine erzak konusunda çok büyük sıkıntı çekiyorlardı. tek seçenek saldırmaktı ve ilerleme kararı alındı. henry ilerleme işini çok disiplinli bir şekilde yürüttü. zaten az olan kuvvetlerini stratejik hatalarla azaltmak istemiyordu. iki ordu arasındaki mesafe yaklaşık 1 km idi. çamurlu arazide askerleri hızlı yürüterek onları yormak istemedi ve oldukça ağır bir tempoda ve ara ara molalar vererek askerlerini 250 metrelik ok menziline soktu.

tam bu noktada henry’nin önceden hazırlanması için emir verdiği kazıklar okçular tarafından toprağa çakıldı. ingiliz ordusunun okçuları kanatlara içe doğru açı yapacak şekilde yerleştirilmişti. ingiliz ordusu tabanı düz bir v şeklini andırıyordu. okçular önden kazıklarla, yanlardan ise ağaçlarla kendilerini koruma altına almışlardı. okçuların kanatlara yerleştirilmesi ortaçağda geleneksel bir yöntemdi. ancak öne doğru yatık bir şekilde konuşlandırılmaları muhtemelen savaş alanının darlığından kaynaklanıyordu. bir başka ihtimal de atış yapabilecek daha çok açı yaratma isteği olabilir. neticede okçular, zemine çakılan kazıkların arasında diledikleri gibi yer değiştirebiliyorlardı. ingiliz ordusunun merkezinde ise 1,000 kadar man-at-arms vardı. bunlar atlarından inmişlerdi. ordusuna moral vermek için henry de atından inmiş vaziyette savaş alanında bulunuyordu.

muharebeden birkaç gün öncesine kadar d’albret ve boucicault seferi çok iyi organize etmiş ancak muharebe günü orduya kimin komuta edeceği konusunda ortada müthiş bir belirsizlik vardı. muharebe planını d’albret ile boucicault hazırlamış ve buna göre muharebeyi en ön safta kanatlara yerleştirilen okçu ve arbaletçilerle başlatmayı planlamışlardı. ingiliz okçularıyla menzil savaşı sürerken ingiliz ordusunun gerisine yapılacak bir süvari taarruzuyla karşıklık yaratmak ve bundan faydalanarak merkezden piyadelerle kanatlardan da süvarilerle eşgüdümlü bir taarruz düşünülmüştü. süvarilerden oluşan üçüncü saf ise yedek kuvvet olarak geride tutulacaktı.

henry muharebeden hemen önce okçularına ölümüne savaşmaları gerektiğini, esir alındıkları takdirde idam edileceklerini, eğer şanslılarsa sağ ellerindeki üç parmağın bir daha yay çekememeleri için kesileceğini anlattı. soylular içinse zaten zırhların içinde ölümcül yara almaları o kadar kolay değildi üstelik esir alındıkları takdirde fidyeyle serbest kalma şansları vardı.

bu kısa konuşmanın ardından muharebe ingilizlerin menzil atışıyla başladı. fransız okçuları ve arbeletçileri ise aceleyle attıkları bir salvodan sonra ingiliz oklarından korunmak için arka saflara doğru çoktan geri çekilmişti. bu birlikler bir daha sıcak çatışmaya dahil olmadılar. işler daha en başından kötü gitmeye başlamıştı. bunu kanattaki organize olmamış ağır süvariler takip etti. plana göre sağ kanatta 800, sol kanatta ise 1,600 süvariden oluşması gereken kuvvetler uzun bekleyiş neticesinde disiplinlerini kaybederek yerlerini terketmişti. neticede sağ kanatta 150 sol kanatta ise 300 kadar süvari toplanabilmişti. bunların yaptıkları taarruz da tam anlamıyla bir kanat taarruzu sayılmazdı. kaldı ki yeni sürülmüş ve ıslak vaziyetteki bu arazide atların gereken taarruz hızına ulaşmaları mümkün değildi. toprağın yumuşak olması çakılı bazı kazıkların düşmesine sebep olsa da bu engelleri tam anlamıyla yarmak mümkün olmadı. türklere karşı savaştığı niğbolu muharebesi’nde yeniçerilerin diktiği kazıkların etkisine gözleriyle şahit olan boucicault’un, kanatlara konuşlandırılan süvarileri bu konuda uyardığına şüphe yok ancak muharebe vakti gelip çattığında daha genç ve tecrübesiz şövalyelerin kibri ihtiyata ağır basmıştı. sağ kanat taarruzuna komuta eden william de saveuse, atının kazıklardan birine takılması sonucu yere düştü ve okçular tarafından öldürüldü. generalin kaybedilmesiyle moralleri bozulan süvariler o sırada ilerlemekte olan fransız ön saflarına doğru kaçıştı ve buradaki düzeni alt üst etti. kilolarca ağırlıktaki zırhları taşıyan piyadeler, çamur deryasında yürümekte zorlanırken bir de tepelerine ağır süvariler üşüşmüştü. fransız piyadeleri yorgunluktan tükenme noktasındaydı.

