SİNEMA 26 Eylül 2022
20,3b OKUNMA     330 PAYLAŞIM

Orta Çağ'da Kadının Yerini Müthiş Bir Ustalıkla Anlatan Ridley Scott Filmi: The Last Duel

Yönetmen Ridley Scott'un 2021 tarihli Orta Çağ filmi sinema salonlarında istediğini bulamayarak hayal kırıklığına uğramıştı ancak biz değerini biliyoruz, kendisi gerçek bir hazine. Bunun nedenlerini açıklayan bir yazıyı paylaşıyoruz.

the last duel... fransa tarihindeki son "dövüşle yargılanma" olayını anlatan ridley scott filmi. ridley scott'ın uzun zamandır yaptığı en iyi film olmuş. öyle ki uzun zaman sonra hakkında bir şeyler yazma güdüsü duyduğum bir vizyon filmi izledim.

bir tecavüz olayını 3 farklı perspektiften anlatarak akıllara akira kurosawa'nın rashomon filmini getiriyor. aynı hikayeyi 3 farklı kişinin gözünden görünce kimileri için biraz fazla uzamış bir film hissiyatı yaratabilir. iki buçuk saati aşkın süresiyle düello izlemeye gelen seyirciyi yorabilir.

tarih, özellikle avrupa tarihi çok ilginç kadınlarla dolu

sarayları, kaleleri çekip çeviren, onlarca insanı parmağında oynatan akıllı kadınlar. fakat erkekler tarafından yazılan tarih dönüp dolaşıp onları "bunda da öyle bir *m var ki kaç tane adamı deli etti" şeklinde anlatıyor. döneminde yaşayan insanlar da onların gücünü cinsel organlarına indirgemeyi ya da cinsel organlarına kanalize etmeyi tercih ediyor. halbuki bu filmde de görülüyor ki, erkekler sokacak delik bulmakta pek de zorluk yaşamıyor. hele ki zengin, soylu erkekler. kadınları dönüp dolaşıp "bu da öyle bir sevişiyor olmalı ki" varsayımıyla anlatan tarih bu kadınları birer insan olarak anlatmaktan çok uzak kalmış çağlar boyu. son yüz yıldır uyanan "ötekilerin tarihi" anlayışı sağ olsun bu görüş gitgide zayıflıyor.

bu film kadının erkekler tarafından tamamen bir meta olarak görüldüğünü, alınıp satılan, değiş-tokuş edilen bir güç transferi objesi olarak değerlendirildiğini çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor. kadına karşı işlenen bir suçun erkeğin malına kast etme olarak görüldüğünü yüzümüze vuruyor. bir baba kendi hatalarının cezasını kızını birine vererek azaltmaya çalışıyor. bir adam o kızı kendi düşüşünü yumuşatmak için alıyor. alışveriş sırasında konuşulan asıl şey el değiştiren altınlar, araziler, ünvanlar, şeref. film bu tarihsel durumu çok net bir biçimde ortaya koyuyor. bu yönüyle, feminist bir bakış açısı getirme anlamında sinemada yeni bir soluk olduğu söylenemez. fakat son yıllarda ortaya çıkan bu tarz filmlerden farklı olduğu bir yönü var ki bu yönü filmi diğer feminist filmlerden daha "ulaşılabilir" kılıyor ve dahası diğerlerinin açamadığı bir kapı açıyor.


bu film hala bir bakıma bir "erkek filmi"

tarihin kadını binlerce yıl nasıl anlattığını bilmeyen bir izleyici namus ve ilahi adalet penceresinden izleyip sonunda da bir oh çekip yoluna devam edebilir. işte tam da burada film asıl numarasını çekiyor. aşkınız da yalan, namusunuz da yalan, kahramanlığınız da yalan diyor aslında film. kadınlarınız hikayelerinizdeki birer "plot device", hikayelerinizi daha anlamlı hale getirmek için kullandığınız aletler. namusunuz için kavga ettiğinizi iddia ediyorsunuz fakat kavganız birbirinize olan kininizden, garezinizden, kıskançlığınızdan. onurunuz için savaştığınızı iddia ediyorsunuz ama beceriksizliğiniz elinize silah alıp bir yerleri fethetmeden geçinmenize engel oluyor. kahramanlar şefkatli ve insaflı olur diye kadınlara karşı şefkatli ve insaflı olduğunuzu ileri sürüyorsunuz. iyi bir erkek romantik olur diye öpücükler, sarılmalar, aşk dolu sözler...

kadının gözlerinden gördüğümüz hikaye sert, soğuk, acımasız ve haksızlık dolu. bu yönüyle çok başarılı. fakat benim için filmin önemli kısmı erkeklerin "gerçekliği". daha doğrusu onların gerçekliği ile kadının gerçekliği arasındaki masal/gerçek tezadı. erkekler ne kadar onurlu, ne kadar şerefli, romantik, aşık birer kahraman olduklarını kanıtlamak için kullanıyorlar kadınları. jean de carraouges topraklarını elinden alan adama düşmanlığı olmasa karısının bu davası uğruna savaşır mıydı? jacques le gris aşkından mı yoksa onu aşağılayan adama kazık atmak, öç almak için mi işledi bu suçu?

