EĞİTİM 25 Ekim 2019
313b OKUNMA     1453 PAYLAŞIM

Nefret Edilen İlkokul Öğretmenlerine Dair Yıllar Geçse de Unutulmayan Hikayeler

Her ilkokul öğretmeni güzel ve nostaljik anıların başrolü olacak diye bir kural yok. Maalesef bazıları da yıllar geçse bile nefretle hatırlanıyor. İşte Sözlük yazarlarından düşündürücü ilkokul hikayeleri.
Fotoğraf: yolcuoglu.wordpress.com

mağdur edebiyatı değildir yaptığım, yanlış anlamayın

kimilerinin gidecek okulları yok, bilirim hepsini. ama benim anlatacaklarım insanlıkla ilgili.

sorunlu bir ilkokul hayatı yaşadım diyebilirim. birinci sınıfta harika bir öğretmenim vardı. ama rahatsızdı, kalbinden. üçüncü sınıfta zorunlu olarak terk etti bizi. yeni bir öğretmen geldi. şans eseri aile dostumuzdu hem de. ben de o dönemlerde çocuğum, tahmin edebileceğiniz üzere. şımardım bir miktar, haddimi aştım. ama çok sorun olmuyordu. çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman.

ilkokul dördüncü sınıfta eski öğretmenim geri döndü. harikaydı. hayatımın en güzel yıllarından biriydi. o hayata geri dönmüştü, bunun için çok mutlu ve sevecendi. aynı şekilde o bize geri döndüğü için biz de öyleydik. ama uzun sürmedi. beşinci sınıfta tekrar rahatsızlandı ve temelli ayrıldı.

kara günler başlıyordu. dağıttılar hepimizi beşinci sınıfta. beni sınıfın en tembellerinden yasin diye bir çocukla dönemin en inek sınıfına verdiler. eh, benim de yasin'den çok farkım yoktu aslında. yasin benim aptal olan versiyonumdu yalnızca. bu inek sınıfı benden randıman alamadı dostlar, bir türlü sevemedi beni. ben de onları sevemedim. ve gittim ağladım anneme, "kurtar beni!" diye. nereden bilebilirdim bu dileğim yüzünden cehenneme gideceğimi.

evet gittiğim sınıf 5-k idi. çok iyi hatırlarım. ilk dönemin ortalarında gitmiştim. fatma diye bir kadındı öğretmen. benim takip da kimselere söyleyemediğim adıyla kara fatma...

denyonun tekiydi desem haksız çıkmam herhalde. "yemek yapıp getireceksiniz!" demişti bir gün. benim de anne baba sabah akşam çalışıyorlar o sırada. benimle uğraşacak halleri yok. "örtmen böyle böyle dedi" falan dedim herhalde. annem de "tamam tostları götürürsün işte." falan demiştir sanıyorum. neticede ben yemek gününde her gün götürdüğüm tostlarımı götürdüm. hanımefendiye beğendiremedik. yemek miymiş bu. kendisi herhalde imam bayıldılar, yaprak sarmalar bekliyordu. tüm sınıfın ortasında azarlamıştı beni, bilmemne notuma 1 vereceğini söylemişti ki hepinizin hatırlayacağı gibi bu felaketin ta kendisi demekti o zamanlar. ezilmiştim. üvey evlat muamelesi görüyordum. erkek cinderella'ydım.

