Türk Sinemasının 1990'lardaki Siyasi ve Sosyal Ortamdan Epey Etkilenen Genel Vaziyeti
1990’lı yıllar amerika ve avrupa sinemasının en verimli ürünlerini verdiği, en iyi film listelerine pek çok güncel filmin girdiği yıllarken türk sineması bu yıllara 1970 ve 80’lerden birikerek gelen sorunların altında ezilmiş bir şekilde giriyordu. türk sinemasının en zor yılları sıfatını verebileceğimiz 90’lar aynı zamanda türk sinemasının yeni bir sinema dili ve üslup yakalayarak yeni sinemacıları yetiştirdiği yıllar olarak da anılmayı hak ediyor.
bilhassa 90’ların ikinci yarısı itibariyle ciddi bir silkelenme içine giren türk sinemasında hem popüler sinema yükselişe geçti hem de auteur yönetmenler farklı tat ve renklerde bireysel filmler yaptılar.
90’lı yıllara başlarken türk sinemasının en büyük problemi, ekonomik güçlükler içinde çekilen filmleri gösterime sokacak salon bulamamaktı
1987’de çıkan yasayla hollywood majörleri film dağıtım ve gösterim sektörünü tekelleri altına almış, hollywood filmleri salonları işgal etmiş; yerli filmler çekilemez, dağıtılamaz ve çok azı dışında salon bulamaz hale gelmişti. bu yasayla yeşilçam’dan arta kalan bölge işletmeleri de, yapımcı sistemi de göçmüş, türk sineması sahipsiz ve salonsuz kalmıştı.
salon bulmakta ve seyirciyle buluşmakta büyük güçlükler yaşansa da film üretimi 80’lere göre çok azalmış ama durmamıştır. çünkü yapımcı sistemi sona erse de sinemacıların aldıkları destekler çeşitlenmiştir. 1989 yılına kadar sinemaya destek verdiği vaki olmayan devlet, bu yıldan itibaren cılız bir şekilde de olsa filmlere destek vermeye başlıyor. ancak bu destek 2004’teki yasa çıkıncaya kadar devede kulak mesabesinde kalacağı için bir yaraya merhem olmuyor. şöyle ki,1993 yılında filmlerin maliyeti 8-10 milyar iken verilen destek 300 milyon civarındadır. refah-yol hükümeti döneminde o da kesiliyor gerçi.
1988’de kurulan avrupa sinema destek fonu eurimages’e 1990’da dahil olmamızla 1990’lı yıllar boyunca bu fondan ciddi destek alıyoruz ve 1990’ların iz bırakan pek çok filmimiz eurimages desteğiyle çekilebiliyor. ancak euriages’in de türk sinemasının finansman sorununu tamamen çözdüğü düşünülmemeli. zira yılda dört kez toplanıp her toplantıda desteklenecek bir film seçiliyordu. yılda dört beş filmin desteklenmesiyle türk sinemasının içinde bulunduğu krizin sona ermeyeceği izahtan varestedir. zira nigar pösteki’nin verilerine göre 90’lar boyunca eurimages desteğiyle çekilen film sayısı 41’dir.
bu dönemde türk sinemasını canlandırmak, seyirciyle barışmak amacıyla sinema vakfı’nın yapımcılığında "10 yönetmen 2 film" adlı bir proje hayata geçiriliyor. ömer kavur, zeki ökten, ali özgentürk, atıf yılmaz gibi yeşilçam’ın on değerli yönetmeni yirmişer dakikalık beş kısa film çekiyor. bu kısa filmler aşk üzerine söylenmemiş her şey ve yerçekimli aşklar isimleriyle iki film halinde gösterime sokuluyor. fakat beklenen ilgi gelmeyince sinema vakfı projesi de rafa kalkıyor.
bunların yanı sıra 1990’dan itibaren açılmaya başlayan ve kısa sürede pıtrak gibi çoğalan özel tv kanallarının filmlerin ticari haklarını satın alarak sinemaya destek vermeleri, sponsor desteği veya yapılan reklam anlaşmaları yangını söndürmekte cılız kalıyor, gerekli kıpırdanmayı harekete geçiremiyordu. ne yapıp edip seyirci ikna edilmeli ve türk sineması yeniden sinemalarda izlenen bir sinema haline gelmeli, hollywood tekellerini kıracak nitelikte gişe başarısı getirmeliydi.
türk filmlerinin sinemalarda gişe yapabileceğine dair ilk umutları sinan çetin’in berlin in berlin (1992) ve bay e (1995) adlı filmleri ile şerif gören’in şener şen’li amerikalı’sı (1993) veriyor.
fakat esas patlamayı yavuz turgul’un eşkıya’sı (1996) ile yapıyor türk sineması
2,5 milyon hasılata ulaşan eşkıya, o dönem için hayal bile edilemeyen büyük bir izleyici rekoru kırıyor. içinde çok sayıda alt metni barındıran, hüzünlü bir aşk hikayesini merkeze alan bir suç filmi olan eşkıya ayın zamanda hollywoood filmleri dinamizmini de yakalayabilmiş, yabancı filmlere alışan seyircinin istediği her şeyi verebilmişti. müthiş ilgi gören eşkıya, 57 hafta vizyonda kalmayı başarmıştı.
