SİYASET 13 Temmuz 2021
30,2b OKUNMA     564 PAYLAŞIM

Türkiye'de 2023 Yılından Önce Erken Seçim Olma İhtimali Var mı?

Türkiye'nin ekonomik gidişatı üzerinden, 2023 öncesinde erken seçim ihtimalinin değerlendirildiği detaylı bir yazı.

1. buna karar verecek kişi recep tayyip erdoğan. kendisi de eminim ki zihninde "acaba ne zaman erken seçim yapabilirim" diye devamlı düşünüyordur ve bu soruyu yanıtlayamıyordur. zira sistemin bu şekilde işlemediğinin kendisi de, hatta vücudu da farkında. en son azerbaycan'daki 8 çizen yürüyüşü herkesin malumu. burada bir kısmı ekonomik, bir kısmı anayasal olmak üzere özellikle birkaç hadiseye değinmek gerekecek.

2. şöyle ki akp'nin bir seçimde başarılı çıkma ihtimali, her daim ekonomik rahatlama atmosferiyle mümkün oldu. bu rahatlamaya ister suni, ister hakiki denilsin; neticede değişmeyen bir şey var ki, piyasa suni de olsa rahatlatılınca, herhangi bir seçim için çok güzel bir atmosfer oluşturuluyor.

3. bu husus akp'nin şöyle bir geçmişine doğru bakıldığında da rahatlıkça görülür. mesela özellikle 2017 referandumu ve 2018 seçimlerine gidilen süreçte kgf kredilerinde inanılmaz bir ivmelenme görüldü ve yaratılan kredi balonu suni bir büyümeye sebebiyet vererek başkanlık referandumunun geçmesini sağlandı. 2018 seçimlerine kadar işler bir şekilde geçiştirildiyse de, netice itibarıyla yaratılan bu hormonlu atmosfer 2019 yerel seçimlerine kadar dayanamadı, kur ağustos 2018'de patladı, enflasyon o dönemin zirvesini yaptı ve ekrem imamoğlu ile mansur yavaş'a karşı rte ağır bir yenilgi yaşadı.

4. pandemi dönemi de farklı değil. akp döneminin gerçeklerle yüzleşmek istemeyen siyasileri, elitleri ve üst düzey siyasi bürokratları, pandemi vakalarının türkiye'de de görülmesini takiben yine inanılmaz oranda bir kredi genişlemesine giderek, vatandaşı ucuzdan borçlandırdılar. bu esnada dövizler de satılarak kur yine suni bir şekilde nispeten "düşük" tutuldu ve son derece yapay bir "düşük faiz ortamı" 2020'nin yaz aylarına doğru yaratılabildi. hatırlanacak olur ise o dönem tam olarak kur 6.85'lerde uzun bir süre çakılı kalmıştı. mesela şöyle bir sol frame'e baktığımda gördüğüm "0.64 faiz oranıyla konut kredisi çeken güruh" başlığı da bu durum ile doğrudan bağlantılıdır. bu konut kredisi furyası, işte ancak o suni atmosfer sayesinde olabildi. o gün bu durumu analiz ederek ucuzdan kredi çekip eve, arabaya girenler, hem ceplerindeki dolarları satmadıkları için kurun yaklaşık 2 liralık artışından ve dolar faizinden kazandılar, hem de bugünün enflasyonundan çok daha düşük brüt kredi faizleriyle aldıkları yanlarına acayip bir kâr olarak kaldığı gibi, aldıkları malların da değer artışlarıyla bir taşta birçok kuş vurdular. büyük kısmı kamu bankalarından verilen bu krediler sebebiyle kamu bankalarının yazdıkları zararlar ise (bu zararlar yıllarca devam edecek), doğal olarak önce hazineye, ardından da vatandaşa bindirilmiş oldu. yetmediği gibi kredilerdeki batıklar da kriz sebebiyle aşırı bir şekilde artarak bddk'nın alicengiz oyunlarıyla bunların ancak üstü kapatılabildi. bunu vaktiyle ben ekonomiyi canlandırma pahasına belirli bir kesim için yapılmış kaynak transferi olarak nitelemiştim, halen de bu görüşümün arkasındayım.

