YEME İÇME 14 Eylül 2017
78,6b OKUNMA     1106 PAYLAŞIM

Kuzu Tandır Aşığı Birinin, Ömür Gedik'in Tweet'i Üzerinden Yazdığı Veganlık Yazısı

Ekşi Sözlük'te geçtiğimiz gün Ömür Gedik'in Mart'ta attığı bir tweet üzerinden "veganların et yiyenlere saygı duymaması" konusu konuşuldu. Konuyla ilgili en ilgi çekici şeyleri ise "immanuel tolstoyevski" söyledi.


ömür gedik'in kurduğu o tecavüz analojisi bir yerlerden tanıdık geliyordu, demin wikiden arayıp buldum:

gary francione diye bir hukuk profesörü var, hayvan hakları konusunda bilindik biri ve abolitionist kampından. bunların derdi, et yemenin çok ötesinde: hayvanların alınıp satılan bir meta olmalarına karşılar.

ve protectionist tayfasıyla tartışıyorlar. yani "o kadar devrimci olmaya gerek yok, biz kullandığımız hayvanların şartlarını iyileştirelim, zaten zamanla toplum da değişecektir" diyenlerle.

francione de bu görüşü "vicdanlı tecavüze" benzetiyor: "ya tamam tecavüz ediyorum ama kadını dövmüyorum". hayvanı alıp satıp yiyoruz ama eziyet etmiyoruz.

veganlık bir diyet tercihinden ibaret değil, altında görece tutarlı bir felsefe yatıyor

ama ne yazık ki biz veganlığı değil, veganları tartışıyoruz. onların da en kıl olanlarını.

"biz" diye konuşuyorum, çünkü ben de kuzu tandır buldu mu acımadan gömenler cemiyetindenim. hadi onu azaltsak, bu işin menemeni var, bal kaymağı var. viyolonsel teli için bile domuz kullanılıyor.

sonuçta bizimkisi bir felsefe filan değil. bizimkisi olsa olsa "kim uğraşacak" felsefesi, "valla biz 100 bin yıldır sülalece etçiyiz" felsefesi.

tutarlı değiliz: konu evrensel insan hakları filan olunca paleolitik dönemden filan bahsetmiyoruz ama evrensel hayvan hakları olunca "biz etçil hayvanlarız, doğamıza aykırı" diyoruz. yahu medeniyetin kendisi doğamıza aykırı zaten.

çekirdek aile kurup, ölene kadar bir yastıkta kocamak,
9-5 çalışıp, 12-7 arası uyumak,
aşk acısından intihar etmek,
gluten, kahve, inek sütü, rafine şeker ve tabii ki nutella,
bunların hepsi doğamıza aykırı.

bence bu konudaki "felsefesizliğimiz" ile yüzleşip keyfimizi bozmamak için, veganlık yerine aptal veganlara odaklanıyoruz. nasıl olsa dünya'da aptal çok. her gün birini gündem yapsak, hayatımız boyunca tek bir konuyu etraflıca düşünmeden yaşayabiliriz.

şimdi bu hayvan hakları konusunda daha önce bahsedildiğini görmediğim bir şeyi söyleyeyim

1) yemek veya kullanmak için hayvan beslemek kötüdür deniyor, tamam.
2) fakat bunu yapmasak dünyada bu kadar hayvan olmayacaktı.
3) eğer beslediğimiz ortalama hayvanın hayatı, eziyetten ziyade rahatlık ve mutlulukla doluysa, dünyadaki net mutluluğu arttırmış oluyor et endüstrisi.

(alo nobel hattına sms'lerinizle destek vermeyi unutmayın).

aslında derdim, mutluluk-acı matematiği yapmanın ötesinde bir şey: bilincin değeri

yani farzedelim bu protectionist tayfası başarılı oldu ve hayvanların çoğunun şartları iyi. kısa yaşıyorlar ama iyi yaşıyorlar. eğer herkes vegan olsaydı doğada sadece 5 milyon koyun olacaktı, bu senaryoda ise 5 milyar koyun var.

1000 kat fazla hayat tecrübesi yaratmanın bir değeri var mı?
varsa bu değer, "hayvanlar meta değiller" fikrini ezecek kadar kuvvetli mi?

(mesaj geldi: freakonomics'in şu bölümünde ve the omnivore's dilemma kitabında ucundan değinmişler, gitti nobel)

geleceğim yeri tahmin etmişsinizdir: çocuklar

(won't somebody please think of the children?)

kesip yemek için çocuk yapmıyorduk ama çocukları kullanıyorduk. tarlada, evde, atölyede... yakın zamanlara kadar çocuklar "ufak yetişkin" gibiydiler: okul mokul yok, tüm gün ana-babaya yardım.

daha da abartayım: roma imparatorluğu'nun belli bir döneminde, aile reisi (pater familias), erkek çocukları üstündeki süresiz hakka sahipti. "çocuk" 50 yaşına da gelse, baba onu istediği işe koşabilir, ceza verebilir ve öldürebilirdi.

