TARİH 20 Nisan 2020
55,8b OKUNMA     636 PAYLAŞIM

Kabadayı ve Külhanbeyi Arasındaki Fark Tam Olarak Nedir?

Sıklıkla karıştırılan bu iki kavrama yakından bakalım. Nedir, ne değildir, farkları nelerdir?

kabadayı vs külhanbeyi... son birkaç gündür malum cezaevi tahliyeleri sonrası birtakım şahıslar üzerinden yine gündeme gelen konu. herkes bir şeyler yazıp çiziyor, işte kabadayılık şöyle oluyor, külhanbeylik böyle, artık eski kabadayılar kalmadı vs vs...

aslında neyin ne olduğu pek bilinmiyor. sürekli bu iki kavram aynı potada eritiliyor.

kabadayılık ve külhanbeylik mevzusunda sayısız maceralar, yazılar kaleme alınmıştır fakat genelinde bu ikisi arasındaki farkı açıklamayıp, suç işleyen herkesi aynı sıfatla adlandırmışlardır...

öncelikle şunu belirtelim ki, kabadayılık ile aynı potada eritilen lakin tamamen bunun zıttı olan külhanbeyliğin tarihi çok daha eskidir. biraz klişe olacak ama gerçek kabadayılar çoktan tarihe karışmışlardır. tıpkı tulumbacılar gibi...

ama külhanbeyler, bunların namından yararlanmak suretiyle bugün dahi varlıklarını sürdürmektedir. külhanbeyi tabiri; her türlü edepsizliği yapacak tıynette, baldırı çıplak güruhundan serseri kimseleri tanımlar.

madem külhanbeyliğin tarihi daha eski, öncelikle onu yazacağız

külhan; hamamların ateş yakılan, en sıcak bölümüdür. hamamın suyu bu külhan denilen yerden geçerek ısıtılırdı. işbu yüzden hamamların bu en sıcak yerleri çoğu zaman evsiz, barksız, piç ve berduş taifesinin sığındığı, geceleri yattığı yerler olmuştur. hemen hemen her hamamın külhanlarına sığınmış, burada konaklayan gençler bulunurdu, bunlara külhanbeyi adı verilirdi...

17. yüzyıl sonlarına doğru işte bu hamamların külhanlarında yaşayan berduş sayısı o kadar artmıştı ki, kendilerine bir tarikat kurmak icap etmişti. kurdukları bu tarikata da 9. yy sonu ve 10. yüzyıl'ın başında gazne'de yaşayan ve serserilerin kendine pir seçtiği layhar adında bir afgan kalenderiyi kendilerine pir seçmişler, kurdukları tarikata da bu kişiye atfen "layhariye" ve de tarikatlarını hamam külhanlarında kurdukları için "külhaniye" olarak kendilerini de "layhar'ın evlatları" olarak adlandırmışlardır.

külhanbeyi tarikatının piri, layhar denilen adam, yukarıda da bahsettiğimiz üzre 9. yy sonu ve 10. yy başlarında gazneli mahmud döneminde gazne'de hamam külhanında oturan çul çaput içinde, saçı sakalına karışmış sufli, ayyaş bir filozoftur. esasen asıl ismi de layhar değildir, layhar bu zatın lakabıdır ki, farsça'da layhar sıfatı; çamur, balçık, batak anlamına gelir...

istanbul kalenderlerinin layhar'ı pir edinerek, hamam külhanlarında halkın "külhaniye" dediği haytalar tarikat tekkelerinin kurulmasında dönemin istanbul'unun içinde bulunduğu durumun da yardımı olmuştur.

öyle ki, 4 padişahın peş peşe devamlı 50 yıl boyunca edirne'de oturdukları sürede istanbul'un idaresi ihmal edilmişti. hırsızlık, cinayet gibi olaylar çoğalmış, fuhuş salgın haline gelmişti. cami avlusuna bırakılmış ve yaşayanları da serseri olmuş çocuklar çoğalmıştı. işte bu berduş taifesinin hamam külhanlarında toplanmış olması da külhaniye tarikatının kurulmasını kolaylaştırmıştı. sayıları gittikçe yükselen bu çocukların külhanlarda toplanması, zabıtanın işini kolaylaştırıyordu. bunların çoğu hamallık yapıyor, bazıları da hamamlarda ücret karşılığı müşterilerin bohçalarını taşıyordu. fakat bir kısmı da hiçbir iş yapmıyor, avare geziyordu.

