Sadık Hidayet'in, Bünyeniz Hazır Olunca Okunması Gereken Klasiği: Kör Baykuş
Nedir?
matruşka gibi kendi içinde açılan, açıldıkça çeşitlenerek yine kendi üstüne kapanan 1936 tarihli sadık hidayet romanı.
başlangıçta poe öykülerini andırır biçimde esrarengiz tasvirlerin gerisinde kafkaesk bir tekinsizliğin pusuda beklediğini görüyoruz. düş ve gerçek adeta patolojik bir beynin süzgecinden geçerek belirsiz bir çizgide yan yana geliyorlar. başından geçenleri anlatan baş karakter sınırlı çevresinde benzerlerini icat ederek şiddeti, rüyaların dilini, kör sokakları, travmatik maziyi, bir tür femme fatale'i anıştıran karısını, babasını ve amcasını, bir hurdacıyı, koyunları boğazlayan bir kasabı anlatarak aslında kendi yaşamını dile getiriyor. her bir kahraman aslında onun çeşitli bedenlerde zuhur eden yansımaları haline geliyor.
bulantı ve bunalımın dile gelişi sartre'ı, absürt dünya görüşü camus'yü, tekinsizliğe olan merakı poe'yu, belirsizliğin dili kafka'yı, psikolojik atıflar zweig'ı anımsatırken, ataların inançlarına yapılan bilinçli vurgular freud'u, özellikle de totem ve tabu'yu akla getiriyor.
son olarak kör baykuş'u lynch'in tekinsiz anlatılarıyla (özellikle de lost highway) mukayese etmek ilginç olurdu. hidayet'in hayal gücü, edebi yönelimleri ve tasvir gücü böyle bir mukayeseyi zaruri kılıyor gibi görünüyor. şahsen çok etkilendim.
Detaylara inelim
kitabın incelemesinden önce hidayet’in kendisi hakkında şu önemli bilgiyi vermemiz gerekiyor. hidayet depresif bir insan. fakat normal bir insandan çok daha depresif bir insan. ilk intihar girişimini 25 yaşında marne nehri’ne atlayarak gerçekleştiriyor fakat kurtarıyorlar. daha sonra 23 yıl sonra paris’te bir ev kiralıyor. takım elbisesini giyiyor, tıraşını oluyor, evde ki tüm hava alacak delikleri kapatıyor ve hava gazını açarak intihar ediyor.
eseri inceleyelim o zaman:
"lakin tek korkum; yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan."
kısaca özetleyecek olursak başkahramanımız oldukça depresif bir insan. kör baykuş kitabının başlangıcında esrarında etkisiyle farklı bir havaya bürünmüş başkahramanımız. (bu arada hidayet kendi gerçek hayatında çok az kullanmış esrarı.) bu başlangıç bölümünden sonra çocukluğunu yaşadığı bir kadınla kendisine kurulan bir tuzak sonucu evleniyor. daha sonra kadının kendisine aşık oluyor fakat kadın kendisine yüz vermiyor. çocukluğunu beraber geçirdiği kadına olan aşkı kendisini hasta ediyor. özlem duyuyor kadına. delicesine bir özlem. sonunda bu özlemi kendisini cinayete kadar götürüyor.
hidayet bu kitabında bu kadın tasviri üzerinden güzelliği, yaşama sevincini işliyor. kadının ölümü aynı zamanda güzelliğin, yaşama sevincinin ölümü anlamına geliyor. güzelliğe ulaşamayan kendisinin cinayet işlemesi ve delirmesi ile bitiyor hikaye. bu cinayet ve delirmek yaşamın kendisine son vermek olabilir mi acaba? hidayet’in kitabında kendisini anlattığı çok bariz bir biçimde ortada. yaşama sevinci biten ve ona ulaşamayan birisinin sonunda delirmesi aslında beklenmedik bir şey de değil. gerçekten de güzellikler bizi hayatta tutan en önemli şey. onlar olmaksızın bir hayat kitabın kahramanının sonuna insanı adım adım götürür. çünkü yaşama sevinci kalmayan bir insan sadece yaşıyor demektir ve bu yaşamak canlı bir cesetten başka bir anlam ifade etmez. güzelliğe ulaşamamak, daha sonra da depresifliğe bürünmek ve sonunda intihar etmek gerçekten de ciddi bir problem. ama bakış açınızı değiştirmek için şu soruları sormak istiyorum. bir ömür güzelliği aramak azımsanacak bir "güzellik midir?" güzelliğe ulaşamamak onu aramak yolundan vazgeçmek anlamına gelir mi? onu aramak demek belki de güzelliğin kendisi olamaz mı? arayış içinde olmak ve arayışın hiç bitmemesi sizi daha iyi hissettirmez mi? arayışın hiç bitmemesini özümseyen ve bundan haz alan birey olmak gerçekten zor mu? denemeden nasıl bilebilirsiniz?
hidayet’e doğunun kafka’sı mahlası da boşuna verilmemiş. kitapta sembolizmi ustaca kullanmış yazarımız. tasvirler üzerinden bu kadar yoğun bir anlatımı yapmak gerçekten yazmak konusunda ne kadar usta olduğunu gösteriyor. bu kitabı bitirdikten sonra kendinize birçok soru soracaksınız. bu arada unutmayın; bu soruların cevaplarını aramak ise bir başka güzellik. isterseniz bir deneyin.
Bir alıntıyla bitirelim
kör baykuş, damıtılmış bir metin. bazı cümleleri akordiyon gibi, okuduğunuzda beyninizde açılıyor ve kat yerlerinden toparlayana kadar bir taraftan okuduğunuz sonraki kısımlar boşluğa gidiyor. bana çok oldu bu, bilmiyorum belki hayalci ve kendiyle konuşan biri değilseniz size olmaz, ama sayfaları tekrar tekrar okumaktan büyük keyif aldım.
“ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. ”