KOMİK 7 Aralık 2018
300b OKUNMA     1709 PAYLAŞIM

İsviçreli Turist Numarasıyla Mardin'de Bir Eve Misafir Olan Gencin Yaran Hikayesi

Ekşi Sözlük'ün kalemi en kuvvetli yazarlarından "soner bastiat", yine oldukça eğlenceli bir anısıyla daha karşınızda.
iStock

çok sıkıldığım zamanlardı. hayatımın hangi yöne doğru gitmesini istediğimden emin olamadığım, savrulduğum, çok sıkıldığım zamanlardı. gerçi çok anormal bir ruh hali değil, yani herkesin böyle bir dönemi oluyor. hitler'in bile olmuş. kendisi dünyanın anasını ağlatmadan 30 yıl önce haydarpaşa garı'nın inşaatında çalışıyormuş (kaynak: enver paşa ve sarıkamış harekatı / ziya nur aksun) sonra bir sabah işe gelmemiş ve zaten sonrasını hepimiz biliyoruz. amk naaptılarsa adama haydarpaşa'da, ben asıl onu merak ediyorum. ulan bi insan da istanbul'a gelince olumlu etkilensin arkadaş. hayır düşünüyorum da yani o gün belki de hitler'in sigortası düzgün yatsa 2. dünya savaşı yaşanmayabilirdi. her neyse sanırım ben de hitler kadar olmasa da kendi içimde bazı iç çatışmalar yaşıyordum.

bilenler bilir, couchsurfing diye bi site var, kısaca bahsetmek gerekirse; farklı ülkelerden siteye üye insanlar birbirlerinin evlerine misafir oluyor ve böylece hem yeni arkadaşlıklar kuruyorsunuz, hem de otele falan para ödemiyorsunuz. müthiş bir sistem. yani fransız birisi istanbul'a gelince sizde kalıyor, siz de bir gün fransa'ya giderseniz onda kalabiliyorsunuz, sitenin temel mantığı bu. yalnız ben yurt dışından çok, türkiye'deki şehirleri gezmek istiyordum. ancak istanbul'da yaşayan bir soner, türkler için o kadar da cazip bir profil değildi. ayrıca beni ağırlayacak kişi de zaten bir gün türkiye'den siktir olup giderse falan o gittiği ülkede bir networkü olsun, otel masrafı olmasın diye beni ağırlıyor yani adam türk'ü ne yapsın, haklı. hele o tarihlerde (10 sene oldu sanırım) couchsurfing bizim ülkede hemen hiç bilinmediği için çok az türk var, e onlar da yabancı peşinde. ya o yıllardaki interneti şöyle anlatayım; artist mi ne artisti? artist ne arar la bazarda röportajı henüz yapılmamış, düşünün işte.


ben de kendimi siteye isviçreli olarak kaydetmeye karar verdim. eğer sarışınsanız ve biraz da ingilizceniz varsa siz de isviçreli olabilirsiniz. evet belki tek başıma o illere gidip otelde falan kalıp da gezebilirdim problem değil ama öncelikli derdim gezmek değildi, ben başka coğrafyadaki hayatlara daha yakından tanık olmak istiyordum -ki bunun için o kişilerin evlerinde yaşamaktan daha iyi bir seçenek olduğunu düşünmüyorum-. bunun dışında beni en çok çeken şey ise yanımda kendi dedikodumun yapılabilecek olmasıydı. çünkü gerçek hayatta hiçbirimiz birbirimiz hakkındaki fikirleri çok net bir şekilde birbirimize söylemiyoruz. fakat dillerini bilmediğimi zanneden insanlar şimdi yanımda oldukça rahat davranacaklardı. bir nevi görünmez olacaktım. tek aklıma takılan şey, evinde misafir olduğum kişiler bir gün isviçre'ye gelip bende kalmak isterlerse (e sitenin amacı bu) ne yapacağımdı. onlara da kaldıkları süre boyunca günlük ev kiralarım ne olacak dedim, böylece vicdanen de rahatlamıştım.