yani çocuğunuz üstündeki hakkınızla, yününden sütünden faydalandığınız bir hayvan üstündeki hakkınız benzer seviyelerdeydi. gaddarlık yapmadığınız sürece, bunlar normaldi.

bunu bir seviye daha soyutlaştırıp, tanrı'dan bahsetmek de mümkün: "çocuklarını" bir amaç için yarattı. bir besi hayvanı gibi 1-2 sene değil de, 70-80 sene ömür verdi. biz endüstriyel hayvancılık yapıyorsak, tanrı da endüstriyel seviyede bir ahlak deneyi yapıyor, şu ana kadar yaşamış 100 milyar insan üzerinden. bunu 1 milyar insanla da yapabilirdi. niye bu kadar bilinç, bu kadar hayat tecrübesi var? ve tanrı üstümüzde sonsuz hak sahibi, ölümden sonra bile.

bu paralellikler, aslında veganlığın lehine örnekler

çünkü şu trendi görüyoruz: insanlar yüzlerce yıl roma'daki gibi yaşadılar, insan/çocuk hakları olmayan tarım toplumlarında yaşadılar, ve yavaş yavaş o dönemler kapandı. artık çocuğun "etinden sütünden" faydalanamıyorsun.

"en büyük hayvan sahibi" olan tanrı'ya sonsuz itaat de azaldı. öyle bir tanrı'ya inanmamanın ötesinde, o tanrı fikrini ahlaken hazmedeyenler ortaya çıktı.

toplumların bu değişiminin bir sonraki aşaması, aynı hakları hayvanlara doğru genişletmek değil mi? hepsine değil ama sinir sistemi yeterince gelişmiş olanlara mesela.

zaten buna çoktan başlamıştık (tüm insanlık yararına olacak deneylerde dahi hayvanlara acı çektirilmesin, besi hayvanları kafeslerde tutulmasın). bir süre sonra da bu haklar genişler, domuz gibi akıllı hayvanları yeme hakkımız olmadığı kabul edilir. şempanzelere özlük hakkı davası vardı mesela. sonuçta gidişat belli, 50 sene sonranın insanları / yapay-zekaları, "biz paleolitik devrine kadar sülalece etçiyiz" demeye devam etmeyeceklerdir.

yani biz etçiller, tarihin kaybeden tarafındayız. 1700'lerde "köleliği kaldırmayalım, atalarımız da köleciydi, ama onların şartlarını iyileştirelim" diyen çoğunluğun bugünkü versiyonuyuz.

elbette bir insan alıp satmakla, zaten bu iş için evcilleştirilmiş inekleri alıp satmanın arasında dağlar kadar fark var. ama toplumun gidişatına kıyasla, şu anki konumumuz benzer. kısaca biz statükoyuz. dolayısıyla bize saygısızlık edenlerin ego mastürbasyonu yapmaları, sosyal medyada fav avına çıkmaları filan, işin ayrıntısı kalıyor biraz.

tüm bunlar ilginç olabilir ama vicdan bazlı argümanlar ters tepebiliyorlar

sağlık konusundan da bahsetmedim. sigara içen insanlara "adana kebap yerseniz erken ölürsünüz" demek pek etkili olmasa gerek (yalnız "hayvansal ürün yemeyenler protein alamıyor" mitini yıkmak önemli. modern toplumlarda kaliteli proteine ulaşmak kolay.
(burada bir sürü video var.)

çevre bence en ikna edici argüman. hem doğrudan bizi kişisel olarak suçlamıyor, hem de kendini koruma içgüdüsüne oynuyor. nasıl yapıyor bunu?

veganlık felsefesinin asıl derdi milletin dağ evinde keçi beslemesi değil, endüstriyel hayvancılık. ve bununla, gezegeni ne kadar şekillendirdiğimizin farkında değiliz. koyaanaqatsi ve ardıllarını izleyince ağzımın açık kalması bu yüzdendi. mesela bugün toplam kara yüzeyinin çeyreği hayvancılığa ayrılmış. inanılmaz bir alan bu. ve bm'ye göre, bunun sebep olduğu greenhouse gazları, tüm ulaşım-taşıma sektörününkinden fazla.

basitleştirirsek: beslediğimiz 1.5 milyar ineğin osuruğu, kullandığımız 1 milyar arabanın egzozundan daha çok katkı yapıyor küresel ısınmaya.

e niye bu kadar büyük bu sektör?

ortalama biri (veya amerikalı, emin değilim) hayatı boyunca şu kadar hayvan yiyormuş:
-11 tam inek
-27 domuz
-80 hindi
-2400 tavuk
-4500 balık

tek bir kişi için tüm bunlar. vegan-vejeteryan tayfasını denklemden çıkarsan, daha da fazlası. valla ben aynaya baktığımda, bu kadar hayvana değeceğimi düşünmüyorum. en fazla 1 inek, 20 tavuk, artı holosko ve miktar balık ederim.

ama konu vicdan değil gezegense, durum daha da kötü, çünkü bu kadar hayvanın "üretim maliyeti" çok daha büyük