muharebe düzeni

ingilizler ise kaçan süvarilerin arkasından salvolar yapmaya başlamıştı bile. şimdi önlerinde daha sık duran hedefler vardı. ok yağmurundan korunmak için piyadeler başlarını öne eğerek ilerliyordu çünkü oklar siperlikten içeri girebilirdi. menzil kısaldıkça okların zırh deliciliği, buna bağlı olarak da ölüm oranı artıyordu. 250 metrelik körlemesine bir ilerleyişin ardından ingiliz hatlarına varan 8,000 fransız piyadesi çoktan yorgunluktan tükenmişti ve silahlarını kaldıracak takatleri bile kalmamıştı. bunun yanında kalabalıktan dolayı çok sıkışık düzendeydiler, bu da teberleri ve mızrakları etkili biçimde kullanmalarını engelliyordu.

buna rağmen yakın dövüş oldukça şiddetli geçti. ingilizler de kayıplar verdi. en önemlisi de york dükü’nün miğferine aldığı darbeyle ölümüydü. kral da aynı akıbete çok yaklaşmıştı zira miğferine aldığı bir darbe kraliyet tacının bir kısmını parçalamış ancak krala zarar gelmemişti. şiddetli çarpışmalarda sonucu belirleyen ise okçular olmuştu ancak bu sefer daha farklı bir şekilde. yakın mesafeden oklarını atanlar derhal ellerindeki silahlarla yakın dövüşe girmeye başlamıştı. oldukça hafif ve ayrıca diri olmaları bitkin vaziyetteki fransız şövalyelerine karşı onlara üstünlük sağladı. halk tabakasından olmaları nedeniyle aşağılanan okçular müthiş bir gayretle savaştı ve şaşırtıcı biçimde fransızlar geri çekilmeye başladılar. daha diri olan ingilizler ise kaçan fransızları bir süre takip ettiler ve öldürebildiklerini öldürdüler, bir kısmını da esir aldılar. fransız ikinci kıtasını oluşturan yaklaşık 3,000 kadar piyade kaçan askerlerden pek fazla etkilenmemişçesine saldırıya geçse de onlar da aynı kaderi paylaştı. atlı halde bulunan fransız üçüncü kıtası ise korkunç manzara sonrası derhal savaş alanından çekildi.

sonuç

muharebe bir buçuk saat gibi kısa bir süre içerisinde sonuçlandı. ingilizler esirleri toplayıp muhtemel fidye miktarını hesaplarken zaferin coşkusunu yaşamaktaydılar. tam herşey bitti derken ordugâha saldırıldığı haberi geldi. yerel derebeylerden ısembart d’agincourt biraz da yağma hırsıyla ingiliz ordusunun ağırlıklarının bulunduğu kampa saldırmış ve birkaç kıymetli parça almayı da başarmıştı, ancak onun aldıkları daha sonra esirlerin fidye pazarlığında masaya yatırılacak ve geri alınacaktı. marle kontu ve fauquembergh gibi bazı soylular, fransız üçüncü kıtasından arta kalanlarla 600 kişilik bir süvari gücü oluşturup ingilizlere taarruz etmiş olsa da başarılı olamadılar. bu iki olay tutsakların idam edilmesi konusunda henry’e yeterli sebebi vermişti. bozguna uğramış olsalar da her an yeniden toparlanabilme ihtimali, ingilizlerin elinde bulunan tutsakların kaçma ve yeniden silaha sarılma şansını artırıyordu. böyle bir riski alamazdı ve en meşhur soylular dışında kalan tüm esirleri öldürttü. esirlerin toplam mevcudu bilinmese de 1,500 civarı soylunun kaybedildiği söylenebilir. bunların ne kadarı esirken öldürüldü, bunu bilmek mümkün değil. soyluların tamamı kuzeydeki toprakların lordlarıydı ki kralın askeri gücü de kuzeydeki vilayetlerden sağlanıyordu. bu kayıplar kraliyetin askeri yapısına ve ekonomisine vurulmuş büyük bir darbeydi ki fransa krallığı’nın ingiliz yayılmacılığına karşı direncini büyük ölçüde azaltmıştı. d’albret muharebe sırasında ölmüş, boucicault ve orleans dükü ise esir edilmişti. bu iki isim savaşın ardından ingiltere’ye götürülecek ve orada öleceklerdi çünkü aileleri muazzam fidye parasını karşılayamamıştı. nihayetinde fransızların toplam kaybı 6,000 kadardı, ingilizler ise 500 kişi kaybetti.

son atlı taarruzuna komuta eden fauqemberg, önceki taarruzlardan ders almışçasına siperliğini indirmiş, kalkanını getirmeyi de ihmal etmemiş.

