FELSEFE 26 Şubat 2021
15,1b OKUNMA     650 PAYLAŞIM

Ludwig Wittgenstein'ı Anlamak İçin Hayatının Bilinmesi Gereken İki Yönü

20. Yüzyıl'ın en önemli filozoflarından Wittgenstein'ın aile hayatı ve öğrencilik yılları, kendisinin felsefesini anlamamızda anahtar bir rol oynuyor.

wittgenstein, 20.yy'ın belki de en anlaşılması zor fakat bir o kadar da en etkili filozofudur

bilinenin aksine witt'in geleneksel felsefeye karşı çıkması felsefeyi bitirmek amaçlı değil felsefeyi yeniden yaratmak amaçlıdır. bir etkinlik olarak gördüğü felsefeye yaptığı vurgu, aslında felsefenin problemleri çözmesi gerekmediğine inandığı, kaldı ki bu problemlerden bazılarının gerçekte zaten problem olmadığını gösterdiği gerçeğine dayanıyordu. örneğin,"ölümden sonraki yaşamın gerçek sorununun var olup olmadığı değil, var olsa bile, hangi sorunu gerçekten çözdüğü" fikri witt'in ilk anlamda felsefeye olan bakış açısı hakkında yolumuzu aydınlatır.

witt'i gerçekten anlamak için erken dönem ve geç dönem düşünceleri arasındaki fikri değişimlerinin sebeplerine bakmak gerekir ki burada hayatını da iki ayrı parça olarak ele almak istiyorum: ailesiyle geçirdiği yıllar (erken dönem) ve cambridge yılları (geç dönem) özellikle aile hayatı bize bu konuda ciddi ipuçları veriyor.

bilindiği gibi zengin ve aristokrat bir aileden geliyor ki ciddi entelektüel bir çocukluk ve gençlik dönemi geçiriyor. resim, müzik, edebiyat, heykel, felsefe gibi her alanda müthiş bir eğitim almış ve gerçekten de kabiliyetli bir insan. o dönemlerde evlerine sürekli dönemin en tanınmış sanatçıları misafir oluyor, yani öyle bir ortam var düşünün. hatta ünlü avusturyalı ressam gustav klimt'in margaret stonborough resmi witt'in kız kardeşinin düğün portresidir. az çok ortamı hayal edebiliyoruz. bir nevi entelektüel zehirlenme yaşıyorlar.


entelektüel zehirlenme derken bu esasen kayda değer bir konu

aile çok kültürlü fakat bunun yanında psikolojik problemleri olan bir aileden bahsediyoruz. bunun en bariz kanıtı witt'in üç erkek kardeşinin intihar etmesi ki kendisi de intiharın eşiğinden dönmüştür. aile içinde bir sevgisizlik ve üst perdeden bir sıkıcılık hakim. bunun yanında witt'in birinci dünya savaşı'na katılması ve halen kendini gerçek anlamda olması gerektiği yerde görememesi bir nevi bunalıma sokuyor. 1912-1917 yılları arasında oluşturduğu ilk eseri tractatus'un alt zemininde; felsefeye olan ilgisinin ki özellikle kant gibi felsefeye bir sınır çekme isteğinin yanında 1912'de gittiği cambridge'de bertrand russell'dan etkilenmesi ve freud'un bilinçdışı teorilerinin etkilerini görürüz.

witt, erken dönem felsefesinde en çok dili nasıl anlayacağı; dilin anlam ve dünyayla ilişkisi ile resmen boğuştu. başlangıçta dili dünyayı sınırlayan bir şey olarak görüyordu, çünkü felsefenin söylediği her şeyin anlamsız olduğuna inanıyordu. "dilimin sınırları, dünyamın sınırları demektir." dedi ki bu inancı daha sonra gözden geçirmiş olsa da, dilin gerçeklikle karmaşık bir ilişkisi olduğunu her zaman anladığı ve onu felsefe yoluyla anlamanın zorluğunu üstlenmeye çalıştığı açıktır. devamında "felsefe, dil aracılığıyla zekamızın büyüsüne karşı bir savaştır." diyerek felsefe dünyasına bir bomba gibi düştü.

witt için düşünmek, anlamak her şeyden önce resim yapmaktı. bu noktada freud'dan etkilendiği çok bariz ki freud'da "resimlerle düşünmenin" önemini ve ilkelliğini her zaman dile getirmiştir. freud gibi, witt de rüyalarımızın bize bir dizi imge sunduğu fikrini ele aldı; bu imgelerin yorumlanması, zihnimizin bilinçsiz kısımlarına indirdiğimiz düşünceleri açığa çıkaracaktı. witt bununla ilgili şöyle söyler: "freud'un rüyaların yorumlanmasına ilişkin teorisinde bir şey varsa, bu insan zihninin resimlerdeki gerçekleri temsil etme biçiminin ne kadar karmaşık olduğunu gösterir."