özellikle büyük hayvanlar, besin için verimsiz yaratıklar. feed conversion ratio diye bir metrik var, hayvana verdiklerinle geriye aldıklarını (süt, et, yün ve tabii nutella) oranlıyor. dana eti için bu oran 6 kat. bir koyup üç alacağız demişti özal, biz 6 koyup 1 alıyoruz.

hele iyilik yapıp çayıra çimene salsan, doğal beslesen, bu oran daha da artacak. halbuki çekirge ve balık gibi hayvanlarda ise 1'e yakın (erke dönergeci gibiler maşallah). yani kırmızı et tavuk etinden, o da balıktan daha maliyetli gezegen açısından.

ve bu maliyet sandığımızdan büyük

şu anki toplam tüketimimizi sürdürmek için bile tam 1.7 dünya gerekiyor. hazırdan yiyoruz yani.

ve hazırdan yeme hızımız da artıyor. bugün doğan bir çocuk 35 yaşına geldiğinde, dünya'daki 10 milyar insandan biri olacak. bunların her biri, bugünün ortalama insanından fazla et tüketecek (bazı tahminler). bu düzenin devamı matematiksel olarak mümkün değil.

hele hele, bu kadar büyüme ve rekabet baskısı varken, o üretim çiftliklerindeki şartları iyileştirmek iyice zor. kim gidip kontrol edecek çin'deki üretim çiftliklerini? adamların insanları çalıştırma şartları ortada, hayvanı mı tıkmayacaklar kafese?

görece iyi yerlerde de sorun büyük: tavuk ambalajına free range (açık alan) ibaresi koyabilmek için, tavukları kapısı aralık bir odaya koyman yeterli. yani tavuk teoride ufak bir bahçeye çıkabiliyor, pratikteyse yine tıkış tepişler. ama süpermarkette ambalaja baktığımda kafamda oluşan resim, alp dağları eteklerinde manzaraya karşı rakı içen inekler, tavuklar.

hiçbirimiz yediğimiz şeylerin nereden geldiğini, çevresel etkilerini bilmiyoruz. koptuk o kısımdan

yemek kültürü ile kastettiğimiz şeye bakın: restorana gidip bitmiş ürünü tatmak. hadi en iyi haliyle, evde malzemelerden hazırlamak. oysa o hikayenin başı da var. 15 yaşından beri içtiğim biranın nereden geldiğini, nasıl yapıldığını 30 yaşında öğrenmiştim.

tabii bu kopukluk, endüstrinin genel sorunu. organik salata da yesen, aynı tuzaklara düşebiliyorsun. yani organikçi biri, muhtemelen çevreye olan etkisini umursuyordur. ama omnivor's dilemma'da anlatılıyordu, new york'taki bir müşteriye 80 kalori verecek bir salatayı, organik olsun diye california'dan getirmenin maliyeti 4600 kalori enerji. (zaten organik ibaresi de tıpkı free range gibi bir sürü katakulli içeriyor).

şimdi konuya dönelim: bu kadar hayvan öldüren ve kaynak tüketen bizlere, bir veganın saygı göstermesine imkan var mı? 

sosyal medya şovu yapmayanları da saygı duymazlar. hatta en çok onlar duymazlar, çünkü şova değil konuya odaklılar. konu da "en sevdiğimiz müzik türü" tartışması değil ki tercihine saygı duysun.

peki çare ne?

kısa vadede sütü ve kırmızı eti azaltmak. ne kadar az büyükbaş hayvan, o kadar az israf, eziyet ve tabii ki osuruk. akdeniz diyeti mis gibi işte.

orta vadede bu fake meat işi yaygınlaşacaktır. tadı ete çok benzeyen bir sürü ürün varmış. hatta buna böcekleri de dahil edebiliriz. yani hamamböceğine kürdanı batırıp ağzına atmayacaksın da, mesela çekirgeden pate yapacaklar, onu yiyeceksin.

uzun vadede ise sentetik et. bu konuda ne durumdayız hiç bilmiyorum ama hem vicdan, hem çevre endişelerini karşılıyor: sinir sistemi olmayan, onlarca kat daha az enerji-arazi-karbon salınımı gerektiren bir alternatif.

tek karşılamadığı şey, benim nobel ödüllük fikrim: fazladan milyarlarca bilincin varolması. neyse, onu da yapay zekayla çözeriz gerekirse. simulasyon üstüne simulasyon yaratır, sevap üstüne sevap kazanırız. (hayaller öyle, gerçeklerse iki liralık sentetik tavuk döner kesen bir robot usta).

***

yazıya yediremediğim bazı kaynaklar:

-national geographic'in şu diyetimizin evrimi yazısı gayet zevkli (ingilizce).

-genel olarak hayvan hakları konusunda peter singer okunacak önemli bir isim. ben onu kötülük probleminden biliyorum. insanların ve hayvanların duyduğu toplam acının azaltılmasına dayanıyor fikirleri. pragmatik bir adam.