SİNEMA 25 Mayıs 2021
24,4b OKUNMA     598 PAYLAŞIM

Sinema ve Edebiyatta Neden Kötü Karakterlere Daha Çok Sempati Duyar Olduk?

Neden son dönemde anti kahramanları ve düpedüz kötü adamları daha çok seviyoruz ve onları merkezine alan dizi ve filmleri izliyor veya kitapları okuyoruz? Biraz irdeleyelim.

son dönemlerde toplumda gittikçe artan anti kahramanların ve kötülüğün sevilmesi, sempatik duruma gelmesi, normalleşmesi mevzusundan bahsedelim.

kurgusal olarak, edebiyat ve sinemada anti kahramanların yer aldığı, tam olarak iyi ya da kötü olarak yaftalayamayacağımız kahramanlar daha gerçekçi göründüğü için sevilmeye başlamıştır. ilk örneklerini mitolojik hikayelerde görürüz aslında, zeus gibi tanrılar aslında salt anti-kahraman örneğini oluşturur. kılık değiştirip ölümlülerle birlikte olma, babayı yok etme (oedipux rex'in ilk örneği) ensest ilişki, kendi çocuklarına cinsel istismar, halka yaşattığı gazaplar vs. aslında anti kahramana ait bir davranışlar olarak kabul edilebilir.

daha sonrasında shakespeare’in, macbeth, hamlet, othello gibi oyunlarında bu mitik öykülerin özelliklerini görebileceğimiz eserler üretmiştir. macbeth'de kıskançlık, hırs ve kibir gibi duygular/davranışla ihanet ve cinayete sebebiyet verir. ana karakterlerin bu denli kötülüğe saptığı, erdemini kaybettiği öyküler seyirci için çok yeni deneyimler sunar.

Macbeth

faust halk hikayeleri ve kayıp cennet gibi döneminin çok ötesinde eserlerle ise sorgulayan, dönüşüm içersinde, otorite ve toplum karşıtı karakterler ortaya çıkmaktadır. yapılan eylemler daha büyük yıkımlar getirirken cehenneme giden merdivenler iyilik için çıkılan yolla örülen taşları sembolize eder.

toplumdan ırak, merdümgiriz, asosyal karakterlerin en iyi örneğini dostoyevski romanlarındaki kahramanlar gerçekçi olarak bizlere sunar. romandaki kahramanlar insan öldürür, suç işlerler, kibirli ve nietzche'nin de bahsettiği üstün insan modelini temsil ettiğini düşündürür. topluma örnek, onun bir parçası olmak yerine yargılayıcı, infazı gerçekleştiren konumda olabilirler. kötü bir şey yapmak, eylemsizlikten yeğdir düşüncesini merkeze alır dostoyevski anti kahramanları.

edebiyatın izinde giden sinema da kötülere ve anti kahramanlara yer vermeye başlar ki bu durum izleyici için çok beğenilen bir deneyimin başlangıcı olacaktır. en bilinen örneği, the godfather olmuştur. baba karakterleri aslında namusuyla çalışan, ailesinin ismini korumaya çalışan normal insana tezatlık oluşturur. mafya karakterleri, eril dili, ataerkil toplum anlayışını merkeze koyarken eric fromm'un yazılarında karşımıza çıkan "dilin, ataerkil tanrıları ortaya çıkarttığı, ataerkil olan tanrıların ol sözüyle, toprak ana, anaerkil tanrıçaların yaratım hikayelerini yerle ihsan ettiği" tezini kuvvetlendirir. mafya/baba, hem koruyucu, hem cezalandırıcı, adalet dağıtan, toplum ve devlet üstü bir figür olmuştur. roma imparatorluğunu kendine referans olarak alan baba, yeri geldiğinde kendi kardeşini öldürtmekten de çekinmez. bu bakımdan godfather, vaftiz babası, olimpos dağında yalnız başına oturan zeus’tan pek de farklı değildir. baba, tek başına, ailesine yabancılaşmış bir karakter ifade etmesine rağmen fanları tarafından hayranlık duyulan bir fenomene dönüşmüştür.


benzer şekilde the scarface filmindeki tony montana karakteri de, otoriteyi tanımaz, kendisinden pay koparmaya çalışan polisi, kendisine yükselme şansı veren patronunu öldürür ve ilk gördüğü andan itibaren sahibi (!) olmak istediği kadını ele geçirir. namusuyla çalışıp, huzurlu, onurlu bir yaşam onun için çok sıkıcı ve zorlu olacaktır. kaybedecek bir şeyim yok mottosuyla, kardeşinin ve kardeşi kadar sevdiği arkadaşının ölümü montana yüzünden olacaktır. bu karakter de ölürken yine yalnızdır. tıpkı baba karakterleri gibi. dünya senindir zeplini altında malikanesine aldığı ama asla evcil olamayacak kaplan mitik ve sembolik olarak bir mesaj içerir aslında.


