TARİH 4 Mayıs 2016
304b OKUNMA     2040 PAYLAŞIM

O İki Kara Günü Yaşayanların Ağzından: 6-7 Eylül Olayları

6-7 Eylül 1955 tarihinde, İstanbul'da yaşayan azınlıklara yönelik korkunç bir yağma ve tahrip hareketi başlatıldı. Yakın tarihimizin en büyük kara lekelerinden biri olan bu vahim olayları bizzat yaşayanların ağzından okuyalım.

Olaylar böyle başlamıştı

1955 yılında, milliyetçi güçlerin kıbrıs politikasına halk desteği sağlamak amacı ile uydurduğu bir yalan haberin (atatürkün evinin bombalanması) gazetelerde yayınlanmasının ardından galeyana gelen halkın azınlıklara yönelik şiddet hareketi. 

olaylar yatıştıktan sonra çok sayıda sol görüşlü aydın olaylara sebep olmaktan tutuklanmışlardır.

istanbulda özellikle beyoğlu ve büyükadada yaşayan azınlıklara yönelik katliam ve yağma hareketinin olduğu günler. tarihi sanırım 1955'ti. lefter, toto karaca, ara güler gibi isimler de zarar görmüştür yağmalardan. 

ancak en büyük zarar tarihte türkiyenin hanesine yazılmıştır. atanın evi selanikte bombalandı haberi üzerine patlak vermiştir. intikam hareketidir. haber asılsız çıkmıştır. haber doğru çıksa da kabullenilemeyecek bir durumdur.

Yaşayanlar anlatıyor

"ortalık velveleye verilince dükkandan çıkıp hızlı adımlarla eve gidiyordum. 10-15 kişi peşime takıldı. nasıl oluyorsa rum olduğumu hemen anladılar. cüzdanımı çıkardım ve 'alın. hepsi sizin olsun. saatimi de alın. helal olsun.' dedim. buna yanaşmadılar. 'önce ifadeni alalım sonra paranı da alırız' dediler.

o sırada genç yağız bir delikanlı belirdi. polisti. bıyıkları yeni terliyordu. tertemiz bir anadolu çocuğuydu. silahını çekti ve adamların üzerlerine doğrulttu. 'utanmıyor musunuz ulan milletin rızkına göz koymaya? adamı rahat bırakmazsanız hepinizi gebertirim siktirin gidin lan burdan' dedi. şakası yoktu. silahını en öndeki, grubun başı olduğu belli olan adama doğru doğrultarak yaklaştı. bense çok korkmuştum ve bu delikanlıyı izliyordum.

başardı... adamlar bana dokunamadan taksime doğru giderek kalabalığa karıştılar.

bense bu genç delikanlıya bir teşekkürden daha fazlasını borçluydum..."

6 eylül 1955 cihangir-istanbul

olayı anlatan: dedem.

çok çok yakınım ve olayı bizzat gözlemlemiş birinin ağzından:

" 1955 yılında ben 9 yaşındaydım. 6-7 eylül gecesi ailemle birlikte izmir-istanbul seferi yapan "adana" vapurundaydım. sabah istanbul'a indiğimizde etrafta bir telaş ve karaköy'deki bazı dükkanların önünde atılmış çeşitli eşyalar gördük. henüz gazete falan almamıştık.

levent'teki evimize gitmek üzere taksiye bindik. ilk olarak taksicinin babama olayları kendine göre anlattığını hatırlıyorum.

levent'e o zaman direkt olarak şimdiki metro girişinin olduğu çarşı caddesinden giriliyordu. o caddenin o sabahki halini dün gibi hatırlıyorum. şimdi yeni eczane'nin bulunduğu dükkanın yanında istanbullu bir rumun sahibi olduğu "tadal" pastanesi bulunuyordu. geceki güruh, pastanede cam çerçeve bırakmamış, pastalar, tatlılar vs. sokak ortasına saçılmıştı. pastacı, zaten geçilen yazda bizim de akranımız olan oğlu niko'yu hatırladığıma göre tetanoz'dan kaybetmişti. onun üzerine bir de bu felaketle karşılaşmış oluyordu.

neyse, evimize vardık. benim mahallede en iyi arkadaşım, karşımızdaki evde oturan benden bir yaş büyük stefo idi. babası beyoğlu'nda gömlekçilik yapıyordu. babam hemen onlara hallerini sormaya uğradı. tabii adamın dükkanı da paramparça edilip yağmalanmıştı.

olayların o gece de devam edeceği endişesi herkeste vardı. bir tedbir olarak stefo ve ablası artula geceyi bizde geçirecekti. abla yukarıda kızkardeşimle yatarken biz de bodrum katta stefo ile yer yatağında yattık.