içimde dizginlenemez bir sahtekarlıkla yanıp tutuşuyordum. okulda, yemekte, evde tek düşüncem bu olmuştu. fırsat buldukça sultanahmet'e gidip bir elimde harita, bir elimde içi boş bir bavul pratik yapmaya başladım.

kendimden emin olduğum zaman sahte hesabımı açıp hızlıca profilimi tamamladım. sitedeki adım tabii ki soner değil, soren'di (hatta 'o'nun ortasından çizgi falan geçiyor; søren). søren isviçre'nin ali'si gibi bir şey. ayrıca avrupa'nın çeşitli ülkelerinde çekilmiş elde biralı, festivalli fotoğraflarım søren olduğum konusunda oldukça ısrarcıydı. türkiye'ye geleceğimi duyurmuş ve önüme gelen herkese mesaj atıyordum. bursa olur, mardin olur, çanakkale olur... kısa zamanda beklediğimden çok geri dönüş almıştım.

bana ilk ulaşanlardan biri mardin'de yaşayan 25 yaşındaki emre'ydi, ilk ziyaretimi oraya yapmaya karar verdim. düzgün bir çocuğa benziyordu. emre'ye yurt dışından aldığım çikolatalardan hazırladım. diş macunuma kadar her şeyimi özellikle türkiye'de bulunmayan ya da çok az yerde satılan markalardan seçip bavula koyuyordum. kusursuz bir søren olmalıydım. çok güzel hayallerim vardı mardin ile ilgili, inanılmaz yemekler yiyecektim, tarihi yerleri gezecektim vs.. mardin'e gideceğim günden 2 gün önce artık evde bile tek kelime türkçe konuşmuyordum. hani okulun ilk günü, daha sen hiçbir şey bilmiyorken doğrudan sınıfa "good morning classssss!" diye gelen ve ölsen bile hiç türkçe konuşmayan antipatik ingilizce öğretmenleri olur ya, tam olarak onlardan biri olmuştum.

mardin'e 'istanbul aktarmalı' olarak vardım. havaalanında güzelce karşılandım. beraber çocuğun eve vardık. yani aslında şehir merkezinden epey uzakta, köy gibi bir yere geldik ama benim için hiç problem değil, macera arıyorum zaten. ingilizcesi de biraz zayıf fakat anlaşıyoruz, her şey planladığım gibi gidiyordu. ta ki akşama doğru çocuk panik içinde yanıma gelene kadar. ulan zaten tam anlayamıyorum herifin ingilizcesini, "family" diyo "father" diyor, "mother" diyor, "amcam" diyor, dedim ne diyon aqq. yani diyemiyorum tabii öyle de demek üzereyim yani çocuk heyecanlı heyecanlı bişeyler anlatıyo, belli önemli bişey ama tam anlamıyorum. meğerse çocuğun anası babası başka şehre gitmişler de normalde hafta sonu orada kalacaklarmış da kalmamışlar dönüyorlarmış da, yoldalarmış da. ailesi de biraz tutucu bi aile belli yani öyle babası hoşlanmayacak evde benim olmamdan falan... eee dedim "what shall we do? :d" ya dedi ki benim amcam var onda kal, ben zaten sabah gelirim dedi. bak dedim ben otelde kalayım, gerçekten önemli değil falan diyorum. yok illa couchsurfing'in prensibini bozmamak için beni otele salmıyor. amk amcanın profilimi mi var sanki sitede? neyse dedim where is your amca?, "köyde" dedi skjsj. lan buradan daha köyü de mi var?? :d diye heyecanlanacaktım çocuğa da zor tuttum kendimi.