eurimages ve iki ülke desteğiyle çekilen eşkıya, türk sineması için milat olmuş; seyirciyi tekrar salonlara döndürmeyi başarmış, yatırımcılara sinemaya yatırım yapmayı cezbedici göstermişti. eşkıya filmi gençlere türk sinemasını sevdirdiği gibi ülkeye soundtrack albüm kültürünü de hediye eden bir rol oynar. erkan oğur’un etkileyici müziği albüm haline getirilmiş ve film sinemada rekorlar kırarken albümü de müzik piyasasında büyük satış rakamları yakalamıştı.
eşkıya’nın yaptığı rüzgarı artırmak ve kalıcı hale getirmek için ardı ardına televizyon yıldızlarının, eski- yeni komedyenlerin yer aldığı;
istanbul kanatlarımın altında (1996) ve ağır roman (mustafa altıoklar-1997)
her şey çok güzel olacak (ömer vargı-1998),
propaganda (sinan çetin-1999),
kahpe bizans (gani müjde-1999),
salkım hanımın taneleri (tomris giritlioğlu-1999) gibi popüler filmler çekilmeye başlıyor.
1996 yılı eşkıya’nın yanı sıra türk sineması için farklı mecrada akan yönetmenlerin öne çıktığı “sanat sineması” olarak görülen sinemada öncü bir film çekiliyor: derviş zaim'in yönettiği tabutta rövaşata (1996).
uluslararası film festivallerinde boy gösteren ve başarılar elde eden filmlerin önünü açan tabutta rövaşata çok düşük bir bütçeyle, eş dost desteğiyle çekilmesine rağmen "türkiye yeni sineması"nın fitilini ateşliyor. nitekim, 90’lı yılların belki de en önemli özelliği, ticari amaçlı çekilen popüler filmlerle arthouse-bağımsız sinemanın ayrışmaya başlamasıdır diyebiliriz.
artık yeşilçam döneminin pembe panjurlu anlatıları sona ermiş, yapımcı baskısından kurtulan hatta seyirci baskısını da dikkate almayan sinemacılar yeni bir dil oluşturmaya başlamıştır.
yaşanan zamanın ortak meselelerini ele alan bu yeni jenerasyon; iletişimsizliği, yabancılaşmayı, bireyin iç dünyasını derinlikli ve çok boyutlu karakterlerle işleyen filmler yaptılar:
nuri bilge ceylan: kasaba (1997), mayıs sıkıntısı (1999)
zeki demirkubuz: c blok (1994), masumiyet (1997), üçüncü sayfa (1999)
yeşim ustaoğlu: iz (1995), güneşe yolculuk (1999)
reha erdem: kaç para kaç (1999)
serdar akar: gemide (1998)
reis çelik: ışıklar sönmesin (1996), hoşçakal yarın (1998)
90’larda kendi kişisel dünyalarını küçük hikayelerle filmleştiren genç auteur yönetmenler kendilerine akacak bir dere yatağı ararken yeşilçam döneminde de 80’lerde de var olmayı başaran eski kuşak yönetmenler de son ürünlerini veriyorlardı:
atıf yılmaz: düş gezginleri (1992), nihavend mucize (1997)
memduh ün: zıkkımın kökü (1993)
halit refığ: hanım (1989), karılar koğuşu (1990), iki yabancı (1991), köpekler adası (1997)
şerif gören: amerikalı (1993)
zeki ökten: güle güle (2000)
erden kıral: mavi sürgün (1993)
yusuf kurçenli: karartma geceleri (1990)
ve türk sinemasının en önemli auteur yönetmenlerinden olan ömer kavur: gizli yüz (1991) ve akrebin yolculuğu (1997)
1970’lerde yücel çakmaklı tarafından temsil edilen milli (beyaz) sinema, 1990’lı yıllarda sadece tebliğ amaçlı hidayet filmleri değil politik içerikli filmler çekmeye başlıyor. sanatsal değeri düşük olsa da propaganda gücü yüksek filmler, yükselen siyasal islami akımlara paralel olarak gişede büyük işler yapıyor ve dindar kitle üzerinde etkili oluyorlar:
yücel çakmaklı: minyeli abdullah (1990), kanayan yara bosna (1994), bosna mavi karanlık (1994)
mesut uçakan: yalnız değilsiniz (1990), iskilipli atif hoca (1993)
ismail güneş: çizme (1993), gülün bittiği yer (1998)
metin çamurcu: bize nasıl kıydınız (1994)
son olarak 1990’lı yıllar türk sineması denildiğinde bilinmesi gereken filmlerden her yıldan bir veya birkaç örnek vererek bitireyim
engin ayça: soğuktu ve yağmur çiseliyordu (1990) ve yavuz turgul: aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni (1990)
tunç başaran: uzun ince bir yol (1991) ve ali özgentürk: çıplak (1991)
melih gülgen: tatar ramazan sürgünde (1992) ve irfan tözüm: cazibe hanım'ın gündüz düşleri (1992)
yavuz turgul: gölge oyunu (1993) ve tunç okan: sarı mercedes (1993)
ersin pertan: tersine dünya (1994) ve yusuf kurçenli: çözülmeler (1994)
ünal küpeli: zampara seyfettin (1995)
tomris giritlioğlu: 80. adım (1996)
ferzan özpetek: hamam (1997)
tunç başaran: kaçıklık diploması (1998)
orhan oğuz: kara kentin çocukları (1999)