işte bu hamamların külhan bölümlerinde konaklayan gençlerin başında da bir "abi" olması lazım gelirdi, her bir külhanın bir büyüğü, bir abisi, külhanbeylerinin bir lideri olurdu, bunlara da destebaşı denilirdi... her bir destebaşına bağlı külhanbeylerinden oluşan takıma da "it alayı" adı verilirdi...

külhanda toplanan bu çocuklara "bey" ünvanının verilmesi ise ayrı bir hikayeye dayanır.
vakti zamanında padişahın gözdesi senayi bey adlı bir nedim, itibar kaybederek külhana düşmüştü, işte külhanlarda yaşayan bu berduşlara "bey" sıfatının verilmesi de bu senayi bey'in hatırasına istinadendir.


yukarıdaki görsel mimar sinan tarafından yapılan tophane hamamı'nın külhanıdır. fotoğraf 1940'lı yıllara ait.

tophane hamamı, uzun yıllar istanbul berduşlarının sabahladıkları yer olmuştur. ipsiz sapsız bu kişiler 25 kuruş karşılığında hamamın sıcak taşlarının üzerinde yatarlardı. her türlü kötü alışkanlığın müptelası olan bu berduşlar sürekli polis tarafından takip edilir, aralarındaki kanun kaçakları ve suç işleyenler burada yakalanırdı. buraya suçlu yakalamak için giren polisler genelde bitlenmeden çıkamazlardı.

külhaniye tarikatı, patrona halil isyanından sonra dahi 100 yıl yaşamıştır. lakin 1846 yılında serasker rıza paşa bir gece sabaha karşı istanbul hamamlarındaki tüm külhanları bastırdı.
buralardan 800 külhanbeyini toplayarak 18 yaşından büyükleri orduya yazdırdı ve taşraya yolladı.  18 yaşından küçüklere de yeni kurulan fabrikalarda iş verdirdi. fakat bu durum kısa süre devam etti, kimsesiz bu bedbahtlardan yine acı bir mesele olarak yeni nesiller yetişti.

2. mahmud döneminde iyice azalan bu hamam taifesinin yerini 1. meşrutiyete doğru aynı isim altında kaldırım taifesi almıştı. yeni bir külhanbeyilik türemişti. türeyen bu yeni tip külhanbeyleri sağa sola sataşan, millete salça olan, durduk yere nara atan, ahalinin huzurunu kaçıran tiplerdi.

bu külhanbeyleri de önceki nesiller gibi hamam külhanlarında gecelerdi. lakin bunlar müşterilerin yükte hafif pahada ağır eşyalarını çalar, müşteri şikayetçi olursa da çirkefe yatar ve müşteriyi döverlerdi.

ayrıca bunlar hamam külhanlarında işlerini bitirdikten sonra başlarına fes takar, omuzlarına pardesü atar, yumurta topuklu ayakkabılarının üzerine basarak caddede salına salına gezer, kimi zaman nara atar, çoğu zaman insanlara sataşır, haraç ister milletin başına bela olurdu. bu tip külhanbeyleri başarısız birer kabadayı taklitleri olarak bilinir...


kabadayılar ise bunlardan çok farklıdır. kabadayıları incelerken tulumbacı kabadayılara değinmeden geçemeyiz. tulumbacı kabadayılar yalnızca yangın anlarına münhasırdır ve tamamen tulumba takımlarının arasındaki rekabetten ibarettir. bir nevi bugünün futbol kulübü taraftarlığı gibidir. fakat bunlar arasındaki rekabet öyle bir boyuttadır ki, bazen yangına gidilirken rekabet yüzünden cinayet dahi işlenirdi.

bu tulumba takımlarındaki rekabet paşaların, yüksek devlet memurlarının da hoşuna gider, koskoca paşalar, memurlar da gidip tulumba takımlarına girerlerdi. bu kişiler görevde olsalar dahi, yangın haberini aldıkları anda işlerini bırakıp amatörce, ama gönülden bağlı oldukları tulumba sandıklarının başına giderlerdi.

kabadayılığa gelince...

günümüzde artık pek rastlanmayan efendi kabadayılar adeta şehrin şövalyeleriydi.
"racon" adı verilen örf ve adetleri vardı. kendi koydukları bu kaidelere uymak mecburiyetindeydiler.