neyse biz atladık gidiyoruz amcasının yaşadığı köye. arkadaş dedim nereden düştüm bu işe, ben köyden köye gitmek istemiyorum abi mardin merkez'de otelde kalmak istiyorum. ulan 2 gün gelmişim zaten 3 günüm köy yollarında geçiyor, mars görevindeymişim gibi dolaşıyorum çöl çorak napıyorum ben falan diye inanılmaz dertlendim. bi an dönüp "türküm ben şakaaaaaa!!" falan deyip her şeyi bozmak istedim zira çocuk bırakmıyor beni. ama sonra neyse dedim, saldım kendimi. her şey iyi olacak abi dedim kendi kendime. beklentimi de hayvan gibi düşürdüm, çünkü öteki türlü en iyi ihtimalle sinir krizi geçirip ölüyorum. işte epey bir yol gittik, derelerden geçtik ve sonunda vardık couchsurfing köyüne. yalnız öncelikle belirtmem lazım ki köy değil canım burası, onu bi söyleyeyim. muhtemelen yıllar önce bu amca ile kuzey kore arasında bi mevzu olmuş (yani kendisi bu konuyu hiç açmadı ama çok belli yani:) ve kuzey kore, yılmaz amca'nın yaşadığı bu köye atom bombası atmış, bölge ve köy halkı tamamen yok olmuş fakat bir şekilde yılmaz amca ile tavukları hayatta kalmış. ev gibi bir şey var ama eve pek benzemiyor. hani tekrar bonba atılırsa canımız sıkılmasın, yeniden yapması kolay olsun şeklinde akıllıca dizayn edilmiş bir barınak gibi, mantıklı. başka da bir şey yok etrafta. valla hani ben mardin'de tarihi yerler gezerim, inanılmaz sofralarda yöresel yemekler yerim, tatlılar yerim, sonra yine gezerim, sonra yine kebaplar gelir falan diye düşünüyordum ya bak beklentim o kadar düştü ki o ortamı görünce aklıma tek bir şey geldi; "nereye sıçacağız?". benim beklenti seviyesi o noktaya kadar düştü. inşallah sıçabiliriz falan diyorum içimden. sonra alan watts'ın yasası geldi aklıma; the backwards law. yasa kısaca şunu anlatır; daha pozitif bir durum elde etmeye çabalamanın kendisi negatif bir durumdur, paradoksal olarak ise, insanın negatifliği kabul etmesinin kendisi pozitif bir durumdur. bu yüzden her şeyin süper olacağına dair o anlamsız inancı bir yere bıraktım ve saldım kendimi köy ortamına.

yılmaz amca'yı şöyle anlatayım; hani telefonun çalar "efendim?" dersin, karşı taraftan "aloooooooooğğğğğvvvvvvvvv" diye bi ses gelir, sen de "buyurun?" dersin, o da sanki sen onu aramışsın gibi "kimssssssüüüüüüğğğğğğğğnnnnnn???" diye sana bağırır ya anlamsızca, yanlış numaradır zaten ama bunu o karşıdaki adama anlatmak çok zordur..hah işte o adam bu adamdı. nihayet tanışmıştık. neyse işte benim suratımda sahte bi tebessüm, tavuklara bakıyorum böyle... tavuklar da ilk kez bir couchsurfer görüyor, onlar da bana bakıyor falan... çocuk beni anlatmaya çalışıyor, amcacım diyor internette bi site var couchsurfing diye orada tanıştık diyor, bu sitede insanlar birbirilerinin evlerinde kalıyor falan diyor ama nası gereksiz detaylar, ya arkadaşım acaba sen amcana bi sor bakayım telefon diye bir şey çıktı keşfetmiş mi? ne couchsurfingi ne interneti ne diyosun abi ne diyosunnn diye böyle suratına atlayacaktım çocuğun. zaten adam zerre hiçbir şey anlamadı, sadece bi ara "haa gavur bu" diye bir şey çıktı ağzından o kadar. dedim tamam yeterli amk bu bilgi, daha ekstra yükleme yapmaya gerek yok, bu gece konaklama için gayet yeterli. ama çocuk bir şekilde iyice anlattı durumu, işte burada kalacak, sabah ben geleceğim falan dedi. anlaştılar, sonra çocuk benimle de vedalaşıp hızlı hızlı bindi arabasına gitti.

