Platonik Aşık Bir Kadının Enfes Anlatıldığı Stefan Zweig Öyküsü: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Kitabın konusu
'sana, beni asla tanımamış olan sana' şeklinde başlar mektup.
stefan zweig tarafından 1920'lerin ilk yarısında kaleme alınmıştır. bu kitapta hayatı boyunca delicesine sevdiği, ancak kadının varlığından haberi bile olmayan adama yazılan bir mektup yer alır. sadece kadının, tek kişinin iç dünyasından yola çıkılarak aşkın çözümlemesi yapılır. bu da zaten, sadece stefan zweig kadar psikoloji birikimine sahip bir yazar tarafından mümkün kılınabilirdi. ancak kitabı bitirip kapağını kapattığınızda şu soruyu sorarsınız: 'böylesine bir aşk gerçek olabilir mi?'
bir çırpıda okunan, akıllarda yer eden, bazı yerlerde insanın içini acıtan, bazı yerlerde ise insanın içini ısıtan bir kitaptır bu. okunmalı, okutulmalıdır.
Kitabın, Freud ekseninde bir incelemesi
bilinmeyen bir kadının mektubu, zweig'ın freudcu yapıtlarından bir diğeri.
esrarengiz genç kadının ünlü yazar r. ile tek taraflı ilişkisi, ki ne platonik aşktır bu ne de normal bir aşk ilişkisine benzer, aşkın ya da aşk obsesyonunun kişide yaşadığının en büyük kanıtıdır. türkiye'den bir şair olsa, 'aşk tek kişiliktir' derdi buna. ne diyorduk, bilinmeyen kadının davranış süreci patolojik olmakla birlikte samimidir, gerçektir; her ne kadar romantik duygusallıkla kınanabilir düzeyde olsa da.
r. tarafından çarçabuk unutulmuş olsa da ondan bir çocuk doğurarak yitirdiği fallus'un yerine canlı bir varlık ikame eder, böylece akıp giden yıllar bir nebze olsun katlanılabilir bir renge bürünür. nitekim doğan çocuk tıpkı babasına benzemektedir, dolayısıyla kadın artık onun sevgisini, ilgisini ve şefkatini daha az özleyecektir.
çocuğunun bakımı nedeniyle de olsa, bu bir kılıftır ve ikiyüzlü viktoryen avrupa'nın bir eleştirisini içerir, fahişeliği seçmesi varolan düzene karşı bir başkaldırıdır ve bu aynı zamanda bay r'den alınan gizli bir intikamdır da; onun bundan hiç haberi olmasa da. ama gene de bir dönem gelir, r. onunla para karşılığı birlikte olur. bu detay, erkeksi uygarlığının vurdumduymazlığına dönük bir başka vurgudur. genç kadının r'nin uşağı tarafından tanınması ise iki toplumsal sınıfın bir şekilde de olsa birbirine yakın olduğunun bir ispatıdır. r. onunla üç kez temas kurmuştur ama onu her defasında başka biri zannetmiştir. uşak ise genç kadını ilk kez çocukken görmesine rağmen hemen ayrımsar. bu kısa dalgalı ilişkiler bütünü zweig'ın her zamanki burjuvazi karşıtı tutumunun bir sonucudur.
r. bu yanıyla ne denli vurdumduymaz, tavsamaz bir kişilik olduğunu belli eder (bunu sanatçı egosantrizmi cihetiyle okumak lazım), elbette bilinmeyen kadının bakış açısından. kendi sınıfı haricindekilere ya tepeden bakmaktadır ya da onlarla kısa dalgalı ilişkiler kurup hemen unutmaktadır. gene bu detay, halktan, gerçeklerden, gerçekçi insan ilişkilerinden kopuk avrupa edebiyatına dair bir eleştiri içerir; çünkü r. önünde sonunda nam salmış bir edebiyatçıdır. (stefan zweig'a bu noktada tek bir sitem: büyük usta, neden bay r'nin edebi kimliğiyle ilgili hiç renk vermedin? kimdir bu adam, roman mı yazar, hikâye mi? eserlerini okuyanlar onun hakkında ne düşünüyorlardı? muammadır.)
aşk tek kişiliktir, dedik. peki, aşk ölümsüz müdür? bilinmeyen kadının cephesinden bakıldığın öyledir. kendisi de öldükten sonra aşkının ölümsüzlüğü nasıl sürecektir peki? işte zweig'ın parlak çözümü: bir mektup (sanat eseri) bırakacaktır geride. hem r'den intikam alacaktır hem de yaşamı ve mutlak aşkı bir sanat eserine dönüşecektir. ayrıca bu tutku dolu mektup belki de r'ye ölümün ve ölümsüz aşkın ne demek olabileceğini öğretecektir. öyleyse bilinmeyen kadın huzur içinde ölüp çocuğuyla öte dünyada yeniden buluşabileceğinin düşünü kurabilir.
Final yorumu
zweig'ın insan psikolojisini ne kadar iyi algılayıp yazdığına değinmeyeceğim, kendisinin akıcı ve sanatkarane üslubuna methiyeler düzmeyeceğim yalnızca şunu söyleyebilirim ki, kitabı okurken zweig'ın kurduğu her cümleyi, yazdığı her kelimeyi kıskandım. ve galiba artık yazmaktan vazgeçiyorum.
unbekannte! ne kadar acıklı ve öksüz bir sözcük. sanki platonikliğin, henüz gençlik çağındaki bir kızın kendi dünyasının tek gerçekliği olarak düşünecek kadar büyük bir saplantıyla -belki de tutkuyla- sevdiği adam tarafından görmezden gelinmesini, tanınmamasını, adının bile bilinmemesini hatta kız için çok şey ifade eden arzu ve sevgi dolu birleşmenin ürünü olan küçük ve masum bir hayatın tüm yükünü, acısını başındaki iki harflik ''un'' olumsuzluk ekiyle sırtlanan, kadına bilinmez bir üst kimlik kazandıran hüzünlü bir sözcük. bir kadının çocukluğunu, genç kızlığını ve kadınlığını adadığı bir sözcük, bir unvan.
kadın, her doğum gününde adama gönderdiği beyaz güllere dönmüş! yalnızca yılda bir kere kendini hatırlatan, belki de hiç akla gelmeyen merak dahi edilmeyen. kendisini delicesine büyük bir tutku ve saplantıyla seven, sevgisini yüreğine gözleri zar zor gören yaşlı bir kadının beyaz bir kumaş parçasına büyük bir zahmetle işlediği bir gergef gibi metanetle ve fedakarca işlemiş olan kadın tüm bu acının defalarca karşılaştığı, seviştiği kadını tanımayacak kadar vefasız bir adam için olduğunu bilseydi, yine de onu sever miydi?
severdi. çünkü kadın da görünmeyeni uzaktaki bir müziği hatırlarcasına, cisimsellikten yoksun ve tutkulu bir tinsellikle düşlemişti...