Kanunlarıyla Bildiğimiz Hammurabi'nin Hükümdarlığı Süresince Yaptığı İcraatlar
hammurabi: mezopotamya'nın kanun koyucu kralı
hadi biraz eski zamanlara dönelim. mö 1700'lere gideceğiz ve şimdiki ırak topraklarında yer alan babil'e uğrayacağız. işte orada, mö 1792- 1750 yılları arasında hüküm sürmüş hammurabi adında bir kralla tanışıyoruz. bu hammurabi biraz meşhur çünkü bilinen, en eski kanunları kaleme alan kişi olarak kabul ediliyor.
hammurabi amori kabilesinden (orta doğu'nun antik göçebe halklarından biri) ve aslında hükümdar sülalesinden gelmiyor ama babası ve dedesi gibi babil kralı olmuş. ailesi hakkında pek bir şey bilmiyoruz. babası, kız kardeşi ve ilk oğlu olan sonraki kral samsuiluna'nın isimleri tarihte yer almış ama hammurabi'nin annesi veya diğer çocukları hakkında bilgi yok.
hammurabi tahta çıktığında, yani mö 1792 civarında henüz genç bir adammış. o zamanların orta doğu kraliyet geleneğine göre öncesinde de yönetimle ilgili ufak tefek görevleri vardı muhtemelen. aynı yıl, babil'in güneyinde kalan kocaman bir bölgeye egemen olan larsa kralı rim-sin, babil ile larsa arasında tampon bölge gibi işlev gören ısin şehrini zapt ediyor. bu rim-sin ileride hammurabi'nin dişli rakiplerinden biri olacak, aklında olsun.
hammurabi'nin yönetimiyle ilgili bilgilerimizin çoğu "tarih formülü" denen kayıtlardan geliyor. o dönemde mezopotamya'da hükümdarlar önemli bir olayı anmak için yıllara isimler veriyorlarmış. örneğin, bir önceki sene tapınak mı inşa edilmiş, ya da bir savaşta önemli bir şehir mi alınmış, yıla bu olayların ismini veriyorlar. biz de bunlara bakarak hammurabi'nin geleneksel bir orta doğu kralı gibi bir sürü tapınak, şehir suru falan inşa ettiğini, kanallar açtırarak tarımı desteklediğini, tanrılara adaklar adadığını ve en önemlisi savaşlar yönettiğini görüyoruz. bunlara ilave olarak kendi yazıtları da mevcut ama bunlar çok fazla tarihsel bilgi sunmuyor.
hammurabi babasından kalan krallığın boyutu, konumu ve askeri gücü babil'i mezopotamya'daki önemli aktörlerden biri haline getiriyordu. ancak tek başına oyunun kurallarını değiştirecek kadar da güçlü değildi aslında. bir diplomatik raporda şöyle diyor: "kendinden başka kimsesi için yeteri kadar güçlü olan bir kral yoktur: babilli hammurabi'yle 10-15 kral birlikte hareket ediyor, larsalı rim-sin'le de öyle; eşnunnalı ıbalpiel'le de 20 kral var...". demek ki kralımız tek başına bir şeyleri yapamıyor, sürekli koalisyonlar kurmak zorunda.
hammurabi politik anlamda babasından büyük bir görev miras almış: fırat nehrinin kontrolünü sağlamak. biliyorsun, çöl ikliminde tarım demek sulama demek, her şey bundan ibaret. ama nehir aşağı doğru aktığında senin güneyindeki komşun larsa için sıkıntı demek. büyük dedesi, bu politikaya başlamış, babası da bayağı bir ilerletmiş ama en büyük hamleleri kendisi yapmış. hükümdarlığının başlarında rim-sin'in elinde bulunan uruk ve ısin şehirlerini mö. 1787'de fethetmiş, sonraki sene de rim-sin'le tekrar çarpışmış. ama hammurabi'nin tarih formüllerine ve o dönemden kalma diplomatik yazışmalara bakınca bu operasyonlar daha öteye gitmemiş. sonraki 20 yıl, hammurabi dikkatini kuzeydoğuya ve doğuya kaydırmış. o zamanlar mezopotamya'da mari, ashur (asur), eshnunna, babil, ve larsa adında büyük oyuncular var. hepsi birbiriyle koalisyonlar halinde güç oyunları oynuyor ve hammurabi bu süreçte kuzeyde kalan bazı şehirlerin surlarını güçlendirmeye yoğunlaşmış (mö 1776-1768).
