SANAT 25 Ağustos 2021
29,3b OKUNMA     443 PAYLAŞIM

Rodin Tarafından 30 Yıl Boyunca Kapatıldığı Tımarhanede Ölen Heykeltraş: Camilla Claudel

Düşünen Adam heykeliyle aşk yaşayan ancak sonrasında Rodin ve kendi annesi tarafından ortak bir çabanın sonucu olarak kapatıldığı akıl hastanesinde ölüp giden Claudel'i tanıyalım.


kimdir?

bugün bile kabullenilemeyen şeyleri 1800'lü yıllarda zorlayıcı anne, kötü maddi durum, ünlü ve başarılı bir erkeğin "öğrencisi" sıfatı altında kalma, metres muamelesi görme, ünlü birinin adı altında anılmamak için sevdiği erkekten bile uzak durarak eve kapanıp tüm o mermerlerle tek başına mücadele etme, biri diğerinden kısa bir bacak ve içte kalmış yığınla yıkıcı hayal, bebeğini kaybetme, aşağılaması gerekirken aşağılanma, ihanete göz yumma ve bunun gibi yığınla imkansızlıklara rağmen direnip, acı çekerek kelimenin tam anlamıyla maddi manevi sürünerek başarmış, başarmanın ötesinde yaratmış kadındır. dünyaya erken ve fazla gelmiş insandır.

akıl hastanesinden çıkmak için çırpınıp olup gidişine kendi kendine seyirci kalmak zorunda kalırken öldükten sonra mezarına bile sahip çıkılamayan, akıl hastanesi bahçesinde yitip giden, arazi istimlak edildiğinden kemikleri kaybolan sanatçı.

hayatında iki kişi çok önemli bence

onunla konuşmayı kesip, evlatlıktan reddeden annesi ve ömür boyunca heykel yapmasına izin vermeyen hastane yönetimindeki yetkili.

bu ikisi onun kaderinde, salak rodin'den ve tüm toplumdan daha önemli öğeler. kızını iyileştiği halde tımarhanede tutan kadın, bir anne. deha derecesinde yetenekli bir sanatçıya heykel yasağı koyan bir psikiyatrist. anneliğe ve psikiyatriye sorulabilecek iyi sorular sunuyor claudel'in hayatı.

camille claudel, la valse (1889–before 1895)

sanatsal açıdan olayı detaylandıralım

ben niye hep delileri seviyorum? diye sorduğum soruyu onun heykellerine baktıkça, ben niye hep deli denilen dahileri seviyorum? şeklinde düzelttim. deli dahiler olduğu için kanım hızlı akıyor. biliyorum ki onlar da acı çekmeden yaşadıklarını anlamayan insanlar.

onun kadınlarını, adamlarını görüp de unutacak hafızanın mümkün olacağına inanmam. o, henüz yaşarken "dahi" diye anılan, çağının sınırlarına hapsolmamış dilediği gibi yaşamış bir kadın.

çocukken başladığı sanatı rodin ile buluşana kadar kendi yolculuğuna çıkmış.
rodin ile olan serüveni ise, başı sonu tahmin edilemez bir başka hikaye: o, rodin’in hem en gözde öğrencisi hem de sevgilisiydi. bu tutkulu aşk onda büyük yaralar açacak ve belki de yeteneğini kamçıladığını düşündüğüm deliliği ilk defa o zamanlar farkedilecekti. rodin camille'i, “benim folie’m" diye boşuna mı sevmişti...

camille ihtiraslı bir kadındı. rodin’den hamile kalması ve bir kaza sonucu çocuğunu kaybetmesi de camille'in ateşini harlamıştır şüphesiz, bu kaybını bertaraf etmek için birçok çocuk model çalışması yapmıştır. bu acı kaybın dışında rodin ile birlikte yaşaması ailesinin onu reddetmesine neden olmuş. hayatının sonuna kadar kaldığı akıl hastanesinde ailesinin ve sevdiği adamın ihanetini sorgulayan dahi, gerçek deliliğin evinde paranoyalarını büyütmüştür.

aslında, rodin’in onu terk etmesiyle yıkılmış. ama sanılanın aksine bu buhranlı dönemlerinde en iyi eserlerini vermiştir.. bu eserlerden bazıları; vals, clotho ve ruhunu yansıtan uçup giden tanrı'dır. peki ya yalnızca onun ruhunu mu yansıtır?


l’ age mur adlı heykeli olgunluk dönemi eseridir. yani delirmeye bir kala.. teknik açıdan etkileyiciliğinin yanı sıra, gören gözün takdir edeceği anlamasa da hayranlık duyacağı bir başyapıttır. öyküsü açısından da derinden sarsar insanı. üçlü bir aşkın hikayesidir bu; tarihte ne ilktir ne de son olacaktır lakin camille, bu dünyanın görüp göreceği herhangi bir kadından daha değerlidir şüphesiz. camille-rodin ve rose beuret aşk üçgenini rahatlıkta anlayabiliriz, rodin’i eşi; beuret sarmalarken, camille çaresizce rodin’e ellerini uzatmaktadır ve rodin’ de arkası dönük ama bir yanı camille ile birlikte gibi elini ona doğru uzatır. teknik olarak oniks maddesini kullanmıştır. ancak oniks taşı; çok sert bir materyaldir ve dolayısı ile işlenmesi de hayli güçtür. buna rağmen figürlerin kas hareketleri, vücutların duruşları mükemmel şekilde yansıtılmıştır. camille hiç şüphesiz taşa can veren en yetenekli ellerden biridir. öne sürülen fikirlere göre camille ihtiraslı aşkını bu heykelle göstermektedir.

onun hikayesini anlamak için pınar selek'in mektubuna ihtiyaç duymuyorum aslında ama çok güzel söylemiştir pınar: "camille, biliyorum, sen feminizmle tanışmamıştın. ama feminizm var ve deneyimlerimizi paylaşınca anladık ki biz kadınlar, en çok “özel hayatın”, “aşkın”, “sevginin” atmosferinde tutsak düşüyoruz. bu nedenle tüm iktidar ilişkilerine kenetlenmiş, onlara kökünü verip hepsinden beslenen çelişkimiz son derece görülmez ve anlaşılması zor. biz zehri aşk iksiriyle içiyoruz. varlığımızı kuşatan erkekliğe aşkla bağlanıyoruz. aşk karşısında elimiz, kolumuz bağlanıyor. aslında yaşam istencimizi körükleme, ruhumuzu ve bedenimizi diriltme kudretine sahip olan aşk, erkeklik karşısında bizi bitiren bir büyüye dönüşüyor. bu büyü içinde kendimizi kaybediyoruz camille. büyülenerek varlığımızı, yaşam tutkumuzu, hayallerimizi aşkla bağlandığımız erkekliğe akıtıyoruz. aşkın gözü kördür derler ya, halenin arkasında alabildiğine çıplak duran bencilliği, kapma ve yutma hırsını görmüyoruz camille. böylece yutuluyoruz. aşka kapılıyor, aşkla kapılıyoruz... oysa sen, aşkı delicesine, gelmiş geçmiş tüm aşkların bilgeliği ve gücüyle yaşayabilecek bir kadındın. aşk kadar güçlüydün. ama yutuldun..." tamamı için

hayatı, sanatına bağlı bir kadının hapishanesinden son söz niteliğindeki sözleri:

"bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
duygusuz yavan insanlar.
bu benim ruhum en kutsal varlığım...
bunlar çalışma saatleri. ruhumun yandığı saatler.
siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum..."