kaldık yılmaz emice ile başbaşa. ben tatlılık olsun, bi sempatiklik olsun diye amcaya "hellloooooo" deyip bi el salladım böyle yakından. fakat o bana son derece donuk bi ifadeyle bakıyor yani hiç tepki yok. sonra böyle nuri bilge ceylan gibi uzun uzun bakıştık, arada tavuklar bıkbıklıyor, başka bi ses yok. öyle birbirimize bakıyoruz, son derece anlamsızca. ben orada farkettim ki adam "hello"yu bilmiyor. nası moralim bozuldu çünkü türkçeye geçemem yani oyunu bozamam. fakat adam yes bilmiyor, no bilmiyor, "ok" diyorum anlamıyor..elimle refah partisinin işaretini yapıyorum anca o zaman anlıyor falan. dedim ki bu iş böyle olmaz. ben de böyle yabancı aksanlı türkçeye geçtim hani bizim dizilerde kötü musevi karakterlerin kullandığı bir aksan vardır, tam olarak şu şekilde şakır şakır konuşuyorum; "ee tuvağleğt neredeğ acabağ efendiğm?", "hmm teşekküğrleğr", "türkiye-israil ilişkileriğ son dönemdeğ yarağ alsa daa..." falan diye geziyorum evde. 


o an çocuk gelse, oha bu herif 1 günde bu kadar türkçeyi nası öğrendi diye şüphelenip karakola götürür beni ama adamın hiç dikkatini çekmiyorum, çünkü amca beni ingilizce konuşuyorum da o çok zeki olduğu için anlıyor falan zannediyor, sorun yok. gerçi bu ingilizceyi anlamadan çok iyi anlıyormuş gibi davranmak sadece yılmaz amca ile sınırlı değil, bütün dünya çoluk çocuk macarena şarkısıyla deli gibi dans etmedik mi dostlar sorarım sizlere? 


öyleyse bi bakalım sözlerine;

move with me, chant with me, and if you're good,
i'll take you home with me.

but don't worry about my boyfriend, he's a boy who's name is vitorino,
i don't want him, couldn't stand him, he was no good so i...ha, ha.

now come on, what was i supposed to do? he was out of town,
and his two friends were so fine.

gördüğünüz gibi şarkıyı söyleyen hanım kızımız, vitorino ismindeki erkek arkadaşının "iyi" olmadığından yakınıyor ve hazır çocuk şehir dışındayken kendisini onun iki erkek arkadaşıyla threesome şeklinde aldatma isteğinden bahsediyor. lan bu bizim okul ziliydi be okul zili!

neyse yılmaz amca ile biraz samimiyet kurdum, o da allah razı olsun atom bombalı köy peyniri, nükleer çay falan getirdi, onları da yedim içtim sonra da alarmı kurdum yattım hemen. çünkü oldukça saçma şeyler yaşıyorum, muhtemelen dedim rüyadır ya, uyanınca geçer.

sabaha karşı kafama bir şey batıyor ama nası uykum var sabahın 5'i falan, asla uyanmayacağım bir saat. elimle böyle gözüm kapalı kafamı kaşıyorum geçiyo ama sonra yeniden batıyor falan... ulan dedim ne bu? hafiften araladım gözleri, siyah bi tavukla göz göze geldik. ben hemen tekrar hiçbir şey olmamış gibi gözleri kapadım hassktir ya diyerek çünkü gerçek değildir yani. yedek anahtarı mı var abi tavuğun nasıl girecek eve diyorum, stresten kafayı yedim dedim. sonra bi baktım harbiden üzerimde tavuk var ya, beni inceliyo, arada da didikliyo. bağırma yok, ötme yok. bizzat efendi gibi gelip kendisi uyandırıyor. hayır köyde horozların, tavukların uyandırdığını biliyodum da direkt böyle bir çalışma beklemiyordum. artık atom bombasından sonra nasıl bir genetik mutasyona uğradıysa hayvan davranışları değişmiş, ötmüyor böyle uyandırıyor. valla ortama baktım, kendime baktım, kafamda tavuklar geziyo, keçinin teki kapıdan girmeye çalışıyo, belki birazdan ayı basacak evi.. aşırı moralim bozuldu.

