TARİH 26 Eylül 2024
15,9b OKUNMA     120 PAYLAŞIM

Savaşçı Satranç Ustası Timur’un Hayatı ve Askeri Dehası

Sertliği ve stratejik dehasıyla Asya’yı kasıp kavuran, tarihin en güçlü liderlerinden biri olan Timur'un hayatı.

cengiz han'ın ölümün akabinde, doğu türkistan'dan maveraünnehir'e kadar uzanan topraklarda ortaya çıkan çağatay devleti'nin dağılmasıyla 1370 yılında türkistan coğrafyasında tarih sahnesine çıkan emir timur'un, doğumundan ölümüne dek, yaşamının her anı bir "mücadele" ile geçmiştir. ilk olarak kendi kendiyle başlayan mücadelesi, bilahare yaşadığı bölgede birliği sağlamak, adaletin hüküm sürdüğü bir imparatorluk kurmak ve kurduğu yapı ile yönetim prensiplerinde kurumsallaşmayı sağlamaya çalışmakla devam etmiştir. onu tarihteki diğer önderlerden farklı ve özel kılan yalnızca elde ettiği askeri başarıları değil, aynı zamanda başarıya ulaşmada izlediği yol ve kullandığı yöntemlerdir. muhtelif kaynaklarda kaba, acımasız, despot ve vahşi bir asyalı olarak tasvir edilmesine karşın; objektif bir şekilde incelediğimizde hemen hemen her fethinde belirli bir amaç, uzun süren incelikli bir planlama ve itinalı bir uygulama izlemiş olan bu nevi şahsına münhasır mareşal, gerek hareket tarzı ve yönetim yaklaşımları, gerekse kendi eliyle hazırlatmış olduğu sayısız kanun ve nizamname ile tarih boyunca kendisiyle mukayese edilmiş muadillerinden farklı ve üst bir noktaya konumlandırılmayı hak etmiştir (bkz: primus inter pares).

1336 yılında, o zamanki adıyla keş, şimdiki ismiyle özbekistan'ın şehrisebz kentinde dünyaya gelen timur'un babası barlas tatarları’nın önde gelen isimlerinden biri olan emir muhammed taragay'dır. eğitime ve ilme önem veren bir aileden gelen timur, ilk hocası olan molla ali beg’den okuma yazma öğrenmiş ve yedi yaşına geldiğinde ise, babasının da şeyhi olan şemseddin külal’dan dini eğitim almaya başlamıştır. oldukça başarılı ve parlak bir öğrenci olan timur’un hem sağ hem de sol eliyle yazabildiği ve kılıç kullanabildiği rivayet edilmektedir. dini eğitimin yanı sıra harp sanatı konusunda da eğitim almış; ata binme, silah kullanma ve yüzmede ustalaşmıştır. timur dendiğinde ilk akla gelen ve ileriki yıllarda da hayatında önemli bir yer teşkil edecek olan satrancı ise babasından ve hocası şemseddin külal’den öğrenmiştir. her daim merak konusu olmuş ve bilhassa tarih ile alakadar kimselerin ilgisini cezbetmiş bir diğer husus olan timur'un fiziksel özellikleri ise arabşah'ın acâibu’l makdûr adlı eserinde şu şekilde tasvir edilmiştir: "timur uzun boylu, iri yapılı, geniş alınlı, iri başlı, son derece güçlü ve heybetli, sağlam bünyeli; kızıla çalar buğday rengine yakın olmayan beyaz yüzlü, adaleli, geniş omuzlu, kalın parmaklıdır". aynı eserde, ayrıca boylu poslu olduğu, sakalının uzun, sağ kolunun felçli, sağ bacağının ise topal olduğu bilgileri de yer almaktadır. sesinin gür, yaşı 80'e gelmesine rağmen bünyesinin sağlam, ruh halinin kedersiz, hareketlerinin uyumlu ve kendisinin tıpkı bir kaya gibi sert olduğu da ifade edilmektedir.