sonradan babamın anlattığına göre, ellerinde isim listeleri ve el fenerleri ile bir grup geceleyin evleri teker teker dolaşarak gayrımüslim aramayı sürdürmüşler, hatta babam karşımızdaki evde türklerin oturduğunu, o anda seyahatte olduklarını söyleyip grubu uzaklaştırmış.

ertesi gün, teyzemle birlikte taksim'e gittik ve galatasaray'a kadar, o yerlere saçılmış eşyaların arasından yürümeye çalıştık. 2 gün geçmesine rağmen hala ortalık mezbele gibiydi. güz sancısı filmindeki sahneler abartı değil.

bu olaylardan sonra, en azından benim tanıdığım rumlar, yavaş yavaş hazırlıklarını yaparak, en önce çocuklarını yunanistan'a gönderdiler, sonra da evlerini eşyalarını haraç mezat satarak yurtlarından ayrıldılar. kalanlar da, 1964 kıbrıs olaylarından sonra gittiler maalesef.

bu olaylar bende derin bir iz bıraktı. o zamanlar tramvay'da otobüste rumca konuşanlara o çocuk halimizle gaza gelip "vatandaş türkçe konuş" sloganı attığımızı düşününce utancımdan yerin dibine geçiyorum. (ermeni ve yahudiler kendi dillerinde pek konuşmazlardı)

1950-60'ların o çok kültürlü, kozmopolit istanbul'undan işte bu günlere geldik.

olayları kimin düzenlediğine gelince, o sırada sivil polis olan dayımın kendilerine hiçbir şekilde güruha müdahale edilmemesi emrinin verildiğini söylediğini hatırlatayım."

6-7 eylül olaylarının belli bir bölümünü bizzat yaşamış birinden anılar böyle.

"onbeş gün önce gol attığımda omuzlardaydım''

o gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım. en kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. evde ne pencere, ne kapı kalmıştı. kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. istanbul'dan emniyet müdürü evime geldi. gece gördüğü manzara karşısında 'aman allahım' demişti.

çok sordular kim yaptı diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.

(lefter küçükandonyadis)

Lefter

fenerbahçeli futbolculardan melih ılgaz, anlatıyor:

"lefter için endişelendik ve büyükada'ya gittik. ibrahim kösem, niyazi tamakan ve şükrü ersoy birlikte lefter'i korumak için onun evinde kaldık." fenerbahçe'nin o zamanki kalecisi şükrü ersoy da şöyle anlatıyor: "lefter'i korumak için bir gece evinde kaldık, ertesi gün birlikte idmana gitti. birçok yabancı asıllı istanbul'u terketti ama, o gole devam etti."

keşke istanbul'da yaşayan halk , katliama uğrayan bu insanlarımızı koruyabilseydi.

iki gündür kız arkadaşımın suratına bakamamama neden olan olaylardır.

hoş kendisi bu olaylar yüzünden kimseye kin gütmüyor ya da negatif yaklaşmıyor ama ailesinin başına gelenleri de kolay kolay unutamıyor. düne kadar sadece bir kere konusu açılmıştı, onda da "tamam ya bitmiş olay. geçti gitti“ diye geçiştirmişti. geçen akşam ailesi ile konuştuktan sonra biraz yüzü düşünce eğer kendisini kötü hissetmeyecekse anlatmasını rica ettim. olaylarla ilgili bilgim olmasına rağmen zamanında olayları yaşamış bir aileden gelen kişiden duymak istedim. o da saolsun mümkün olduğunca ailesinden öğrendiklerini bana aktarmaya çalıştı.

yaşananlar:

dedesinin beyoğlu‘nda bir dükkanı varmış, kumaş alıp satıyormuş. dediğine göre çok da seveni varmış bölgede. kendisi de istanbul aşığıymış (hala fırsat buldukça gitmeye çalışıyormuş istanbul’a). evlerinin tam olarak nerede olduğunu bilemedi ama anladığım kadarıyla galata taraflarında oturuyorlarmış. dedesinin kız kardeşi de eşiyle birlikte galatasaray lisesi’nin orda.

dönemin politik gerginliklerinden ötürü dedesi zaten bir şeylerin olacağını sezmiş ama bu kadar da büyüyeceğini düşünmüyormuş. hatta dedesi kardeşini arayıp selanik’teki evlerini temizlemesini, belki bir süreliğine tatil bahanesi ile gelebileceklerini söylemiş. bu arada kız arkadaşımın annesi yeni doğmuş ve dayısı da 3 yaşındaymış.