baktım yılmaz amca hala uyuyo. ulan medeniyetten geldiğim köyde köylüden erken kalktım bekliyorum, neyi bekliyorum belli değil. koltuğa geçtim öyle mal gibi duruyorum. sonra yılmaz amca uyandı böyle bi hellolaştık. yanıma geldi oturdu. ya dedim ki 10 tane yer var evde niye yanıma geliyo hayırdır?? neyse koltuğun köşesine gittim arada mesafe olsun diye. bu sefer o da kaydı. kaydı derken iyice yanıma geldi yani, düzgün okuyun. böyle yine dikti gözlerini bana, konuşmuyor... tamam günlük bakışmalarımıza başlıyoruz, peki dedim ben de bakıyorum böyle gönlü olsun... elini dizime koydu, hassiktir dedim noluyo.. yaklaştı böyle dibime... "amcamm??? :d" falan diyorum adamın bakışları normale dönsün diye yalvarıyorum içimden, çünkü artık neredeyse öpüşmek üzereyiz, burnumun dibine kadar girdi. soner'cim geçmiş olsun dedim. millet couchsurfing'te tanıştığı insanlarla fransa'da üzüm bağlarını falan geziyor, sen de bu dayıyla french kiss yapmak üzeresin valla helal olsun dedim aq hayır nasıl başardım ya şu sitede bu ortamı yaratmayı diye kendi kendime söyleniyorum. tabii köyde sarışın marışın da yok ilgi çekiyorum arkadaş horoz bile bi başka davranıyor bana, normal. ulan dedim bari bi kahvaltı etseydik, sabahın köründe aç karnına bu nası bi libido bu yaşta dedim. emmi de o sırada "eşhedü enla" dedi. artık nası panik olduysam tamamen gerçek aksanımla "efendim abi?" dedim. amca tekrar "eşhedü enla" dedi. dedim ki kesecen mi sikecen mi bi karar ver amcam yetişemiyorum :d. o da bu sefer "eşhedü enla ilahe" dedi. ben bakıyorum böyle anlamsız anlamsız noluyo acaba şu anda diye. sonra dank etti, adam bana tekrar ettirmeye çalışıyor sözde gavur olduğum için beni müslüman yapacak sinsi çaktırmadan. ulan insanın dini böyle bi katakulliyle değiştirilir mi? önce bi anlat en azından dini bi kısaca tanıt skjks. böyle müslüman olsam benim haberim olacak mı acaba? neyse ama öpüşmediğimize o kadar sevindim ki, o moralle kelime-i şehadetten sonra bekleme yapmadan sübhanekeye geçtim, oradan bi kulhuvallah, aklı çıkıyodu aklı. yaaaa dedim yılmaz efendi watch yourself! bu böyle mucize falan oldu sandı, kalpten gidiyodu az kalsın. tabii nası okudun falan diyor... dedim zamanında islamı araştırmıştım efendim biliyorum bazı sureleri falan dedim, bayıldı bayıldı.

sonra benim esas couchsurfing'teki arkadaşım olan emre geldi, hemen %100 ingilizceye dönüş yaptım. emre bir gün önceki hayvanlığını affettirmek için beni inanılmaz gezdirdi. yani 1 günde mardin ancak bu kadar gezilebilir, bravo lan emre. gerçi ben gezmeyi çok sevmem. yabancı bir memlekete gittiğimde de genelde çok belli başlı şeyler hariç şehri pek dolaşmam, onun yerine oranın merkezi bir cafesine oturur şehrin önümden geçmesini severim. ruskin de bir haftada avrupa'yı dolaşıp "avrupa gördüm" diye böbürlenen turistlere çok kızıyormuş. şöyle diyor; "saatte yüz mil katederek yer değiştirmek, gücümüzü, mutluluğumuzu ve bilgimizi bir nebze bile arttırmayacaktır. daha fazla şey görebilmek için yavaş yürümek gerekir, hızlı yürümek bize bir şey kazandırmaz. asıl değerli olan düşüncedir ve bakıştır, hız değildir. gerçek insan olmak isteyenler, yavaş gitmekten zarar gelmeyeceğini bilmelidir, çünkü insanın zaferi gitmekte değil, var olmaktadır".