babasının ölümünün ardından, ellerinde kalan az sayıdaki hayvanın idaresini çobanlara ürün karşılığı bırakan timur, emir kazgan’ın hizmetine girmeye karar vermiş ve burada savaşçı kimliğiyle kendisine önemli bir yer edinmiştir. bozkır savaşçısının kaderindeki dönüm noktası ise kazgan han’ın kendi torunu olan ve aynı zamanda han soyundan gelen olcay ile evlenmesi olacaktır. böylelikle, tatar kökenli bir türk olmasına karşın han ailesiyle arasında bir bağ kurulmuştur. olcay ile evliliğinden sonra, mücadeleye olcay’ın kardeşi emir hüseyin ile birlikte devam etmişler, fakat hiçbir zaman tam anlamıyla fikirdaşlık edememişlerdir. zaman zaman ayrı düşmelerine ve sessizce güç mücadelesine girmelerine karşın birlikte yol almışlar, olcay’ın ölümünün ardından aralarındaki bağ giderek zayıflamış, emir hüseyin’in ihanetiyle de tamamen kopmuştur. emir hüseyin’in ölümüyle birlikte timur için emirliğine giden süreç de başlamıştır. bu süreçte de timur soğukkanlılığını ve sükunetini korumuş, gelişmeleri sakince bir kenarda izlemiştir. adet olduğu üzere emir seçimi için bir araya toplanan tatar beyleri, din alimleri ve imamlar uzun tartışmalar sonunda han soyundan gelmemesine karşın timur’u emir olarak seçmişlerdir. bu seçimde bilhassa müslüman din adamlarının ağırlığı oldukça fazla olmuştur.

timur'un belki de en çok üzerinde durulması gereken fazileti ise, sahip olduğu hassas adalet anlayışıdır. timur’un mühründe "rasti rusti" yani "adalet kuvvettir" yazısı olduğu bilinmektedir. kimileri bu mühür yazısını "doğru sözlülük kurtuluştur" şeklinde de çevirmektedir. doğubilimci wilhelm barthold konuya dair görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir: "timur, iran kültürünün etkisiyle, yakın çevresinde türk beyleri bulunmasına rağmen, iranlı tebaasına o kadar yakınlık duymuştur ki, kendi hükümranlığı için farsça "rasti rusti" yani "adalet kuvvettir"i düstur edinmişti".

yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere timur’un önem verdiği aktivitelerden bir tanesi de satranç oyunudur. savaş alanında sahip olduğu ustalığı ve hüneri satranç tahtası üzerinde de gösterdiği, dönemin büyük alimleri ile satranç oynarken onları daima yendiği, hatta fethettiği bölgelerde ilk olarak iyi satranç oynayan kimseleri huzuruna çağırttığı ve onlarla satranç oynadığı ifade edilmektedir. timur’un satranç oynadığı kişiler arasında muhammed bin el-akil el-haymi ve zeyneddin el-yezdi gibi dönemin ileri gelen alimleri de yer almaktadır. lakin içlerinde mezkur oyunu en iyi oynayan, aynı zamanda fakih ve muhaddis olan alaeddin et-tebrizi'dir. aynı şekilde, timur'un, oğluna şahruh ve doğu türkistan bölgesinde kurduğu yeni şehre aynı ismi vermesinin sebebi de satrançtan ileri gelmektedir: emir, satranç oynarken rakibini şah-mat ( yani şahruh) ettiği esnada şehrin kurulmasının tamamlandığını öğrendiği ve yine aynı sıralarda yeni bir erkek çocuğunun dünyaya geldiği müjdesini alması hasebiyle, oğluna şahruh, şehre de şahruhiye adını vermiştir. fakat ölmeden hemen önce otrar’da satranç ve tavla oynamayacağına dair tövbe etmiştir.