zafer askeri açıdan kesin olsa da politik etkileri, henry’nin derhal başkente dönme isteğinden dolayı hemen görülmedi. şartlar müsaitti ama elindeki yıpranmış orduyla paris’i kuşatamazdı. henry başkentte muzaffer bir kahraman olarak karşılandı ve lancaster hanedanı’nın ve gelecekte fransa içlerine yapacağı seferlerin meşruiyetini sağlamlaştırdı. muharebenin hemen ardından zaten zor ayakta duran armagnac ile burgonya grupları arasındaki ittifak çöktü. agincourt’ta kaybedilen soylular büyük ölçüde armagnac hizbine mensuptu. bu durum burgonyalılara üstünlük sağladı ve kendi ordularını kurup derhal paris’e yürüdüler. fransa içindeki bu bölünmüşlük henry’nin sonraki yıllarda yapacağı seferlerin büyük toprak kazancıyla sonuçlanmasını sağlayacaktı.

ingiliz zaferinin temelinde muhakkak ki okçular vardı. ingilizler, böyle bir yapıdaki fransız ordusunu yenebilecek en ideal okçu-piyade oranına sahipti. okçular stratejik anlamda zaten savunma birlikleriydi ve menzile girdiklerinde fransızlar geri çekilebilir ve ingilizlerin sinirlerini iyice yıpratabilirdi ancak onlar en kötü tercihi yaptılar ve saldırdılar. kibrine yenilen görkemli soylular şan ve şöhret kazanmak ve cesaretlerini herkese kanıtlamak için çamur içindeki zeminde ingiliz hatlarına saldırdılar ve doğal olarak daha ingilizlere varamadan yorgunluktan tükenme noktasına geldiler. vardıklarında ise yakın dövüş silahlarına sarılan okçular onlar için sıradan alt tabaka askerlerden daha büyük bir mesele haline gelmişti. okçuların çabası, dinç ingiliz piyadeleriyle de birleşince fransızlar çekilmek zorunda kalmıştı.

1425 yılı siyasi haritası

fransızların bir diğer hatası ise sayı üstünlüklerini kullanmalarına izin vermeyen çok kötü bir muharebe alanı seçmiş olmalarıdır. fransızlar arka arkaya üç kıta halinde konuşlanmalarına rağmen muharebe alanına zorlukla sığabilmişlerdi. hücuma geçtiklerinde de bu sıkışıklık ingiliz okçular için adeta ‘kaçırması imkansız’ hedefler yaratmıştı. ingiliz ordusunun kanatlarında bulunan sık ağaçlıklar, fransızların kanattan sarma ihtimalini de baştan yok etmişti. ok yağmurundan kurtulabilen şanslılar hem sıkışıklıktan hem de yorgunluktan silahlarını kullanamadılar ve yakın dövüşte paramparça edildiler. fransızların böylesine bir hücum tertibi almasının nedeni belki de 1382’de flamanlara karşı kazandıkları roosebeck muharebesi olabilir. o muharebede fransız ordusu kanatlardan süvarilerle cepheden ise piyadelerle eşzamanlı bir cephe taarruzu denemiş ve avrupa’nın en azimli piyadelerinden olan flamanlar bu baskıya dayanamayıp çözülmüştü. agincourt’ta da benzer bir sonuç uman fransızların gözardığı ettiği şey ise okçuların ateşgücü, kazıklar, ağaçlıklar ve kötü durumdaki zemin idi.

agincourt’taki moral faktörü de ingilizlerden yanaydı. evvela henry’nin özgüveni ve askerlerine aşıladığı güven duygusu çok önemlidir. belki bundan da önemlisi zor şartlar altında geçen uzun bir sefer döneminde bile ordunun dağılmasını engelleyen disiplindir ve bu kesinlikle henry’nin eseridir. yine de harfleur’den calais’ye ilerleme kararı büyük bir kumardı. babasından kendisine miras kalan meşruiyet sorunu, harfleur’den doğruca londra’ya dönseydi başını ağrıtabilecek komplolara sebep olabilirdi. kumarı oynamayı seçti ve kazandı ancak seferin iyi idare edildiği söylenemez. fransızların onu somme nehri’nde stratejik olarak mağlup etmesi tamamen kendi hatasıdır. ancak dönemin politik şartları ingilizlerin yararınaydı. fransa, akli dengesi bozuk bir kral tarafından idare ediliyordu ve saraydaki hizipler arasında korkunç bir rekabet vardı. son olarak fransızların, kendilerinden çok daha az kuvvete sahip ingilizlere saldırmak konusunda bu kadar isteksiz olması da ingilizlerin mutlak askeri üstünlüğünden ileri geliyordu. bu üstünlük fransız moral motivasyonunu öylesine düşürmüştü ki sayıca dört kat üstün oldukları halde dahi ingilizlerin karşısına çıkma cesareti gösterememişlerdi.

kaynaklar

matthew bennet, agincourt 1415: triumph against the odds, osprey publising
clive bartlett, english longbowman 1330-1515, osprey publising
david nicolle – angus mcbride, french armies of the hundred years war, osprey publising
anne curry, the hundred years’ wars, osprey publising
cristopher rothero, the armies of agincourt, osprey publising