sonra emre beni nihayet bi lokantaya götürdü, allah razı olsun. yalnız tabii kendisi benim türk olduğumu bilmediği için yanımda oldukça rahat konuşuyo, telefonda sevgilisine benim için "sarı pipiyi gezdiriyorum aşkım" falan diyo, vay kuru götlü emre'ye bak sen. valla açıkçası bu yolculuk sırasında en çok bu konuda zorlanıyordum. yani mesela sen su içerken bi adam seni bi başkasına "sarı pipi" olarak tanıtıyor ve bu sırada hiçbir şey olmamış gibi mimikleri bozmadan o suyu içerken boğulmadan o sahte tebessümünü kaybetmeyeceksin. akşama doğru kuru götlü emre bana bu akşam amcayla kalmayacağımı, kuzeninin evini ayarladığını, orada kalacağımı söyledi.

olur dedim, önceki kaldığım yerden daha kötü bir yer olamaz sonuçta, yani ben en dibi gördüm o yüzden rahatım, her yere gidiyorum.

neyse kuzeninin evine geldik, böyle ergen irisi, dişleri telli, gözlüklü bi arkadaş açtı kapıyı, kuzen buymuş. yaşı biraz ufak ama hareketleri ağır böyle olgun gibi. içeriden bi boya kokusu alıyorum inceden fakat çok üstünde durmuyorum. sohbet muhabbet ediyoruz. tabii bunlar benim yabancı olduğumu düşündükleri için rahatlar. orada farkettim ki bu kuzen denilen arkadaş çok afedersiniz baya ağır pornocu yani öyle böyle değil. herifin yaşı maksimum 16 falan ama tüm kategorileri kapsayan bir porno sitesi olmadığı için kendisi kurmaya karar vermiş, gayet ciddi ciddi böyle çok normal bir şey konuşuyormuş gibi emre'ye planlarından bahsediyor, rekabetten yakınıyor falan. ama o kadar normal bir tonda muhabbet ki yani takım elbiseyi giydir, kravatı bağla, uzaktan devlet meselesi konuşuyorlar zannedersin.

hayır internetteki koca porno deryasında hangi kategorilerin eksikliğinden yakınıp 16 yaşında böyle bi site kurmaya karar verebilir abi insan? sen nası bi sapıksın olm diyorum da içimden diyorum tabii. ama aşırı profesyonel bi muhabbet var ortamda yani çok ilginç bak herif 16 yaşında ama seks fuarlarında bir türk markasının olmamasından falan yakınıyor karşımızda. en büyük hayaliymiş türkiye'den bi porno sitesinin uluslararası seks fuarlarına katılması. bu yurt dışı fuarlarına devlet destek oluyormuş, seks fuarına da olur muymuş, sonuçta o da ihracatmış falan böyle muhabbetler dönüyor ortamda. bu arada çocuğun ses tonu da cüssesine göre oldukça ince ya da ergenlikte olduğu için bir geçiş dönemi yaşıyor ses telleri tam anlamadım ama şu tonda konuşuyor; 


yani ortamdaki sayko muhabbetin bu tonda yapıldığını düşünün işte, gülmemek için nasıl bir çaba sarfettiğimi az-çok anlarsınız. neyse akşam oldu, bi hazırlık yapılıyor işte çekyatı açtılar, çarşaf sermeye çalışıyorlar falan salonda. ben tamam dedim gerisini ben hallederim zahmet etmeyin no problem falan diyorum. yok sadece senin için değil dediler, ikiniz için. sorry? dedim, "ikiniz" derken? anlamadım? içerideki iki odada boya yapılıyormuş da emre dallaması yine dönecekmiş evine, ben de kuzeniyle salonda uyuyacakmışım. dedim ki yeni bi kategori mi bu canım hayırdır? ben asla bu pornocu ile aynı odada uyumam falan demek istiyorum da diyemiyorum. ya arkadaşım madem evde boya var, sen beni niye buraya getiriyosun? neyse dedim soner dayan, şurada son gecen zaten döneceksin, bu gece de burada yatayım dedim, iyi şeyler düşünüyorum. kuru götlü emre biraz daha takılıp gitti, "senin yapacağın işi sikeyim emre" bakışları attım ingilizce, sonra ben de kuzenle çok göz göze gelmeden çektim yorganı üstüme, hızlıca uyumaya çalışıyorum ki bi an önce bitsin bu gece.

