Kadınların Evlilik Yoluyla Kocasının Akrabaları Arasına Katılması: Babayerlilik
babayerlilik (patrilocal residence), kadınların evlilik yoluyla kendi akraba topluluklarını terk edip kocalarının akrabalarına katılması sürecine verilen ad.
akrabalık ilişkilerini incelemek için antropolog claude levi-strauss tarafından ortaya atılan bağlaşma kuramı çerçevesinde "kadının değiş tokuş" sürecini tanımlayan babayerlilik uygulamasında kadın, kendi aile ve bölgesinden ayrılarak erkeğin ailesi ve bölgesine geçer. lévi-strauss, brüksel yerine malkara'da doğmuş olsa babayerliliği ele aldığı 1949 tarihli akrabalığın temel yapıları adlı kitabının epigrafına kesinlikle şu dizeleri yazardı:
"yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
annesinin bir tanesini hor görmesinler"
babayerliliğin günümüzdeki en bariz örneği kızın, damadın babası tarafından kızın babasından "istenmesi" ve bunun ardından baba evinden ayrılıp koca evine gitmesi. burada söz konusu olanın bir matrilokasyon değil, babayerlilik; yani kadının erkekler arasında değiş tokuşu olduğunu gösteren bir diğer örnek; kiliselerdeki düğünlerde, kızın babasının kolunda damada teslimi olsa gerek. dahası babayerlilik sürecinde kadının erkeğin soyadını alması, değişenin sadece lokasyon değil soy olduğunu da ima ediyor.
babayerliliğe maruz kalıp erkekler arasında değiş tokuş edilen kadının kendi bildiği, tanıdığı ve güvendiği bir çevreden kopup/koparılıp aşina olmadığı bir çevreye dahil olmaya çalışma süreci hayli travmatik bir süreç. nitekim pek çok edebî tür bu tramvayı ele alır. örneğin kına, nişan, düğün gibi ayrılığa artık adım adım ilerlendiği sırada gelin ağıdı olarak yakılanlar aslında bir nevi babayerlilik türküleri ve ağıtlarıdır. anadolu'da ağıdın yalnızca iki vesilede, ölüm ve evlenme halinde yakıldığını düşünürsek babayerliliğin bu topraklarda yarattığı travma daha net anlaşılır. hatta ceteris paribus deyip diğer bütün değişkenleri bir tarafa bırakırsak, akraba evliliklerinin bir amacının da kadının ait olduğu mezradan, köyden, şehirden uzaklaşmasını engelleyerek babayerliliğin sonuçlarını hafifletmek olduğunu ileri sürebiliriz. çünkü hatırlayın, o türküde sadece annesini, babasını değil köyünü de özlüyordu kızcağız:
"uçan da kuşlara malum olsun
ben annemi özledim
hem annemi hem babamı
ben köyümü özledim"
en trajik olan ise türkünün son dizeleri, kızcağızın artık kendi ailesinin ve çevresinin desteğinden mahrum olduğunu ve yaban ellere terkedildiğinin bilincinde olduğunu gösteriyor:
"babamın bir atı olsa binse de gelse
annemin yelkeni olsa açsa da gelse
kardeşlerim yollarımı bilse de gelse"
baba evinden koca evine giden kadının, olası bir ayrılık ve boşanma sonucunda tekrar "baba evine" dönmesi şeklindeki ters babayerlilik, kadının yaşam döngüsüsünün bir patriyarkadan bir diğerine geçen bir kısırdöngü olduğunu ve "kendi evinin" bulunmadığını göstermekle birlikte "bir kadının kendine ait bir odası olmalıdır" diyen virginia wolf'u ve diğer bütün feminist literatürü, babayerliliğin çarkına sokulan bir çomak olarak da okumak mümkün.