filmi "erkekler hep abazadır, her şey kadınları elde etmek içindir, hep şeylerinin dikine giderler" klişesini kullandığı yönünde eleştiriler gelmiş. aslında tam tersi. bence bu filme göre aşk, namus vs açgözlülüğün ve hasetin bir bahanesi. marguerite'in hikayesini izlerken kocası tecavüzü öğrendikten sonra "şerefsiz le gris! bana kazık atmak için yapmayacağı şey yok" tarzı bir laf ediyor. kadın şaşırıyor bu bakış açısına. ama bu doğru.

feminist filmler -hakları da olduğu şekilde- yeri geliyor, böyle hikayeleri ekrana bir tane bile erkek sokmadan anlatıyor. bu filmin başarısı "usulen" gülümseyen kadının kendine aşık olduğunu varsayan erkeğin gerçekliğini gösteriyor ve her şeyin onun gözünden ne kadar da haklı gözüktüğünü anlatarak hikaye yaratmanın, kendini ikna etmenin ne kadar kolay olduğunu gösteriyor. kıskançlıkla, husumetle güdülenen bir adamın nasıl da namus ve aşk zırhlarına bürünüp savaştığını gösteriyor.

kadın alınıp satılıyor, değiş-tokuş ediliyor. daha da önemlisi kahramanlıklara ve efsanelere ulaşmak için bir merdiven olarak kullanılıyor. düelloyu kazanan carrouges karısını hatırlamıyor, kral "karını da" diye hatırlatınca dönüp bakıyor. halk onu bağrına basarken gururlu ve muzaffer bir zafer turu atıyor. karısına dönüp bakmıyor bile. o kahramanlığa ulaştı bile. babasının ünvanının, topraklarının, küçük düşürülmelerin intikamını aldı. he... tabii bir de karısının.


filmin son sahnesini izlerken aklıma orpheus geldi

yunan mitolojisindeki hikayesine göre karısı ölen orpheus acısıyla şiirler yazıp bestelemiş ve tanrıları bile etkileyip, yeraltına inip karısını geri alma hakkı kazanmış. fakat hades'in son bir şartı varmış. karısı yeraltının karanlığından yeryüzüne, ışığa çıkana kadar orpheus dönüp ona bakmayacak. hikayede orpheus kapının eşiğine kadar gelmişken dayanamaz ve dönüp karısına bakar. karısı yeniden ölür. orpheus onu kurtaramaz. bir sürü farklı yorum getirilebilir bu hikayeye. orpheus aşk acısına, o acının yazdırdığı şiirlere, bestelere tercih etmiştir karısını. filmde son sahnede düellonun namuslu galibi halkı selamlarken orpheus gibi her şeyi geri çevirme şansı olsa, karısının yaşadıklarını karısına unutturma, o çok önem verdiği namusunu lekesiz bırakma hakkı tanınsa bunu kabul eder miydi? yoksa karısının maruz kaldığı şiddeti, iğrenç muameleyi ulaştığı kahramanlık için makul bir bedel olarak mı görürdü, orpheus'un şiirleri karısına tercih etmesi gibi?

sonuç olarak mükemmel bir film değil ama beni böyle düşüncelere daldıran her film gibi değerli bir film

yalnızca bir intikam ve ilahi adalet filmi olarak görülmesi değerini azaltır. fakat le gris'in leşinin ibret-i alem için asıldığı sahne, le gris'in ölümünden hemen önce ben affleck'in karakterinin yüzüne konan sinekler yazının başında değindiğim ilahi adalet anlamını doğuruyor. izleyende bir rahatlama ve güven hissi uyandırıyor. ama son sahnede, halkı selamlayan galip kahramanın ardında yürüyen kadın sahnenin odağından uzakta. zafer çığlıklarına aldırış etmeden kocasını takip ediyor. kamera da onu unutmuş gibi carraouges'u takip ediyor. ta ki son ana kadar. zaferin, kurtulan namusun ve canların büyüsüne kendini kaptırması muhtemel seyirci kendini margueritte ile karşı karşıya buluyor. onun gözlerinde zafer kazanmış bir bakış yok. yalnızca travma var.


ridley scott'ın ilk filmi the duellist'te benzer şekilde 2 husumetli adamın yıllarca süren mücadelesi anlatılmıştı. düşük bütçesine rağmen alışılmışın dışındaki düello sahneleriyle benzerlerinden ayrılan filmin en büyük eksiği iki adamın yıllar içinde yaşadıkları, katıldıkları savaşlar hiç gösterilmemesi ve o büyük, epik hissiyatı izleyene geçirememesiydi. bu filmdeyse tam tersine, kısa da olsa birçok savaş sahnesi hakkıyla çekilmiş. bu kısa sahneler karakterlerin bir şeyler yaşadığını, zamanın geçtiğini hissettiriyor. andan ana, kavgadan kavgaya, önemli andan önemli ana zıplıyormuşuz hissi hiç oluşmuyor.

oluşturduğu orta çağ atmosferi, oyunculuklar, sinematografi, senaryosu zaten bolca övülüyor sosyal medyada. artık bu tarz filmler çok az çekiliyor. sinemada izlerken böyle büyük filmleri özlediğimi fark ettim.

günümüz metoo hareketi ve beraberinde gelen tartışmalarla okunması muhtemel bir hikaye. herkes istediği gibi anlamakta özgür tabii ki ama benim bu filmden zevk almamı sağlayan şey tarihte kadının yeri anlatısı oldu. bu bakımdan tarih seven herkesin zevkle izleyeceği bir film olmuş.