oldukça başarılı bir biçimde dalmıştım fakat gece aniden büyük bir gürültüyle uyandım. bi adam bizim balkonda megafonla ve yaklaşık 250 desibel ile allah-u ekber allah-u ekber diye bağırıyor. adamla göz göze geldim, durumu anlamaya çalışıyorum çekyattan, herhalde rüyadır ya falan diyorum, çünkü ne alaka yani? ayrıca ezan saati de değil. adam beni görünce daha da bağırmaya başladı, ben noluyo abi falan diyorum..meğersem bi baktım yandaki caminin minaresiyle bizim balkon dip dibeymiş, inanılmaz yakınız. hatta balkondan minareye çok rahat uzanıp geçebilirsin. yani adam aslında minareden okuyo ama yattığım yerden bakınca bizim balkondan okuyormuş gibi görüyorum. neyse ben biraz böyle doğruldum yani hoca ile göz göze geldiğimiz için tekrar adama bakıp yatmak ayıp olur dedim bari şöyle durayım bitene kadar falan diyorum öyle mal gibi çekyatta dikildim duruyorum. ezan bitince de yanlışlıkla alkışlıyodum az kalsın sksjs. onu yapmadım da saçma bi şekilde el salladım hocaya ters ters bakarak kayboldu minareden. iyi dedim ben de kaldığım yerden devam edeyim uyumaya...

o sırada bu kuzen dikildi bi anda yattığı yerden doğruldu tavana bakıyo. biraz da karanlık oda, hello falan diyorum ses yok. kımıldamıyor, konuşmuyor, mumya gibi duruyor. ulan dedim bir şey mi gördü tavanda amk niye böyle hiç hareket etmeden, konuşmadan duruyor falan diyorum. hafiften bi tırsma da geldi bana psikopat mıdır manyak mıdır napıyo diyorum. ben de en azından muhabbet olsun diye "adam ezan okudu ya bu saatte ne alaka :d?" şeklinde bir şey dedim. bak ben bunu deyince herif bana aniden döndü, gözlerini bana dikti, sadece ağzını oynatarak hayvan gibi kalın bi sesle o ezan değil sela demez mi? olm bak ben bunu bi duydum ulan senin ince sesine noldu oç sen kimsin demek istiyorum ama dilim tutuldu, titremeye başladım, aaaaaaa resmen üç harfliler girmiş herifin içine çünkü o çocuktan o sesin çıkmasına imkan yok. ayrıca bu pornocunun ezan ve sela ayrımlarını falan bilmesi imkansız yani oradan belli bu benimle konuşan o değil, zaten ses tamamen kendi sesiyle alakasız, en korkuncu da o. pis pis de bakıyo nası tırsıyorum belli değil. korkudan bembeyaz oldum, hatta o kadar bembeyaz oldum ki cini korkutarak kaçırtmayı düşündüm yani o cinse ben de hortlak gibiyim çünkü.