sonrasında filmler, diziler, süper kahramanlar villain yani kötü kahramanlar, bakın zenginlerin çoğu namussuz, siz onlar daha da zengin olsun diye çalışıyorsunuz diye bir alt metinle karakterleri dönüştürmeye başlar. breaking bad, skyler ya da hank'in gözünden bakılan diziler olmaktan uzaktır. tipik bir korkusuz korkak modelinin bu dünyada mutlu olacağı gibi bir sığ düşünceyi destekler. kendisini adalet üstü görmek, zamanında sesini çıkaramadığı haksızlıkları insanları zehirleyerek en basit örneği öğrencisi pinkman’ın çöküşüne sebep olduğu, eğitmen olarak ona örnek olmaktan uzak olduğunu görürüz. walter white da yerde ölürken yalnızdır. yaptıkları ona daha iyi bir hayat sunmaz, sevdiklerini tek tek kaybeder. bu çaba, dr. faust'un ölümü yenme, daha yaşanır bir dünya hayalini kurma çabaları ile yola çıktığı öyküyü hatırlatır. bir zamanlar sosyalistlerin çıktığı ve rus devrimleri ile hitler almanya'sını direkt akla getirecektir. faust'un zamanla mephisto'ya dönüşmesi gibi walter white da zamanla heisenberg'e dönüşecektir. şüphesiz ki faust ve mephisto aynı kişidir aslında.


joker filmi de son dönemlerde kötülüğe evrilen karakterlere verilecek en iyi anti kahraman olacaktır. ekonomik ve toplumsal adaletsizlikler, önyargı, yabancı korkusu ve çalışanlarını koruyan ama kendi çocuğuna bile sahip çıkmayan wayne şirketi yine benzer öyküyle zeus’u temsil eder. joker, bu durumda babayı yok etmeye yemin eden bir yarı ölümlü tanrıdır. zeus’un babası kronos ile mücadelesi gibi döngüsel bir durum söz konusudur. 80’lerin sonunda olabildiğince kötü olarak resmedilen joker, nolan’ın üçlemesiyle sempatik bir hale getirilmiş, joker filmiyle ise artık iyice ayyuka çıkan bir anti kahraman durumuna dönüşmüş ve hak ettiğini iddia ettiği sahnede başrol olmuştur.


john wick gibi son dönem artmaya başlayan kurgusal anti kahraman tiplemeleri, sebebi ne olursa olsun, insan öldürme, intikam alma misyonunu kendine mal edemez. etmemelidir. mafya filmlerinde namus ve onur gibi kavramların arkasına sığınıp kadına söz hakkı bile vermeyen, kadını sadece kol düğmesi, ataerkil kahramanın süs eşyası gibi yanına yakıştırdığı, hor görüp, eşini kapının arkasına kitlemek bu suçluları meşrulaştırmayacağı gibi namusu da sadece kadının konumuna indirgemek gibi sığ düşüncelere izin vermemelidir aslında. platon’un izinden giden bu sanat anlayışında erkeğin duygusallığına, güçsüzleşmesine izin verilmez. kendimizi, çevremizi eylemlerimizle değil, düşüncelerimizle değiştirme yetisine sahibiz. kendini savunma gibi mecburi haller hariç, insan canına kıymak, hayata son vermek, uyuşturucu kullanmak, para aklamak vs. ne olursa olsun özellikle cahil-okumamış umutsuz gençlerin, gördüğü örnek aldığı şaşalı hayatlarla çekici gelmektedir.


son dönem dizilerine bir bakın

uyuşturucu baronları, uyuşturucu satıcıları, mafya, çete üyeleri, liderleri, katiller, ana karakter olarak gerçek tarihi karakterleri analizleyen, toplum için kötü birer örnek sunmaktadır. gerçek onur, şeref, namus, size haksızlık yapanları, hukuk önünde mağlup edebilme yetiniz kadardır. haksızlığa o an sesinizi çıkartabilmektedir asıl güç. kalem kılıçtan keskindir. kılıç yönünde seçimini yapanlar illaki birilerinin maşası olmaktan kurtulamayacaktır. gerçek hayat kurgusal hikayeler gibi bir dünya sunmayacağı gibi sizi de saygıdeğer bir karakter haline getiremeyecek, korkulan, sevimsiz ve nefret edilen kötü biri haline dönüştürecektir.

tony montana'nın ünlü repliği ile son veriyorum yazıma, böylece salt kötülerin genel düşünce yapısının günümüzde de nasıl güncelliğini koruduğunu görebileceğiz:

"istediklerinizi yapacak yürek yok sizde. benim gibi adamlara muhtaçsınız, çünkü parmakla gösterip, "işte, kötü adam o!" diyebiliyorsunuz. peki ama bu size ne kazandırıyor? siz iyi misiniz? iyi falan değilsiniz. sadece saklanmayı, yalan söylemeyi iyi biliyorsunuz. benim öyle bir derdim yok. ben hep doğruyu söylerim. yalan söylerken bile. kötü adama iyi geceler dileyin."

dürüst insan, yargılanırken de, mahkeme salonunda da doğruyu söylemelidir, işte gerçek cesaret burada yatıyor. montana ya da baba karakterleri yargı önünde açıkça yalan konuşmakta, yaptıklarını inkar etmektedir. bu durumda kendileriyle çelişen, korkak birer karaktere dönüşürler diyerek sözlerimi bitiriyorum.

anti kahraman'ın edebiyat ve sinemadaki örnekleri