hiç unutmam, bana en büyük yamuğunu, en tiksindirici hareketini öğretmenler gününde yapmıştı. bir pazartesi sabahıydı ve uyanamamıştım. okula geç kalmıştım, babam bırakacaktı. evden çıkarken, son anda hatırladım öğretmenler günü olduğunu. "çiçek alalım" dedim. o zamanlar oturduğumuz evin de bahçesi cennet. babam "geç kaldık şimdi alamayız şunlardan kopar biraz bak güzel çiçekler bunlar" dedi. iyi dedim kopardım. sonra onları demet yaptım arabada. çok da şahaneydi. okula gittim, sınıfa girdim. uzattım çiçekleri, "öğretmenler gününüz kutlu olsun" dedim. ilk önce çiçeklere, sonra bana baktı. "sen buna çiçek mi diyorsun? dalga mı geçiyorsun benimle?" diye birkaç dakika payladı. sonra çiçekleri kaloriferin altına attı. işte kendisinden tiksindiğim an bu andır, nefretimi müstahak eylediğim saniye budur. sustum o günden sonra. bir not defteri aldım, her gün yaptığı saçmalıkları ona kaydettim. akşam anneme gidip gösterdim. annem konuşmaya gelmek istedi, karşı çıktım. öldürürüm kendimi, evden kaçarım falan dedim. bu şahsiyet fukarası insanın sınıfında 1-1.5 ay kaldıktan sonra başka bir okula, harika insanların arasına geçtim. ve hayatımın en güzel ilkokul dönemini yalnızca bir dönem yaşayabildim. o fatma denen kadını bugün görsem, bayan falan demem ağzını burnunu kırarım gibime geliyor. neyse bak sinir yaptım.

ilkokul öğretmenim beni gerçek hayatın sosyal düzeniyle ilk tanıştırmış insandır

evet evet, gerçekten öyle.

yıl 1991, yeni taşındığımız doğu ili. sınıftaki çocuklara babamın öğretmen olduğunu söylüyorum, hoca da bunun üstüne beni çalışkanlar kümesine oturtuyor. sonradan öğrendim ki sosyal sınıf ayrımının ilk yaşandığı yer o kümelermiş. önde iki küme, biri çiçek kümesi, yörenin zenginlerinin ve yüksek rütbeli memurlarının çocuklarının oturduğu, diğeri çalışkanlar kümesi, durumu biraz parlak çocukların ve orta halli memurların çocuklarının oturduğu. arkadaysa köylü çocuklarının üç kümesi. yarısı okuma yazmayı bilmiyor, öğrenmeleri de kimsenin umrunda değil.

her yerde oynanan sınıf oyunlarını oynarken bir şey çarptı gözüme, öğretmen hakemlik yaparken öndeki kümeleri kayırıyordu! serde delikanlılık da var ya, kalktım ayağa: "öğretmenim, siz taraf tutuyorsunuz. az önce çiçek kümesinden arkadaşımız serkan hile yaptı, siz de gördünüz ve bir şey söylemediniz". "ha öyle mi" dedi hoca. ertesi derste ilk iş beni çalışkanlar kümesinden kaldırıp hemen arkadaki kümeye oturttu. eh, anladım ki öndeki kümelere ait değilim.

artık yıldız kümesinin öğrencisiydim, en iyi arkadaşım da hatice. ona matematik çalıştırıyorum, kağıttan kayık yapmayı öğretiyorum, hayat güzel. olacak ya, bir gün yine sınıfça kovalamaca oynarken çiçek kümesinin biricik güzeli esin ebeyken hatice'yi saçlarından yakalamakla kalmadı, bir de tuttu salladı, yoldu, attı kızın saçlarını. zavallı kız bir köşeye çekilip ağladı biraz, sonra oynamaya devam etti. ders almıyorum daha hayattan, gittim esinle kavga ettim, sen ne yaptığını sanıyorsun, ne hakla durduk yere hatice'nin saçını yolarsın diye. her ilkokulda yaşanan şey oldu; esin, etrafında ona hayran onlarca kız topluca bana küstü. yetmedi, "senin yüzünden kimse benimle konuşmuyor" diye hatice de bana küstü. anladım ki meğer ben yıldız kümesine de ait değilmişim.

ve şimdi anlıyorum ki ezen de ezilen de aslında tutarlı bir düzenin içinde hallerinden memnunmuş. bunu bize kafamıza vura vura ilk sokan da öğretmenimizmiş yine. çomak sokan kişi olarak hiçbir sınıfa dahil olamayan da benmişim meğer. hangimiz daha zavalllıyız hala kestiremiyorum.

ilkokul öğretmenimin hiç unutmayacağım mendebur bir suratı var

hatta şu an yanımdan geçse direkt tanırım ve yaşına başına bakmadan, öğretmen hürmeti göstermeden saldırırım... o derece kinim var.