hayır couchsurfing'te kötü gece geçirirsin anlarım, ev umduğun gibi çıkmaz anlarım, hatta sabah tavuklar kafanı yer onu bile anlarım ama cinli evde de kalmayalım be kardeşim. aklım çıktığı için ingilizce falan da hepten gitti bende tamamen türkçeye geçiş yaptım. böyle korkmamış gibi de yapmak istiyorum yani normal muhabbet edeyim ortamdaki havayı dağıtayım diyorum. ya dedim zor olmuyo mu minarenin yanında uyumak her gece abi böyle :d? ayrıca bu belediye nası böyle bi imara izin vermiş abi ya??? falan diyorum sjsjs, ulan resmen cinle normal esnaf muhabbeti yapıp arkadaş olup benden sıkılıp beni bırakmasını sağlamaya çalışıyorum. ben böyle son derece gereksiz salak bi muhabbete girince bu arapçayla karışık bir şeyler geveleye geveleye gözlerini kapattı gümm diye geri yattı. artık skeyim senin gece gece girdiğin muhabbeti mi dedi ne dedi bilmiyorum ama esnaf geyiğiyle bayılttım amk cini. tabii ben yine çekyatta sik gibi kaldım bekliyorum bakalım daha neler olacak diye, tetikteyim, en ufak harekette yastıkla yorganla girişeceğim artık yapacak bir şey yok. bir saat falan durdum ses seda yok, aşırı da bi uykum var yine dalmışım, bi açtım gözleri sabah olmuş ve yaşıyorum (buraya gözleri kalp emoji).

hemen manyağa baktım, dolaşıyor evin içinde ama sesi falan eskisi gibi, hiç öyle korkunç da bakmıyor. her şey iyi. fakat bir yandan da ulan bu herifle ben gece türkçe muhabbet ettim, hatırlıyor mu acaba diye yoklamak istiyorum, çünkü her şeyi başarıyla götürmüşken son gün böyle batırmak istemiyorum. sonra farkettim ki adam bırak beni, ezanı mezanı hiçbir şeyi hatırlamıyor. nasıl sevindim anlatamam, ulan insan gece cinle konuştuğu için mutlu olur mu? backwards law dedik, pozitifliğe odaklanmayalım, negatifliği de içselleştirelim falan filan dedik ama özür dilerim o da bir yere kadar yani.

o gün uçağa binmeden önce emre'ye gerçekleri açıkladım, yani sarışınım diye ille de pipilerimizin sarı olması gerekmediğinden, bunun bir halk efsanesi olduğundan falan bahsettim. yılmaz amca da beni uğurlamaya gelmişti, yolluk köy peyniri getirmiş. yalnız hiç öyle gözleriniz buğulanmasın, nasıl kokuyo yani şöyle izah etmeye çalışayım; x ray'de peynir öter mi? ötüyor. koku ötüyor ya adamlar arıyor tarıyor bulamıyor neyin öttüğünü anlatabiliyor muyum?

istanbul'a dönerken bir daha böyle saçmalıklara kalkışmayacağıma dair söz vermiştim kendime ama insan zevki ve acıyı geriye dönük algılayabilen bir varlık. bilim kısmen bunu 'protein sentezi' ile açıklıyor. kısacası beyin bugün yaşadığı şeylerin tam anlamıyla ne kadar güzel veya acı olduğunu bir süre sonra daha iyi anlıyor. bu iki hafta önce yaşadığınız bir şey için de olabilir, iki yıl önceki bir hatıra için de. mesela bu yüzden eski bayramlar, eski günler bize hep şimdikinden daha iyi görünür ve özlem duyarız. muhtemelen bundandır masumiyet müzesi'nin açılış cümlesinin "hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum" olması.

ve galiba bundan, yani beynimdeki proteinlerimin biraz geç sentezlenmesinden midir nedir tuhaf bir özlem duymaya başladım kaçtığım yerlere. duygusal bitirmek istemezdim ama yani ötüyorsa ötsün bence proteinleri geç sentezlenen atom bombalı peynirler ve ötmüyorsa ötmesin ev anahtarı olan tavuklar, varsın tuvaletler de olmasın, yılmaz amca yanındayım.. kuzey kore benim de düşmanım.

Dünyanın En Tuhaf Olaylarından Biri: Nöbetçi Eczane Arayan Emre Belözoğlu'ndan Kaçmak


Bir İnsanın Hayatına Girebilecek En İlginç Arkadaşlardan Biri: Liberal Demokrat Partili Hamit

Entry'nin yazarı Soner Bastiat'ı Twitter'dan takip edebilirsiniz: