Orta-Üst Sınıfın Kapağı Bir Başka Ülkeye Atma Mevzusu Hakkında Güzel Bir Sorgulama
beyaz yakalının yurt dışına yerleşmesi, kısa vadede belki bir neslin harcanması kadar fecahat görünmese de uzun vadede ülkemizin sürdürülebilir geleceği adına üzücü sonuçlarının olması pek muhtemeldir. gündelik hayatın hem cenderesinde ve hem de sıradan koşuşturmasının sığlığında öyle bir boğulmuşuz ki dış dünyayı kavrayamayan/anlayamayan akvaryum balıkları gibiyiz. büyük çoğunluk bu durumda. az bir kısım ise işin farkında. onlarda maalesef hızlıca buralardan kaçmanın, topuklamanın peşinde, olayın özeti bu.
burada tabi yurtdışı şöyledir, zordur, kolaydır vs. beylik lafları sıralamanın gereği -bence- yok. herkes kendi deneyimini yaşayacak. gidenlerin bir bölümü bunu zaten biliyor, öncesinde gitmiş, ona göre hazırlığını yapıyor. ben naçizane, öğrencilik geçirmekle kalıcı olarak yaşamanın çok başka bir şey olduğunu belirtiyim yeter. zira işin ucunda buradaki malını mülkünü -varsa tabi- tasfiye edip oraya taşımak ama geri getirememekte var. senden önceki kuşağın tüm birikimini yok etmek diyelim.
uzatmayım. beni bu noktada fazlasıyla inciten şu; bir şekilde bu artık biliniyor, yurt dışında az biraz tutunabileceğini hisseden formül aramaya başlıyor. bunlara; kalın burada gençler, sizsiz olmaz, devlet millet size o kadar yatırım yaptı, burada okudunuz öğrendiniz, gitmeyin derdiniz tam nedir? çözmeye çalışalım vs. diyen hiç yok. keşke olsa. hatta keşke birileri doğru düzgün bir istatistik tutsa ve açıklasa da beyinsel kaybın büyüklüğünü bir öğrenebilsek. keşke çözüm arayan yetkili birileri olsa. ama yok.
bakıyorum bizim dönemimizde de her şey güllük gülistanlık değildi. o dönemde de kapağı yurt dışına atmaya çalışanlar vardı. ama bunlar toplumun en alt ve en üst gelir gruplarındaki insanlardan oluşurdu. orta direk dediğimiz ana grup istisnaları olmakla birlikte çok defa burada kalır kaderini buraya bağlardı. koca liseden, fakülteden 2-3 kişi giderdi diyelim.
öte yan o yıllarda üst gruptan gidenler de zaten bir elin parmakları kadardı. onların gitme gerekçesi az bir kısmı için belki biraz hava değişikliği olabilir ama geneli için iş hayatı, üniversite ve bilimsel çalışma güdüsü ağırlıklıydı.
o yıllarda yurt dışına gidenlerin büyük çoğunluğu alt gelir grubundandı. almanya örneğini demiyorum. o zaten başlı başına bir garabet. 60 ‘lı 70 ‘li yıllarda özellikle amerikaya gidenlerin ezici kısmı alt gelir grubu idi. bunların da çok az bir kısmı suç vs. nedeniyle döndüler/geri yollandılar. diğerleri kaldı/kalıyor.
şimdi ise durum farklı. alt gelir grubu zaten istese de gidemiyor. onları alan yok. anca kaçak olacaklar. üst gelir grubu dünya vatandaşı zaten, yaşama şekli bakımından yurt dışı algısı ile yurt içi algısı nerdeyse aynı. onlarda duruyor yerinde.
80 ‘li yıllarla beraber gidenler yavaştan yavaştan orta direğin evlatları olmaya başladı. sağından solundan bir şekilde gittiler. gidenlerin neredeyse tamamı ikame edilebilir adamlardı. nitekim edildilerde.
ama bugün iş böyle değil. bakın üstüne basarak söylüyorum bugün orta direğin adeta kreması akıp gidiyor. en akıllı en iş bilen gençler kaçıyor. bu çocuklar burada da iş bulan para kazanan, kalsa kazanacak olan tipler. ama gidiyorlar. ne acı bir şey.
benim gitmek isteyenler/gidenler noktasındaki kişisel/samimi algım şu: elbette parasal, maddesel nedenler de işin içinde var. ama kanaatim bu türden maddesel değerlerin buzdağının görünen yüzünü oluşturduğu. görünmeyen su altındaki tarafta başka bir şeyler var. daha insana ait, daha hayatı yaşanır kılan temel erdemler eksiliyor. işte o noktalardaki kayıplar -bir kısım duyarlı gençleri- maalesef yurtdışına doğru hareketlendiriyor. ben öyle düşünüyorum.
bir memleket düşünün, gençleri o kadar cahil ki hayatı dizi film zannediyor. öyle yaşamak, öyle dolaşmak istiyor. aşırı lüks ofisi olsun fakat o hiç çalışmasın, üretmesin ama para oluk gibi aksın; boğazda kafe de otursun, laklak yapsın, birine canı sıkıldığında hemen hiç ikiletmeden ağzına ağzına vursun, son model arabaya binsin felan. kısacası şimdilerde etrafımız tam da kurtlar vadisi tad ve kıvamında giyinen, konuşan, tavır alan, atar yapanlarla dolu. sırf erkekler değil, kadınlar da öyle. kerameti kendinden menkul bilgiç bilgiç konuşanı mı ararsın, kendinden söz ederken “biz” diyeni mi ararsın. marifetmiş gibi enayinin şununu da aldım bununu da aldım, .mına kodum diyeni mi ararsın. arada ara. hepsinin her türlüsü var. ortak yönleri ben işimi görüyüm gerisi yalan tadında yaşamaları. nalıncı keseriyle gezilen cilalı imaj çağına hoş geldiniz diyorum. tenekeyi az parlat altın olsun. ver aleme çoşkuyu, yürüsün gitsin. nasılsa yerler. ne basit.
hani bir söz vardır ya “cahilde eksik olan akıl değildir. o kurnazdır. eksik olan ahlaktır.” diye. işte tam da bunu anlatır. beyin korteksi gelişmemişse, yeteri seviyede nöron akışı sağlanmamışsa, işte şimdi her yerde çarşıda pazarda karşımıza çıkan şark tipi kurnaz olunur. hepi topu olunacak şey budur. içinde yaşanılan topluma bir şey kazandırmaz, vermez, ürettirmez. sadece fiziksel olarak kendini yaşatmaya yeter o da senden daha kurnazıyla, daha zalimiyle karşılaşana kadar.
bu mudur? bu budur. yahu kim böyleleri ile bir arada yaşamak ister ki? işte az biraz akıllı gençlik bundan kaçıyor. bu yaşımda ben bile kaçmak istiyorsam, biraz düşünmek lazım.
aslında şu memlekette her şeyimiz var ama neyin değerli olduğuna dair bir fikrimiz yok. ne acı di mi?