timurlenk hakkında olumlu veyahut olumsuz görüş bildiren tüm tarihçilerin ortak paydada buluştukları konu ise tabii ve kaçınılmaz bir şekilde onun askeri dehası üzerinedir. jean paul roux bu konuda iki ana tema üzerinde durmaktadır: bunlardan ilki timur’un propaganda yapmaktaki ustalığı, diğeri ise onun başkalarının dayanamayacağı tehlikelerden kolayca kurtaran, en kaygı verici durumlardan sağ salim çıkmasını sağlayan şansı. (ancak şansın da cesurdan yana olduğu unutulmamalıdır ... (bkz: fortis fortuna adiuvat) (bkz: gaius julius caesar)(bkz: büyük iskender) (bkz: napoleon bonaparte)) bunun yanı sıra bilhassa boylar arasında ortaya çıkabilecek muhalefetin engellenmesi adına, ordularını seferden sefere koşturmak ve onlara düzenli olarak ganimet temin etmek, timur’un ömrü boyunca takip ettiği başlıca strateji olmuştur. mezkur politikanın temel nedeni ise ulusun geleneksel siyaset kültürünün, klanlar arasında kurulan ittifaklar ve ortaya çıkan ihtilaflar ile dolu olmasıdır. onun amacı, savaşçı kavimlerin kendisine sadık bir orduya dahil edilebilmesi olmuştur. gücün, kudretin bir liderin şahsında ve tek bir merkezde toplanmasının, boy beylerinin konumlarını zayıflatacağını düşünen timur, statükonun bir şekilde telafi edilmemesi durumunda, desteklerin sürekli olmayacağına inanmıştır.

tüzükat’ında düşman askerini yenmenin yahut onlara yenilmenin çokluk ya da azlıkla alakalı değil, tanrı’nın yardımı ve kulun tedbiri ile olacağını ifade eden timur, insaf ile adalet yolunu tutup halkı kendinden razı kıldığını, günahlı ve günahsıza şefkat edip hakla hükmettiğini, sipahi ve reayaya siyaset ve şefkat gösterip onları korkuyla ümit arasında tuttuğunu, fakir ve gariplere merhamet kılıp, sipahilere mükafatlar verdiğini ve mazlumların hakkını zalimlerden aldığını, böylece sağlam bir devlet temeli oluşturduğunu belirtmiştir.

aynı şekilde, timur, iyi ve etkili bir liderlik adına; hükümdarın sözü bizzat söylemesini, adaletli olmasını, insaflı ve olgun tavırlı vezirlerin de bu padişahın çevresinde olmasını istemiştir. ayrıca savaşçı bir hükümdar olması hasebiyle devlet yönetiminde de vezirlerden çok komutanların ön planda olduğu görülmektedir. keza, timurlu devrinde askeri teşkilat ile sivil teşkilat tamamen iç içe geçmiştir ve timur şüphesiz ki ordusunu en iyi tanıyan kişidir. binaenaleyh ankara savaşı evvelinde çok uzun süren seferler nedeniyle oluşmaya başlayan muhalefete karşı ordusuna kendisinden beklenmeyecek şekilde yumuşak davranmış, ordusuna zenginlikler sunarak, kendisine karşı ortaya çıkabilecek bir isyanı da engellemiştir. tüm askerini korku ile ümit arasında tutmuş, güler yüz ve tatlı sözle hepsini memnun etmiş, bir hizmet edeni, on hizmet etmişçesine değerlendirmiş ve böylece birlik ve beraberliğin daim olmasını sağlamıştır. her işte, her yerde birlik ve beraberliğin devamına, emrinden çıkmamaya dair askerlerinden söz almış, mal ve canlarını esirgemeden muharebe meydanında can vermeye ahdettirmiştir. zorluklar ile askerleriyle birlikte mücadele eden, onların finansal durumlarını iyileştirmeyi düşünen, onları işlerine göre mükafatlandıran ve taltif eden timur, disiplinli ve kendisine sadakatle bağlı askerlerden oluşan kuvvetli bir ordu meydana getirmiştir. nihayetinde ise ordunun başbuğlarını, beylerini birer birer halvete çekerek her birinin fikrine ve meyline uygun diller kullanmış; kimilerinin arzularını yerine getirerek, kimilerine de saltanatında ortaklık vaat ederek kendisine bağlılıklarını sağlamıştır. timur’un hayatı, gerçek anlamda askeri harekatlarda geçmiş ve harezm seferleri, deşt-i kıpçak seferleri, üç yıllık sefer (1386-1388), beş yıllık sefer (1392-1397), hindistan seferi (1398-1399) ve yedi yıllık sefer (1399-1404) olarak zikredilen bu seferler sayesinde, sınırları hindistan’dan istanbul boğazı’na avrasya bozkırlardan yakın doğu’ya kadar uzanan büyük bir imparatorluğa sahip olmuştur.