5. bu hormonlu krediyle büyüme sevdası, tam olarak sakat volkan demirel'in iğneyle kaleye geçirilmesi gibi bir olay. teşbihte hata olmaz ama olay buna neredeyse bire bir benziyor. görüntüye baktığında kaleci kalede, ama performansa baktığında çürük yumurta. nitekim dönemin tüsiad başkanı erol bilecik'in de bu hormonlu büyüme ve kredilendirmenin sonuna geldiğimizi anlattığı bir konuşması 2017 yılında sözcü gazetesi'ne yansımıştı. dönemin yönetimi bundan ders almadı, cezası kurun patlaması olarak vatandaşın alım gücünün düşmesi olarak seni beni vurdu. tüm bunlara rağmen bugün halen yeni bir kredilendirme dalgasıyla mı karşı karşıya olduğumuzu tartışıyoruz. (bkz: bile bile lades)

6. akp bu kredili büyümenin hem kuru azdırdığını, hem de sonrasında enflasyonu uçurduğunu hepimizden iyi biliyor. nitekim tam olarak 2017 yılındaki kgf kredilerinden sonra 2018 ağustos ayında kur şoku yaşadık. tetikleyen trump tweet'i oldu, ama zaten patlamaya hazır bir volkan gibi kur beklemekteydi. tıpkı sezer'in, ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması gibi. dolayısıyla akp'nin tercihi hiçbir zaman düşük kur, düşük enflasyon olmadı. akp tercihini her daim kredilendirme üzerinden yaratılan suni bir bahar havası ve bunun kendi lehine yarattığı oy yönünde kullandı. bunun karşılığını da vatandaşlar hayat pahalılığı, yani yüksek kur, yüksek enflasyon, satın alma gücünün yüksek bir şekilde erimesi olarak edindiler. şirketler de aynı sebepten maliyetlerinin artması nedeniyle ürünlerine devamlı zam yapmak zorunda kaldılar. böylece hiperenflasyona doğru giden fasit daire başlamış oldu.

7. akp'nin ilk yıllarına bakılacak olursa da benzer bir hadise görürüz. küresel para akımları 2000'lerde dünyada hep gelişmekte olan ekonomilerin (goü) yararına olmuş, derviş reformları sonrası ve ab müzakereleri neticesinde akp'ye altın tepside pek de fena olmayan bir ekonomik atmosfer sunulmuştu. sonrasında o kadar balyoz, ergenekon davaları, gezi olayları, 17-25 aralık olayları olmasına rağmen, kur hiçbir zaman bugünkü kadar oynak olmamış, halk hiç bu kadar fakirleşmemiş ve yoksullaşmamıştı. gezi zamanında kur 1.6'dan 1.8'e yükselince erdoğan bunun sorumlusunu faiz lobisi olarak ilan etmişti. bugün aynı kur 8.70'lerde.

8. günümüzde bu küresel para akımları ikinci kez sıkılaşmaya başlamak üzere. 2008 küresel finansal krizinden sonra para hareketlerinin tersine döndüğü yıl olan 2013'ten sonra abd doları'nı özellikle 2017 sonları itibarıyla sıkılaştırmaya başlayan fed, pandemi başlangıcı olan 2020 mart ayı itibarıyla tekrar doları gevşeterek çarkların yağlanmasını -mecburen- sağladı. bugün fed'in bilançosu 8 trilyon doları geçmiş halde. 9'u geçeceğini ileri sürenler var. pandemi aslında neoliberalizmin temelsizliğini ve bir ulus parasının neden dünya parası olamayacağını da göstermiş oldu. zengin daha da zenginleşti, yoksul daha yoksullaştı.