hammurabi'nin hükümdarlığının son 14 yılına damgasını vuran şey savaş olmuş. öncelikle mö 1764'te dicle nehrinin doğusunda kalan ve iran'a uzanan metal ticaret yoluna erişimini tehlikeye atan ashur, eshnunna ve elam ittifakıyla uğraşmak zorunda kalmış. ama asıl büyük mücadele güneydeki larsa'nın rim-sin'iymiş. babası da rim-sin'i alt etmek için su yollarını kapatmayı denemiş ve hammurabi de aynı stratejiyi uygulamış anlaşılan. ana bir su kaynağını bloke edip suyu hem düşmanın yaşam kaynağı olarak kesmiş hem de bir anda açıp taşkın yaratarak bölgedeki nüfusu yerinden etmiş. zaten 1760'da hammurabi bu savaşı kazandıktan hemen sonra yıkılan bölgedeki nehirlerin yeniden açılması için çalışmalara başladığına göre durum bu. mö 1763'te larsa'nın başkentini aylar süren bir kuşatma neticesinde de alınca rim-sin'in işi tamamen bitmiş.
iki yıl sonra, yani mö 1762'de, hammurabi bu sefer doğudan gelen güçlerle çatışmaya girmiş. bunun nedenini kesin olarak bilmesek de ya hammurabi'nin onlardan önce davranıp doğuda dengeyi bozmaya yönelik bir hamlesi, ya da doğu güçlerinin hammurabi'nin son larsa zaferine verdiği bir tepki olduğunu düşünebiliriz. ama en garip hikaye, 1761'de hammurabi'nin babil'den 400 km kadar fırat yukarısında kalan mari'nin kralı ve aslında uzun süredir müttefiki olan zimrilim'i hedef alması. bunun için ancak iki mantıklı açıklama olabilir: birincisi gene su hakları kavgası, ikincisi ise mari'nin orta doğu'nun ticaret yollarının tam kavşağında bulunması ve hammurabi'nin burayı kontrol altına almak istemesi.
sonraki 2 yıl kralımız tekrar doğuya yoğunlaşmış, eşnunna'yı tamamen yerle bir eden bir savaş çıkarmış fakat bu zaferin büyük bir bedeli olmuş. çünkü babil ile doğudaki halklar (muhtemelen ileride babil hakimiyetini ele geçirecek olan kassitler de içlerinde) arasındaki "tampon bölgeyi" tamamen ortadan kaldırmış. son yıllarında da haliyle hammurabi savunma amaçlı surlar inşa ettirmekle meşgul olmuş derken mö 1750'de kahrından ölmüş. artık oğlu samsuiluna krallığı devralıyormuş o sırada.
hammurabi döneminde sadece askeri alanda değil, neredeyse hayatın her alanında büyük dönüşümler yaşanmış. hedef zaten o ufak şehir devletinden koca bir bölgesel devlete geçişi sağlamlaştırmakmış. kralımızın yazdığı mektuplardan o her detayla, her işin bizzat üstüne gittiğini görüyoruz. bu aslında hammurabi'nin ve o dönemdeki diğer tüm hükümdarların yönetim anlayışı. hatta ünlü kanunları bile hammurabi'nin "adil kral" idealizminin bir yansıması olarak görülebilir. eski mezopotamya kralları da bunu hep söylemiş zaten.
hammurabi'nin kalıcı bir bürokratik sistem kuramaması bu kadar "mikro yöneticilik" yapmasına ve son yıllarını savaşlarda geçirmesine bağlanabilir. onun ölümünden sonra da aslında kazandığı hiçbir askeri başarının uzun süre korunamaması bu eksikliğin bir sonucu belki de.
babil'in güney kısmını zapt ettikten sonra da kendisini ilahi bir varlık ilan etmek istememiş hammurabi, asırlardır süren bir geleneği yıkmış bu şekilde. muhtemelen kendine özgü bir kral idealizmi varmış ve bunu sürdürerek helenistik çağlara kadar hükümdarlığın esasları konusunda bir örnek oluşturmuş.
hammurabi'nin tarihteki önemi uzun yıllar boyunca abartılmıştı aslında. özellikle kanunları bulununca "adaleti dünyaya getiren kral" olarak filan anılmaya başlandı ama sonra daha eski tarihli i ve belki de daha hacimli kanunlar bulununca bu ünü biraz gölgelendi. hatta hammurabi kanunları ile musa'nın on emir'i arasındaki benzerlikler de ortak bir mirasa dayandırılmaya başlandı.
hammurabi'nin mezopotamya'yı tekrar tek bir bayrak altında topladığı da bir klişe. evet, o bölgede birleşme eğilimi vardı (bunu anlatan mühürlerde ve o dönemin kehanet metinlerinde görebiliriz) ama hammurabi'nin tek amacının birleştirmek olduğunu düşünmek biraz safça olur. onun asıl başarısı mezopotamya'nın siyasi ve kültürel merkezini 3. binyılın başından beri güneyde tutmak yerine kuzeye kaydırmak oldu. bu sayede mezopotamya tarihi 1000 yıldan fazla bir süre kuzeyde yazıldı.
hammurabi'nin hikayesini sonlandırırken şunu da eklemek lazım: o dönemki birçok kral gibi hammurabi de oldukça dindar biriydi ve tanrılara saygısını göstermek için birçok tapınak inşa etti. hatta kendi adına yazılan şiirlerde de tanrılara şükranlarını sunar ve onların desteğiyle kazandığı zaferlerden bahseder.