seferlerinin ekseriyetle türk ülkeleri üzerine olması hasebiyle timur'un sıklıkla tenkit edildiği de dikkat çeken bir diğer konudur. ancak bu husus o devrin hakimiyet anlayışı göz önüne alınarak düşünülmelidir. keza onun; "bütün dünya iki hükümdarın sahip olacağı kadar değerli ve büyük değildir. tanrı nasıl bir tane ise sultan da bir tane olmalıdır" sözü de bu bağlamda değerlendirilmelidir. aynı şekilde, timur’un ve ordusunun fetihleri esnasında sergilediği acımasızlık da, tarihi kroniklerde yer edinmiş başka bir önemli mevzudur. aslında istediğinde oldukça hoşgörü ve tevazu sahibi olabilen timur’un işler istediği gibi gitmediğinde, şehrin yıkılması için kolaylıkla emir verdiği de görülmektedir. onun alameti farikası haline gelmiş olan; "kellelerden kuleler inşa etme" de pek çok kaynakta ve şehirde karşımıza çıkar. bu, aynı zamanda timur’un buyrukları ve istekleri gerçekleşmediğinde olacaklar için bir gözdağı niteliği taşımaktadır. kentin baştan teslim olmayıp direnmeyi tercih etmesi sonucunda, yağma ve kıyım kaçınılmaz hale gelmiştir. herat, ısfahan, bağdat, delhi, halep, şam ve sivas ile ilgili olarak, insan kellelerinden kuleler yapıldığı ve buna ek olarak kıyım gerçekleştirildiği, zafernamelerde bahsedilen ve dikkat çeken noktalardır. öyle anlaşılıyor ki, mezkur katliamlar "timur’un gücünün ne denli büyük ve etkili olduğunu göstermek için başvurulmuş gösteriler" niteliğindedir. ortaya çıkan manzarada, ele geçirilen şehirlerin ağır vergilere bağlandığı veya yakılıp yıkıldığı, sanatkar ve zanaatkarların toplanarak semerkant’a götürüldüğü, ziraat alanlarının tahrip edildiği, muhtemel güç merkezlerinin ortadan kaldırıldığı ve binaenaleyh işgal edilen yerin her türlü zenginliğinin yok edildiği göze çarpmaktadır. bütün bu faaliyetlerin altında yatan asli sebep ise timur'un; iktisadi, içtimai, siyasi ve askeri yönden kendisine rakip olacak veya tehdit oluşturacak bir güç bırakmamaya çalışmış olmasıdır.

büyük bir asker ve aynı zamanda devlet adamı olan timur'un yegane başarısızlığı ise haleflerine kabiliyet ve dehasını aktaramamış olmasıdır. hayatı boyunca olağanüstü başarılar kazanmış fakat ölümünden sonra ardında devamı mümkün olmayan bir sistem bırakmıştır ve şu da bir gerçektir ki; halefleri bakımından o, cengiz han kadar talihli olmamıştır. zira cengiz han’ın vasiyeti yerine getirildiği halde, timur’un vasiyetine asla riayet edilmemiştir.

başarıları hasebiyle zamanının ötesine geçmeyi başarmış bir şahsiyet olan timur, son seferini çin üzerine gerçekleştirmeye niyetlenmiş ve yolda rahatsızlanarak durmak zorunda kalmıştır. bu sefer esnasında vefat eden timur’un, tek başına kurup büyüttüğü devletin devamlılığını ise kendisinden sonra gelenler sürdürememiş ve devlet kısa sürede parlaklığını yitirerek, tarih sahnesinden çekilmiştir.

timur'un yaşamına ve faaliyetlerine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere jean paul roux'dan timurlenk, wilhelm barthold'dan orta asya türk tarihi ve emmanuel berl'den atilla'dan timur'a orta asya adlı eserleri tavsiye ediyorum.