9. ancak geçtiğimiz haziran ayında, ilk kez, dünyadaki tüm ekonomik aktiviteyi etkileyen otorite olan fed'in başındaki zat olan hukukçu jerome powell, sıkılaşmayla ilgili olarak ilginç de olan bir ifadeyle "konuşmaya başlamayı konuşmaya başlayabiliriz" gibi absürd ve bir o kadar da temkinli bir ifade kullanarak piyasayı duruma göre hazırlama yolunu seçti. izleyen süreçteki basın toplantılarında da yine de piyasayı fonlayacaklarını ifade etmesinin akabinde, kısa süreli bir düşüşten sonra borsalarda tekrar rekorlar görülmeye başlandı. ve bu süreçte basılan trilyonlarca dolar'dan, euro'dan, sterlin'den, yen'den, chf'den türkiye'ye hiç gelmediği gibi, daron acemoğlu tabiriyle türk ekonomisi inşaata dayalı kalitesiz ekonomik büyüme modelini de bir kenara bırakamayarak kırılganlıklarını artıracak şekilde, eksi rezervlerle çok daha çetin bir sürece girmeyi tercih etti. (bkz: brace yourselves)

10. tüm bu anlattıklarımın bir sebebi var. akp'nin oy oranları başta küresel ekonomik koşullara, ardından ulusal ekonomik koşullara bağlı. ve anayasa gereğince bir kişi en fazla 2 kez cumhurbaşkanı seçilebiliyor. bunun tek bir istisnası var, o da seçimlerin yenilenmesi, yani erken seçim. eğer erken seçim olursa, rte herhangi bir tartışmaya girmeksizin adaylığını koyabiliyor. gerçi, "tartışma olsa ne yazar?" diye soranlar olacaktır. cevabım yok. ancak burada o tartışmaya karşı, tıpkı putin'in rusya'da yaptığı gibi, bizim akp cenahı da "anayasa referandumu sonrasında yürütme erki seçim sisteminin yenilendiğini, dolayısıyla rte bakımından bir kez daha aday gösterilmesinin mümkün olacağını" ileri sürecekler. buna da itiraz eden çıkamayacağı için, "atı alan üsküdar'ı geçti" mottosuyla işler devam edecek.

11. işin anayasal boyutu bir şekilde halledilecek, fakat ekonomik boyutu asıl problem teşkil eden kısım. o zaman burada sorulması gereken soru şu olmalı, eğer bu kredilendirme furyası akp'nin oylarını arttırıyorsa, recep tayyip erdoğan, tekrar buna uygun bir atmosfer yaratabilecek mi, ya da yarattırabilecek mi? zira kredilendirme sonrası vatandaş nezdinde yaratılan suni refahın seçimlerde akp lehine dönen oy olduğundan bahsetmiştik. cevap, şimdilik ve çok büyük ihtimalle, hayır. geçen gün açıklanan haziran 2021 tüfe ve üfe oranlarının bunda çok büyük etkisi var. bir yandan kur düşmediği gibi, diğer yandan da %43'lere yaklaşan bir üretici enflasyonu var. bu ileride tüfe'yi de çekeceği için, mevcut tcmb "sıkı duruşu" dahi yeterli olamayacak, ve kavcıoğlu faiz indirmeye gelmişken, koltuğu bırakmadan önce faizi artırmak zorunda kalacak. arttıramazsa kur yükselecek, üfe de tüfe de artmaya devam edecek. oysa kulislerde dönen haberlerde, kavcıoğlu'nun külliyeden süre istediği, temmuz-ağustos-eylül ayları civarında, aşı sonrası ekonomik ivmelenmeden sonra bir ihtimal düşük faiz ortamının yaratılabileceği yer alıyor. burada kavcıoğlu'na sormak lazım, yeni şafak'taki yazılarında beyefendi enflasyonun ancak faizin düşürülmesiyle düşeceğini ileri sürüyordu. faize ilişkin tüm yetki elindeyken, neden şimdi faizi düşüremiyor? "büyük lokma ye, büyük söz söyleme" demiş atalarımız, ne güzel söylemiş. yüksek lisans tezindeki intihal iddiası yüzünden de soruşturma altındaymış başkanımız kavcıoğlu. önceki de böyleydi. ne güzel başkanlarımız var.