7 yaşındayım, ilkokul 2. sınıf.

50 kişilik sınıf sıralara artık sığmıyor, 3 kişi oturuyor herkes. 2 kişi oturan var ya da yok. yeni bir ortama gelmiş herkes ve çocukluk bu konunun öznesi. elbette yanındakiyle konuşuyorsun, ya da öğretmen yokken yanında oturan kızın saçını çekiyorsun... 50 kişilik sınıf, birinden birisi elbet yapıyor.

sonra aklımda kalan ve hayat boyunca travmatik izler bırakmış sahneler.. hoca kapıdan içeri giriyor, bakıyor öğrenciler konuşuyor.. sessizce, çiçek olarak (çiçek olmak) beklemediğimiz için bütün sınıf ayağa kaldırılıyor ve sıraya geçiyor.

konuştukları için 7-8 yaşındaki bacak kadar çocukların ellerine sopayla 3-5 kez vuruluyor. adı da sıra dayağı.

sonra bu gelenek her gün devam ediyor, her sabah okula gitmekten nefret edercesine okula gidiyorum, ellerim acıyor çünkü. yanımdaki örgülü kız bana "inşallah elim kanar" diyor. eli kanar da belki öğretmeni yaptığının fazla geldiğini anlar, acır diye düşünüyor... çünkü ben de kanasın diye dua ederdim.

1 sene boyunca, her gün dayak yiyoruz sınıf olarak ve o kadar korkutulmuşuz ki, ailemize bile söyleyemiyoruz, sanki dayak yemek, öğretmenimizin bize kızması utanılacak bir şeymiş gibi.

sonra ağlaya ağlaya okuldan ayrılıyorum, başka bir okula nakilimi yaptırıyorum.

hayatımda ilk kültür şokunu yaşamama neden olan insandır

yıl 1991, prion kendisinden otoriteye saygı göstermeyi öğrendiği, çiçeklerden yemişten, sarı saçlı bebekten çok sevdiği ilkokul öğretmeninden ayrılır, doğu illerinden birine taşınır ailesiyle, ve ilkokul 4'e devam eder.

yerli malı haftası gelivermiştir, arkadaşlarla planlar yapılmıştır, akşamdan kekler, meyve suları hazırlanır, sabırsızlıkla yerli malının kutlanacağı 5. ders beklenir. son derste öğretmen yan sınıftan öğretmen arkadaşlarını çağırır, masalar birleştirilir ve öğretmen emrini verir:

'kızlar hizmet etsin!'

erkek öğrenciler maslara otururlar, sınıfın kızları da alışık oldukları üzere herkesin getirdiği yiyeceklerin paketlerini açarlar, masalara servis yaparlar, biten içecekleri, kuruyemişleri doldururlar, bütün ders koşturup dersin sonunda da artan kırıntılardan atıştırırlar.

prion ilk defa kendisine öğretilenle (öğretmen ne derse yapılır) içinden gelen vahşi duyguların (çarp kapıyı çık, daha fazlası değil) arasında kalır. bu kızların bunu nasıl kabul ettiğini bir türlü anlayamaz. türkiye'nin diğer yüzü ve diğer yüzünün kız profiliyle tanışır.

öğretmen yaptığı kutsal meslekten ve önündeki keklerden mutlu gülümsemektedir. ders mühimdir, öğretmenden nefret de edilebileceği öğrenilmiştir artık. bir daha unutulmaz...

İlkokulda Neden "Baban Ne İş Yapıyor" Sorusu Soruluyordu?

İlkokulda Bir Sıraya Üç Kişinin Oturmak Zorunda Kaldığı Sıkış Tepiş Dönem