şimdi erken dönem felsefesinde bir kasvet, bir bunalım hali ve kendini daha çok bilinçdışı süreçlerle ifade etme eğilimi görüyoruz

bunun yaşadığı ortamla ilgili olması kuvvetle muhtemeldir ki 1930'ların başlarında cambridge'de aileden uzaklaşması adeta olaylara farklı perspektiflerden bakmasını sağlar. hatta bununla ilgili iki anekdot var ki witt'in geç dönem felsefesinin temellerini oluşturan süreçlerin içindedir.

erken dönem düşüncesinde önermelerimizin ancak gerçekliği resmettiği müddetçe anlamlı olacağını düşünmesine rağmen geç dönem düşüncesinde ise önermeleri anlamlı kılan şeyin onun karşılık geldiği olgu durumları değil; ifadelerimizin sahip olduğu kullanım olduğunu düşünmeye başlar. geç dönem düşüncesindeki meşhur ifadesiyle söyleyecek olursak: "bir ifadeyi anlamak, onun nasıl kullanıldığını anlamaktır."

esasında erken dönem tractatus'tan geç dönem felsefi soruşturmalar eserine geçiş her ne kadar geçmişe dönük eleştirel ifadeler barındırsa da bu diyalektik bir geçiştir bence. eski düşüncelerine ciddi eleştiriler getirmiştir ki bu yaşadığı değişim ile ilgili sıkı bir witt takipçisi amerikalı filozof norman malcolm'un biyografisinde witt ile ilgili şu iki anekdot geçer:

"bir gün sanıyorum trende giderken wittgenstein durmadan bir önermenin ve o önermenin betimlediği olgusal durumun aynı mantıksal biçime sahip olması gerektiği üzerinde ısrar edince, pierro sraffa (cambridge'de witt'in akademisyen arkadaşıdır) artık dayanamayıp bir elinin parmak uçlarıyla, napolilerce bezginlik ve aşağılama anlamında çenesinin altını kaşır ve şöyle sorar: 'peki benim şimdi önerdiğim şeyin mantıksal biçimi nedir?' sraffa’nın sorduğu bu soru karşısında wittgenstein, bir önermenin ve o önermenin betimlediği şeyin aynı biçime sahip olması gerektiği konusunda ısrar etmesinin saçma olacağını fark etmiştir. ve bu durum onu önermenin gerçekliğin resmi olduğu fikrinden uzaklaştırmıştır."

yine bir diğer malcolm biyografisinde; "wittgenstein’ın bir gün yanından geçmekte olduğu bir tarlada futbol oynandığını gördüğü ve o an dilin sözcüklerle oynanan bir oyun olduğu düşüncesinin zihninde ilk kez canlandığı" ifade edilir.

witt, fikirlerinin değişimi noktasında bu olaylardan kısmi de olsa felsefi soruşturmalar'da bahseder. witt, hakkındaki büyük resme baktığımda farklı hayatlar yaşayan bir insanın düşüncelerinin değişebileceğidir. aile ortamından uzaklaşan ya da kendini gerçek anlamda ifade edemediği bir ortamdan çıkaran witt'in cambridge'e geçtikten sonra oradaki hayatında üzerindeki melankolik havayı da atarak kendini bir anlamda bulması olarak görüyorum. felsefeye kattıkları, felsefede açtığı yeni tartışmalar ve insanların kendilerini ifade etmede çığır yaratan fikirleriyle her zaman konuşulacak bir filozof olarak kalmaya devam edecektir.


çok sevdiğim birkaç sözü ile yazıyı noktalamak istiyorum

* itiraf, yeni hayatınızın bir parçası olmalıdır.

* hayata, ata binen kötü bir binici gibi ata biner gibi otururum. şu anda üzerinden atılmamamı yalnızca atın iyi doğasına borçluyum.

* insanlar aptalca şeyler yapmasaydı akıllıca hiçbir şey yapılamazdı.

* bir aslan konuşabilseydi onu anlayamazdık.

* bir kelimeyi söylemek, hayal gücünün klavyesine vurmak gibidir.