12. neyse, bu yüzden faiz artırma hariç, enflasyonu kısacak her şey yapılıyor. önce kredi kartı harcamalarındaki taksitler azaltıldı. yani talep enflasyonunu kısma yönünde bddk tarafından bir girişim oldu. diğer yandan tcmb tarafından zorunlu karşılıklar tekrar arttırıldı. öte yandan swap'lar üzerinden devamlı bilanço makyajı yapılarak tcmb'nin rezervleri yüksek gösterilmeye çalışılıyor. ayrıca tl mevduattaki stopaj indirimi de sözde bir cezbedicilik kazandırıyor. buna bir de imf'nin üye ülkelerine tanıyacağı sdr'ler eklenince, tcmb rezervlerinde biraz daha artış gelecek.

13. bunların hepsi yan yol. asıl olan yol şu: tcmb özerk bir kuruluş mu, yoksa değil mi? bu soruya ne yanıt veriliyorsa, ona göre beklenti oluşturmak mümkün. bugün kimsenin tcmb'nin özerk olduğunu, ihtiyaç dahilinde faizleri artırabileceğini düşündüğünü ben zannetmiyorum. naci ağbal bu algıyı kırmış ve bir inandırıcılık kazandırmıştı. ancak ağbal'ın kovulması ve kavcıoğlu'nun yeni şafak'taki görüşleri sonrası oluşan durumda ise dolarizasyon kırılamadığı gibi, küresel enflasyon dalgası sonrası yaşanacak dolar sıkılaşması sebebiyle kurun yükselmesi kaçınılmaz. kurun yükselmesi enflasyonun da yükselmesi demek. biontech aşılarının açılmayı desteklediği, yasakların kalktığı atmosferde de talebin artması üzerine buna bir de talep enflasyonunu ekleyin. netice itibarıyla tcmb'nin ileride faizleri düşürecek bir alanı yok.

14. lafı daha uzatmayalım. kerim rota'nın geçen günkü bir programda ifade ettiği üzere, eğer bir erken seçim olacak idiyse, ona en uygun dönem 2020 yılının yaz aylarıydı. çünkü o dönemde hem damat ekonomisinin son rezerv şarjörü boşaltılmıştı; hem de enflasyon suni olarak düşürülmüş ve aktif rasyosu garabetiyle bankalar zorla kredi vermek üzere zorlanmıştı. sonrasında o 0.64'lük kredilendirme mevzuları görülmüştü. benzer şekilde ihtiyaç kredileri, taşıt kredileri de aynı oranlara doğal olarak gerilemişti. bu aslında dolaylı yoldan bir kaynak transferinden başka bir şey değildi. ancak o dönemde erken seçim yapılmadı. mevcut halde enflasyon ve faizlerin, bu kontrole ve tartışmalara rağmen tekrar bu seviyelere düşürülmesi mümkün değil. gelirler de o kadar artmadığına göre, erken seçim için bir ekonomik zemin hazırlanması hiç mümkün görünmüyor. daha evvelden bırakınız erken seçimi, baskın seçim yaparak muhalefeti ters köşe yapmak isteyen erdoğan'ın, bu sefer elinde koz yok. o yüzden de seçimlerin 2023'te yapılacağını defalarca tekrarlıyor.

netice itibarıyla ne zaman bir kredi furyası görürüz, o zaman bir erken seçime hazırlık olduğunu düşünürüm. kredi çekmek için düşük faiz, düşük faiz için de düşük enflasyon gerektiğine göre, üfe'nin ivmesinin hızlanarak %43'lere geldiği bir türkiye ekonomisinde, erken seçim treni çoktan kaçmış demektir. üzülerek ifade ederim ki, 2023'e kadar ekonomik buhranımız devam edecek.
...

milton friedman'ın dediği gibi, "enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir hadisedir".

niall ferguson reyiz de "hiperenflasyon her zaman ve her yerde siyasal bir hadisedir" demiş.

üfe'de %42'leri gördüğümüz bir ülkede bunun adını hiperenflasyon koyamayan, hakikaten tatlı su ekonomistidir. nitekim bunun için ekonomist olmaya da gerek yok.

netice itibarıyla türkiye'yi enflasyona, hayat pahalılığına, fakirliğe, yoksulluğa ve işsizliğe boğan, siyasetin bizatihi kendisidir.

ve einstein'ın dediği gibi, "bir sorunu yaratan, o sorunu çözemez"