özellikle güçsüzü, namuslu insanları koruyup kollayan, himaye eden kabadayılar, külhanbeylerin aksine bey'diler, efendi idiler ve çok mühim bir hadise olmadıkça da birbirlerine hürmet gösteren insanlardı.

eski istanbul'un namlı kabadayılarının sayısı 12 idi, bu 12 kabadayının toplu halde bulundukları yere de "onikiler" denilirdi. istanbul'un kabadayı muhiti aksaray'dı. aksaray'ın kabadayı muhiti olmasının sebebi eskiden "yeni odalar" denilen en büyük yeniçeri kışlasının burada olmasından dolayıdır.

yeniçeri ocağının dağılmasından sonra bu mayadan yoğrulan aksaray gençliği kabadayılığa heves etmişlerdi.

kabadayılar epey masraflı kişilerdi. asıl meslekleri olan ticaret ve memuriyetten elde ettikleri gelir bunların meze paralarına yetmezdi. zira son derece hoşsohbet insanlardı, lakin bir kabadayının her akşam kurduğu sofradan da insanlar eksik olmazdı, eh, nam sahibi bu kişiler de kimsenin elini cebine attırmaz, tüm masrafları üstlenirlerdi. işte bu sebeple kabadayıların esas mesleklerine ilaveten bir akar sahibi olmaları gerekmekteydi. 


kabadayılar asla pardesüsüz gezmezlerdi. zira pardesünün altında silahlarını saklamaları gerekirdi. bir kabadayıda standart donanım olarak bir saldırma, bir kama, bir tabanca, bir söğüt yaprağı bıçak ve o zamanların modası olan şafiyeld marka sustalı bulunurdu.

kabadayılar mecbur kalmadıkça asla silaha davranmaz, okkalı osmanlı tokatlarıyla işlerini görürlerdi.

aksaray'ın namlı kabadayılarından birine bir gün elleri bıçaklı üç hasmı saldırır, kabadayı da bunları karşısında görünce oturduğu yerden kalkar ve oturduğu sandalyeyi kavrayarak bunların üzerine savurur ve dağıtır. bu olaydan sonra arkadaşları "yumruğun, tokadın varken sandalye kullanman sana hiç yakışmadı" diye kınarlar.


fakat külhanbeyi taifesinde bu davranış yoktur. onlar olmadık anlarda silahına sarılır ve hasmını alt etmek için bileğine değil silahına güvenirler.

kabadayılar mahalledeki asayişi, huzur ve güveni sağlar, ahali arasındaki husumetleri çözerdi. bu yanıyla da polise de yardımcı olurlardı.

-kabadayılar mahallenin asayişini sağlar,
-it kopuk, çakal, külhanbeyi taifesinin mahalleye dadanmasını önler,
-mahallenin namusunu korur gözetir,
-mahallenin gençlerinin serseriliğe meyletmemesini sağlar,
-garibanları, yoksulları, ihtiyaç sahiplerini destekler,
-sünnet olması gereken öksüz çocukları sünnet ettirirlerdi...

kurtuluş savaşımız döneminde istanbul'un pek çok kabadayısı milli mücadele için çalışmış, karakol örgütü ve mim mim grubu'na katılmışlar, anadolu'ya silah kaçırmışlardır.
bunların en namlısı da mustafa kemal'in istanbul'daki gözü kulağı olan topkapılı mehmet cambaz'dı. milli mücadeleye dahil olan pek çok kabadayımız var tabi. örneğin ipsiz recep...

işte bu milli mücadele kahramanı kabadayılardan esinlenilerek ustura kemal ve yandım ali gibi kahramanlar da yaratılmıştır.


tabi kabadayılar içinde gayrimüslim olanlar da vardı. hatta bu gayrimüslim kabadayılar içinde kadın olan bile vardı ki, bu kadın baltalı hano namıyla bilinirdi.


gayri müslim meşhur kabadayılardan bazıları da şunlardı; piç ardaş, solak ligor, odesalı kosti, şık manol...

yerlilerden en namlı olanları ise; arap hüsnü, abdullah dayı (palaz), abdo ağa ve kürt cemali gibi isimler gösterilebilir.


son kabadayıların ortadan çekilmesinin üzerinden neredeyse 70-80 sene geçti. günümüzde ve yakın geçmişte bu kabadayıların sıfatından yararlanmaya çalışan külhanbeyleri, basında ve halk arasında hatalı olarak maalesef aynı sıfatla anılmaktadır.

İkinci Abdülhamit Döneminde Paşalığa Kadar Yükselen Kabadayı: Arap Abdullah