olaylar ilk başladığında dedesi dışarıdaymış. ne olduğunu tam anlayamamış. bir arkadaşı "bizi öldürmeye geldiler" diyince hem ailesini merak ettiği hem de kendisini korumak için eve koşmaya başlamış. o ana kadar gördükleri kadarıyla olaylara karışanların arasında beyoğlu’nda daha önce görmediği tipte insanlar varmış. daha çok istanbul dışından gelmiş gibi görünen bu kişiler etraftaki her şeyi yakıp yıkıyorlarmış. dedesi, beyoğlu’ndan tanıdığı bir kaç türk esnaf arkadaşının koruması sayesinde (ellerine türk bayrağı alıp dedesini araya almışlar, sanki onlar da saldırıyorlamış gibi hızlı hızlı yürümeye başlamışlar) zarar görmeden evine ulaşabilmiş. evin kapısında türk bayrağı asılıymış ve ailesi evde yokmuş. adam korkudan ne yapacağını bilemez haldeyken bir türk komşusu gelmiş ve ailesini kendi evine götürdüğünü, kilerde sakladığını söylemiş. önce dedesi ailesinin yanına gitmiş ve onların güvenliğinden emin olduktan sonra kız kardeşine de bakmak için dışarı çıkmak istediğinde arkadaşı bırakmamış. "teo dışarı çıkarsan seni öldürürler“ diye adamla kavga ederek, hatta diğerlerinin de adamın ellerini bağlaması ile zorla evde tutmuşlar. bir arkadaşı dedesi yerine kendisinin bakacağını ve haber getireceğini söylemiş.

tam 3 saat boyunca o kilerde korkarak beklemişler ailecek. o sırada eve girenler çıkanlar, dışardan haber getirenler... giden arkadaşları bir türlü geri dönememiş henüz. o geri dönemeyince de dedesi iyice meraklanmış. bir süre sonra ortalık hafiften sakinlemişken eve nasıl getirdilerse yine aynı şekilde çıkarmışlar dedesini. yakılmış, yıkılmış beyoğlu’nun içinden geçerken dedesi ağlamamak için kendisini zor tutmuş. kız kardeşine giderken dükkanlarının önünden geçmişler. sağlam tek bir şey kalmamış içeride. ne var ne yoksa ya kırmışlar ya da alıp sokaklara saçmışlar. "cana geleceğine mala gelsin“ demiş ama ekmek kapısını o halde görünce içinden bir şeyler kopmuş. ama esas şoku kız kardeşinin evine gelince yaşamış.

apartmanın kapısı açıkmış ve binadaki camların büyük bir kısmı içerdeki eşyaları dışarı atarlarken kırılmış. o anda kendini kaybetmiş dedesi ve bağırıp, ağlayarak katları çıkmaya başlamış. kız kardeşinin evinin kapısı açıkmış... içeri girdiğinde bütün eşyaların kırıldığını, parçalandığını ya da dışarı atıldığını görmüş. içerden bir ağlama sesi geliyormuş sadece. içerdeki odaya girdiğinde kız kardeşini köşede ağzı yüzü kan içinde ağlarken, eşini de yatağın üzerinde baygın bir şekilde bulmuş. 

dediğine göre apartmana giren yağmacılar zorla kapıları kırıp içeriye giriyor, evde birileri varsa önce dövüyor sonra da evleri yağmalıyorlarmış... kız kardeşinin eşi de kapıyı tutup direnmeye çalışınca bunlar daha da hırslanmışlar ve adamı öldüresiye dövmüşler (o dayaktan sonra adam sakat kalmış zaten). kız kardeşi de yapmayın diye bağırıp kocasını kurtarmaya çalışırken onu da dövmüşler. bir tanesi tecavüz etmeye yeltenmiş ama şanslarına gruptaki bir iki kişi boşver gidelim diye tecavüzcüyü durdurmuşlar.

türk komşularının yardımıyla 3 arabayla istanbul’dan kaçmayı başarmışlar, sonra da selanik’e taşınmışlar.

hayatımın en uzun yarım saatlerinden birisiydi sanırım. o anlattıkça ben ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. şu anda evlerindeki genç nesil dışında hepsi çok iyi türkçe biliyor ama sanki yasaklanmış gibi gittiklerinden beri konuşmamışlar. bunun nedeni "nasıl bizi atarsınız" nefretinden öte "hani biz kardeştik" diye kırılmaları.

dediğim gibi bir kin ya da nefret yok ama kırgınlıkları çok fazla. anlatırken mümkün olduğunca objektif olmaya çalışsa da kız arkadaşımın ses tonunda ve anlatışında hissedebildim bu durumu. şimdi ne diyebilirsin ki? yarım saat yanyana konuşmadan oturduk öylece...